Hz. Mevlâna ve bazı felsefî akımlar (3)

Hz. Mevlâna’nın hümanizmle ilişkisi olmadığını ortaya koyan bir diğer gerçek de onun, gönül dünyasını üstün tutması gerçeğe ulaşmada kalp gözü gerçeğini esas alması, bu sebeple ilahi aşka insanın gayesi yolunda en büyük burak ya da delil saymasıdır. Bu noktada Mevlâna, aklı faydalı bir nimet kabul edip kullanmakla beraber, onun sınırlı olduğunu ve hakikate ulaşmada yetersiz kaldığını ifade eder. O, aklı, aşkın şehrinde çamura saplanmış merkebe benzetir. Bu, aklı küçümsemek anlamına gelmez. Bilakis aklın sınırını gösterir, görevini tarif eder. Hakk’a gidişte ilahi aşk ayrı bir âlemdir. Bu âlemde gurur ve kibire yer yoktur. Akıl ve zekâ hakikat âleminde biran mesabesindedir. Fakat, ilahi aşkın yaşandığı hakikat âlemine, ancak iki cihan serveri Hz. Muhammed’in (sav) yoluna kendini feda etmek, Mevlâna’nın tabiriyle aklı vahiy gerçeği karşısında kurban etmekle ulaşılabilir. Mevlâna’nın, bu gerçekleri ifade eden bazı sözlerini aktaralım:

Mevlâna’ya göre akıl, aşkın şerhinde çamura saplanıp çırpınan, çırpındıkça batan bir merkep gibidir. Nitekim Mesnevi’de “Akıl aşkı anlamada, eşek gibi balçığa saplandı da yattı gitti; aşkı da aşıklığı da gene aşk anlattı.” der.

Ve yine, “Bahtı yaver gider ve talihli olan bilir ki, akıl ve zekâ taslamak İblisten. Aşk ise Adem’den.” der.

Ayrıca: “Aklı sat, hayranlığı satın al, zira akıl ve zekâ zandan ibarettir.” sözü de ona aittir.

Her şey Allah içindir Mevlâna’da. “Aklı, Mustafa’nın önünde kurban et, hasbiyellah ‘Allah yeter’ de.” buyurur.

Hz. Mevlana’nın Hakk’a ve hidayete davet etmesi de hümanistlerce saptırılmış ve istismar edilmiştir. Esasen Mevlâna “Gel” derken Hakk’a, gerçeğe, doğru yola, hidayete ve kurtuluşa çağırmış tır. Bu çağrıda insanlar arasında ayırım yapmaması, merhamet ve müsamaha yönünden hem onun gönül zenginliğini, hem de davasının büyüklüğünü ifade eder.

“Gene gel, gene, ne olursan ol! İster kafir ol ister putperest ister Mecusi. Yüz kere tevbeni bozmuş olsan da gel! Bu dergâh ümitsizlik dergâhı değildir.’

Bu daveti ile Mevlâna’nın mümin-kafir ayırımı yapmadığı, her insanı, olduğu gibi kabul ettiği imajı verilerek, Mevlâna istismar ediliyor. Aslında Mevlâna, burada merhametinden dolayı insanları Hakk’a davet ediyor.

Mevlâna’da din ayırımı en küçük bir olayda bile kendini gösterir. Mevlâna’nın davet konusundaki geniş merhamet ve müsamahası da Kur’an gerçekleriyle bütünleşir:

“Mümin kuluma söyle. Kafirlerle en güzel söz ne ise onu söylesinler.” Yine Taha suresinin 44. ayeti kerimesinde Hz. Mûsâ’ya Cenab-ı Hak, “Firavuna rıfk ile muamele etmesini söylemiştir.

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütlerle çağır”

Sevgili Peygamberimiz de:

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” buyurmuş tur.

Mevlâna İslam’a davetteki bu incelikten dolayı:

“Gelsin varlık namına ne varsa gelsin! Kafiri, putperesti, Mecusi’si gelsin!” demiş tir.

Mevlâna, insanlığı imana ve İslam’a davet ediyor. Fakat bu davete icabet edenlere, mekân gerek ki, insanlar orada iman ve İslam eğitiminden geçsinler. İşte o mekân dergahtır.

Hülasa edersek, Mevlâna’daki bu davet, Allah’a ve İslâm’adır. Madem ki insanları Mevlâna olduğu gibi kabul edecek, o halde bu çağrı nereye ve kimedir? O zaman çağrıya gerek yoktu. Demek ki bu çağrı Allah’a ve İslam’adır. (Prof. Dr. Haydar Baş / İslam ve Mevlâna / Sayfa 15-36) (Devam edecek)

Uğur Kepekçi

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …