Orucun farzlarının, kişinin imsak ile iftar arasında belirli bir zaman dilimini yemekten içmekten ve cinsi münasebetten uzak kalmak olduğunu oruç tutan herkes bilir.
Bu şekilde tutulan oruçla, kişi hem sorumluluktan kurtulur hem de farz bir görevi yerine getirmiş olur.
Ancak oruç tutmamızı isteyen yüce yaradan, oruçtan en yüksek derecede fayda elde etmemizi de istemektedir.
Elbette böyle bir orucu Allah’ın seçkin kulları bilir ve tutarlar. Madem insanoğlunun karakterinde kârın daha fazla olmasına iştiyak var. Bu özelliğimizi oruç konusunda da yerine getirmeli, daha fazla kâr etmenin yoluna bakmalıyız.
İmam Gazzali’ye İhya-i Ulumuddin eserinde sorulur;
“Bir kimse, midesinin ve tenasül uzvunun şehvetlerini men edip (gözü, kulağı, kalbi ve diğer azaları korumadan) işin sırrına riayet etmese dahi -fakihlerin fetvasına göre- orucu sahihtir. Bu hükme ne dersiniz?”
Cevaben şunları söyler; “Zahire göre hüküm veren fakihler, bâtını şartlar hakkında ileri sürdüğümüz delillerden zayıf delillere dayanan zahir şartları tespit etmektedirler. Hele gıybet ve benzeri gibi manevî ve batını şartlar karşısında onların delilleri çok zayıf kalır.
Fakat zahire göre hüküm veren fakihler, ancak dünyaya sarılmış ve gaflete dalmış, halk ve avam tabakasına kolay gelen tekliflere bakarlar. Onları bunun ötesi pek ilgilendirmez.
Bakışları tamamen ahiret âlemine yönelen âlimlere gelince, onlar orucun sahih olmasından, Allah nezdinde kabul edilmesini kastetmektedirler.
Mademki kalp erbabı ve akıl erbabı nezdinde orucun sır ve hikmeti vardır, o halde şehvetlere dalarak gündüz yenen iki öğün yemeği iftar zamanında bir arada yemekten ve bütün gün kendisini aç bırakmaktan ne fayda temin edilebilir?
Eğer bu hareket, herhangi bir fayda temin etmiş olsaydı, o zaman Hz. Peygamber’in “Nice oruçlular vardır ki oruçlarından sadece açlık ve susuzluk elde ederler” sözünün manası ne olurdu.”
Bu konuda Ebu Derdâ (r.a.) şöyle buyurur: “Akıllıların uykusu ve iftarı ne güzeldir! Nasıl olur da akıllılar ahmakların orucuna ve uykusuz kalmalarına hayret ediyorlar. Takva ve yakîn sahibi olan bir kimsenin ibadetinin bir zerresi, mağrurların dağlar kadar olan ibadetinden daha üstün ve daha makbuldür!”
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Oruç emanettir. Bu bakımdan herhangi biriniz Allah’ın kendisine teslim ettiği emaneti korusun ve zayi etmesin”(İbn Mes’ud’dan)
Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre’den “Allah size, emanetleri ehline vermenizi emreder” (Nisâ/58) ayetini okuduğunda, Hz. Peygamber elini kulağına ve gözüne koyarak şöyle buyurmuştur: “Kulak emanettir, göz emanettir”. Eğer kulak ve göz orucun emanetlerinden ve oruçla korunması gereken şeylerden olmasaydı, Hz. Peygamber “Ben oruçluyum desin” demezdi.
Yani oruçlu bir kimseye biri söver ve onunla kavga etmek isterse, oruçlu ona; “Dil, Allah’ın bendeki emanetidir. Onu korumakla mükellefim. Sana kötü cevap vermek suretiyle o emanete nasıl ihanet edebilirim?” demelidir.
“Bu hakikatlerden sonra anlaşılmış olmalı ki her ibadetin zahiri ve batını, kabuğu ve özü vardır. Her ibadetin kabukları hususunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır. Bunu bildikten sonra dilersen sadece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er meydanına inersin.”
Sevabın çoğuna, meyvenin özüne, talip olmak için daha dikkatli oruç tutmaya ne dersiniz?