“…Milletin ve İslam’ın namus ve haysiyeti ile hayat hakkı için haykıran Türkiye Müslümanlarını böylece yok edebilirse, Hindistan’a dönüp diyecek ki: ‘İşte halife elimizde bağımsızlık davasında olan bu Türkiyeliler birbirlerini parçaladılar. Barış ve sükûn tesisi için İngiltere gelip bu memleketi işgal etmeye mecbur oldu.
İslam için bağımsızlık bitmiştir ve İslam İngiltere’nin boyunduruğu altına girmiştir. “
Söyler misiniz, her satırında İslam’ın savunucusu olan bu asker, nasıl dinsiz olabilir?
15 yıl yanından ayırmadığı Hafız Yaşar Okur Hoca “Atatürk’le On Beş Yıl: Dinî Hatıralar” isimli küçük bir kitapçık kaleme almıştır.
Başlangıç kısmında şunu yazar:
“Öteden beri Atatürk’ün dine karşı güya kayıtsız kaldığını iddia eden birtakım bedbahtlar hem bu eşsiz kahramanın hem de asil Türk milletinin mukaddes inançlarına saygısızlık göstermişlerdir.
15 yıl yanlarında bulunmamın bana verdiği hak ve salahiyetle diyebilirim ki; Atatürk dine karşı hiçbir zaman kayıtsız kalmamış, yalnız dini istismar edenlere cephe almıştır.”
Denilebilir ki; Mustafa Kemal’in davası İslam’ın ve Müslümanların korunmasıdır.
Bakınız, İngiliz etkisindeki Vehhabiliğin İslam’la olan bağları hakkında henüz Selanik yıllarında neler düşünür:
“Ahmet Fuat Bulca, Mustafa Kemal’in Suriye’den Selanik’e döndüğünde şunları anlatır:
…Bizlerle sohbetlerinde sık sık Arapların din yapıları ve bize karşı bu faktörü kısıtlı kullandıklarına dair dinledikleri ve gördükleri vardı.
Hususiyetle Suriyelilerin İslamiyet’i telakki ve tatbik tarzlarının hiç bize benzemediği yolunda misaller veriyordu.
İngilizlerin Vehhabiliği bir mezhepten farklı olarak adeta bir din yapısına sahip düşüncelerin esas İslamiyet’le alakasını münakaşaya değer buluyordu.
İslam dini hakkında tam bilgi sahibi olmayan bir kişi, İngiliz etkisindeki Vehhabiliği gerçek İslam’la karşılaştırabilir mi?
Ya da İslam itikadında samimi olmayan, İslam adına bir soru işareti olan Vehhabilik üzerinde durabilir mi?
Cumhuriyetin ilanından sonra da aynı tavrı devam ettirmişti:
“1. Tarih Kongresi, 1930 senesinde Ankara Halkevi’nde toplanmıştı. Muallimlerden biri, ‘Din lüzumlu bir şey midir?’ Diye sorar.
Atatürk bu suale gayet sakin bir tavırla hemen cevap verir: “Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kulu arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir.
Dinden maddi menfaat temin edenler menfur kimselerdir. İşte biz bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz.
Bu gibi din ticareti yapan insanlar saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.”
Bu ve benzeri sözleri ve din ticareti yapan vatan hainlerine karşı takındığı haklı tavır değil midir ki, pek çok zaman O’nu en yakınındakilerce bile “dinsiz mi acaba?” Sorusunu sordurmuştur. (Prof. Dr. Haydar Baş /Hoşgeldin Atatürk sayfa 547-554)
“Hoşgeldin Atatürk” eserindeki belgelerle anlatılan gerçek Atatürk’ü öğrenince ne sözde dinciler ne sözde Atatürkçüler, bugüne kadar Atatürk’e ve Onun emanetlerine faydadan çok zarar verdiklerini anlayacaklar.
Dindar Atamıza “dinsiz” diyenlere, “kendilerinin dinle ilişkilerini gözden geçirmelerini” tavsiye ederek “Atatürk’ün dini istismar edenlerle savaşı” analizimizi neticelendiriyoruz.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın kaynak eser olarak sunduğu “Hoşgeldin Atatürk” eserinde, daha fazla hakikatleri öğrenmeniz mümkündür.
Uğur Kepekçi