Mi’rac hakkında sözüm ona inandık diyenlerin eleştirilerine neden olan kısım şudur; Hz. Muhammed (s.a.v)’in Mi’rac gecesinde Yüce Allah ile yaptığı selâmlaşmasıdır.
“Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, (yere doğru)sarktı. / O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. (Necm suresi /8-9. Ayetler).
Bu konudaki hadisler ve rivayetlerde bahsedilen, namazda okuduğumuz tahiyattaki selamlaşma da şöyledir:
Peygamberimiz efendimiz, Allah’a selâmlarını şöyle arz etti:
“Bütün dualar, senalar, malî ve bedenî ibadetler, mülk, azamet Allah’a mahsustur.”
Yüce Allah şöyle mukabele etti:
“Ey Peygamber! Selâm sana. Allah’ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun” Hz. Muhammed (s.a.v.) şöylece yeniden söz aldı:
“Selâm ve esenlik bize ve Allah’ın Salih kullarının üzerine olsun.” (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, 1, 106)
İsnat edilen de Allah’a haşa bir mekân tahsis edilmiş olduğu zannı noktasındadır.
Mi’rac hadisesi gerçekleştiği andan itibaren imtihan sebebi olmuştur. Mi’rac, insanlığın adeta iman testi konumunda olmuştur. Nitelik ve içeriği kıyamete kadar; genel manada insanlığın, özel manada da Müslümanların imtihanı olmaya devam edecektir!..
Bugün bazılarının hala; “Mi’rac sadece manevi bir yolculuktur.” Diyebilmeleri sadece kendilerini bağlar. Mi’rac ayetle sabittir ki; uyanık bir vaziyette beden ve ruhen gerçekleşmiş bir hadisedir. İman edilmesi gereken de bu haldir.
“Kendisine ayetlerinden bir kısmını göstermek üzere kulu Muhammed’i bir gece Mescidi Haram’dan çevresini bereketlendirdiği Mescidi Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra suresi: /1. ayet).
Bazıları da Mi’rac mucizenin gerçekleştiği zaman ve mekân kısmına takılmaktadır. Bu da masum sebeplere dayanmaz, en az gafletle, Allah’ın kudretini sorgulamaya kalkışma olarak değerlendirilir.
Rahmetli Ziya Paşa ne güzel söylemiş: “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”
Şimdi gelelim Allah’a(c.c.) haşa mekân tahsis edilmez iddiasına Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın cevabına:
“Cenab-ı Hakk’ın elbette mekânı yoktur. O mekânın mekânı, zamanın zamanıdır. Durum bu olunca, zamandan ve mekândan münezzeh olup, her an hazır ve nazırdır. O halde, Cenab-ı Vacibul- Vücutsuz bir mekân ve zaman da tahayyül edilemez. Ancak Cenab-ı Hak, her yerde her zaman, dilediği şekilde tecelli eder, kendini müşahede ettirir. O’na mahsus bir mekânın olduğunu değil, belirttiğimiz ölçülerde olduğu gibi, sadece o mekânda varlığını tecelli ile izhar etmesidir. Mesela, Hz. Musa’ya Tur dağında, dağdan tecelli edip onunla konuşması, Cenab-ı Hakk’ın tecellisi için bir mekân seçmesi, O’na bir mekân tayin ve tahsis etmeye sebep olmaz. Hal böyle olunca; Mi’rac’daki tecelli ile Fahr-i Kâinatın Cenab-ı Hak ile konuşmasında da Allah(c.c.) için mekân tahsisi söz konusu değildir. (Rahmeten Lil Alemin / 1. Baskı / 1. Cilt / sayfa 218/ Prof. Dr. Haydar Baş) (Devam edecek…)