“Akıl tutulması” başlığı altında yıllardır makale yazarım. Bir makalemde de “görünen o ki bu başlık altında daha çok yazılar kaleme almamız gerekebilir” ifadesini kullanmıştım. Bu ifadenin aslı Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu’na aittir.
Öncelikle akıl tutulmasının ne manaya geldiğini belirttiğimiz eski bir makalemizden alıntı yapalım: “Akıl tutulması psikolojik ve manevi bir hastalıktır. İman zafiyetinden kaynaklanır. En büyük etken aldanmadır. Aklın durumu, aynen güneş ve ay tutulması gibidir. Güneş ve ay tutulduğunda, güneş ya da ayın önünü kaplayan şey, güneş ya da ayın ışığına engel olur. Akıl tutulması yaşayan kimsenin hali de böyledir. Bu hal, insan aklının sağlıklı çalışmasına engel olur. Bu durumu yaşayan insanın mantık süzgeci çalışmaz olur. Dolayısıyla söyledikleri ve yaptıklarıyla çevresindekileri şaşırtırlar.”
Bu ifade bazı dostlarımızı kızdırsa da biz bu konu hakkında yeri ve zamanı geldikçe daha çok makale yazacağız. Çünkü “akıl tutulması” bir hastalıktır. Bu hastalık tedavi edilmediği sürece hasta ile birlikte bulunduğumuz bu vatan gemisinde birlikte batacağız.
Konuyu biraz daha açmaya çalışalım. Bir meselenin hakkıyla anlaşılması ve değerlendirilebilmesi için bakış açısına, bir ölçüye ihtiyaç vardır. Bakacağımız konu din ise dinin temel kaynak ve ölçüsüne, ekonomi ise iktisat ilminin kriterlerine, ahlak ve kültür ise o toplumun değer yargılarına örf ve adetlerine, adalet ise o ülkenin hukuk sistemine bakılır.
Bu konular değerlendirilirken bir kimse ölçüsüz değerlendirme yapmaya kalkışılır, kendi ölçüsüz fikrini dayatmaya ve savunmaya kalkışırsa; bu bakış hastalıklı bir bakış tarzıdır. Bu hastalık bir tür akıl tutulması hastalığıdır.
Örneklendirmeye çalışalım. Büyük resimde cari açığın milyar dolarları aştığı, bütçenin açık verdiği, sendikasyon kredisi adı altında alınan iç ve dış borcumuz trilyon doları bulduğu, işsizlik ve yoksulluğun tavan yaptığı bir manzara görünürken; birilerinin küçük resme bakarak “ekonomimiz çok iyi çünkü IMF’ye borcumuz kalmadı” ifadesini kullanması bir tür akıl tutulmasıdır.
Dinimiz İslam’ın temel esaslarını bildiren Kur’an ve Sünnet’te domuz eti ve faiz haram kılınmışken; marketlerde domuz ürünlerinin reyonlarda arzı endam etmesini, bizatihi Başbakanın faizi bereket olarak tanımlanmasını sıradan bir iş gibi görmek, akıl tutulmasıdır.
Hırsızlık, yolsuzluk ve israfın haram kılınmasına rağmen; hemen her yerde hırsızlığın, yolsuzluğun ve israfın hâkim olduğunu gördüğü halde bunu meşru görmek, akıl tutulmasıdır.
İslam’da bir kişinin ölümüne sebep olmanın Allah’ın rahmetinden mahrum kalınacağına dair ilahi hükümler bulunmasına rağmen; Ortadoğu’da binlerce masum insanın öldürülmesine meşru gözle bakmak, akıl tutulmasıdır.
Yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızı yabancılara peşkeş çeken, terör örgütü ile masalara oturan, iktidar sahiplerini milli ve muhafazakâr olarak tanımlamak, akıl tutulmasıdır.
Milli ve dini bütünlüğümüzü tarumar eden, milleti açılığa ve yoksulluğa mahkûm eden siyasi bir partiyi ve lider kadrosunu dindar kabul edip desteklemek, akıl tutulmasıdır.
Bağımsız Türkiye Partisi’nin Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ın milletimize, hakkına sahip çıkmasının yollarını öğretmesine rağmen, fakirlikten kurtulup zenginlikle buluşacağının fırsatını sunmasına rağmen; hakkına sahip çıkmamak, bir akıl tutulmasıdır.
Burada akıl tutulmasını bir hakaret cümlesi olarak kullanmıyoruz. Bu ifade bir hastalık tanımıdır. Bu hastalıklı bakış, mutlaka tedavi olmalıdır. Bir atasözü ile bitirelim: “Ayarı bozuk teraziler, asla doğru tartmaz.” Bu sebeple, bugün dünden daha fazla gerçek ölçü sahiplerine ihtiyacımız vardır.