Asıl zenginlik Allah’la olmaktır

Zenginlik vasfının ne anlama geldiği, kişinin bakışıyla alakalıdır. Genel manada insanlar bu dünyada mal-mülk elde etmeği zenginlik sayarlar.

Bu konuda da aldanmamak için işin erbabının bakışıyla bakarak meseleyi aydınlığa kavuşturmaya çalışalım ve Prof. D. Haydar Baş hocamızın tespitlerini paylaşalım:

“Nefis tezkiyesi yaparak Hakk’ı tanımak, vuslat etmek, Allah ile beraber olmak; asıl zenginlik budur. Bu hâle de Cenâb-ı Hakk’ı zikirle ulaşılır. Asıl fakirlik ise bu tecellilerden mahrum kalınmasıdır. Asıl zenginlik İlâhî tecellilerin varlığıdır, diğerleri hep geçidir. Yarın-öbür gün elden çıkacak olan servetten ne olur? İnsanın elinden çıkacak olan servet, yarın-öbür gün insanı müflis duruma düşürür. Dolayısıyla, kalbe girecek ve onu kaplayacak kadar üzerine düşülmesine gerek yok…

Ama insanın hakiki dostu olan insandan ebediyyen ayrılmayacak olan o tecelli-i Bâri, ahirette de insana lazımdır. İnsanı terk etmeyecek olan gerçek serveti odur. Aslolan o serveti bulmaktır. Peygamberimiz buyuruyor ki:

“Üç şey ölünün ardından mezara kadar beraber gider: Ailesi, malı ve ameli. (Ölü kabre konulunca) bunlardan ikisi geri döner, birisi kalır. Geri dönenler ailesi ile malı, (ölünün yanında) kalan ise amelidir.”

Allah Resûlü (s.a.v.) buyurdu: “Kul, ‘Malım, malım!’ der; oysa onun malından yalnız üç şey vardır: Yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve verip biriktirdiği. Bunun dışındakilere gelince kendisi ölür, malını ise insanlara bırakır.”

Yine bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Allah’ı tesbih ve O’na hamd edişim, benim için üzerine güneş doğan yerlerden (dünyadan) daha sevimlidir.”

Bu bağlamda Yüce Allah’ın ikazı açıktır:

“Servet ve oğullar, dünya hayatinin süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (Kehf / 16).

Bu âyet-i kerimede geçen, bâki kalacak sâlih amellere dair peygamberimizin şu hadisi yol göstermektedir:

“Ayette geçen, ‘Bâki kalacak yararlı işler’, kulun şunları söylemesidir: Allahuekber, Suphanallah ve lâ ilâhe illallah ve lâ havle velâ kuvvete illâ billah.”

İbn Mesut rivayet eder ki: “O çarşıda, ezanı duyar duymaz mallarını bırakarak namaza koşan bazı kimseler gördü. Şöyle buyurdu: “Allah’ın, haklarında ‘Ne bir ticaret ve ne de alış-veriş onları Allah’ın zikrinden alıkoymaz’. (Nur Suresi: 37). Ayetinin indirildiği kimseler işte onlar hakkındadır.

Mü’min, hem bu dünya için, hem de âhiret için çalışan iki kanatlı kuş gibidir. Kur’ân-ı Kerim’de mü’minlerin özellikleri anlatılır. Bunlardan biri de boş, faydasız şeylerden yüz çevirmeleridir:

“Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’minun / 3).

Mü’min, bu dünyada boş işlerle uğraşmaz. Her hareketini “Allah benden razı olsun” diye düşünerek yapar. Dünyada yaşadığı her ânı Allah rızası için değerlendirme derdindedir. Dünya işleriyle meşgul olmadığı vakitler, ibadetle geçirdiği vakitlerdir. Esasen onu, dünya işleri de zikrullahtan alıkoyamaz. Dünyayı âhiretine tercih etmez.

Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulur:

“Onlar, ne ticaret, ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar”( Nur/ 37). (Prof. Dr. Haydar Baş, Kur’an ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali, Zekât, Sayfa 220- 224).

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …