Hicret öncesi Taif yolculuğu (1)

Muharrem ayının ilk günü olarak kabul edilen hicri takvimin başlangıcı sıradan bir olay değildir. Tabir yerinde ise asıl çağ kapamak ve çağ açmak ifadesi tam da hicretle özdeş bir terimdir.

Hz. Muhammed(s.a.v.) Peygamber olmadan önce bütün insanlığın ortak değeri olarak kabul edilen; dini, ırkı, düşüncesi ne olursa olsun herkesin hakemliğine başvurduğu bir kimseydi.

Ortak bir unvanı dahi ona layık görmüş, herkesin fikrinde ve gönlünde “Muhammed’ül Emin” diye yer etmiş biriydi…

Allah’ın O’nu Peygamber olarak seçtiğini, halka ilan etmesi istenince, iman ile küfür ayrılmaya başladı.

O’na inananlar sayı olarak pek az olduklarından işkenceler, boykotlar devri başladı. Peygambere ve O’na inananlara hayat hakkı tanınmamaya başlandı. Bu sebeple Peygamberimiz İslam’ın yayılması, O’na inananların daha rahat bir hayat yaşaması için hicret arayışlarına başladı.

Etrafa elçiler yolladı. Ancak müşriklerin korkusundan, kimse Peygambere kucak açmadı.

Habeş kralı Necaşiye yolladığı ekipten olumlu bir cevap geldi. Ancak fakirliği bahane ederek fazla sayıda Müslümanı ülkesine kabul edemeyeceğini söyledi.

Peygamberimiz bir yandan etrafa elçiler yolluyor, bir yandan da kendisi ümmetine hicret edebilecek yurtlar aramaya devam ediyordu.

Peygamberimizin Taif yolculuğunu Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed eserinden aktaralım:

Hz. Peygamber, Hz. Zeyd b. Harise’yi de yanına alarak Taif’e vardı. Kaldığı on gün zarfında, Sakif kabilesinin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. Onları İslam’a davet etti. Kavmine karşı, kendisiyle bir olarak mücadele etmelerini talep etti. Ne var ki, müspet netice alamadığı gibi birçok hakaret ve ithamlara da mâruz kaldı.

Sakiflilerden hayır gelmeyeceğini anlayan Resul-i Ekrem Efendimiz, geri dönmeye karar verdi. Hatta onlar da, kendisini gitmeye zorladılar. Bununla da yetinmeyip, ayak takımı, çocuklar ve sokak gençleriyle kölelere Allah Resulü‘nü taşlattılar. Yolun iki tarafında sıralanan bu kimseler, kahkaha cümbüşü içerisinde Hz. Peygamberi ve Zeyd’i taşa tuttular. Hz. Resulullah’ın ayakları, kan içinde kaldı. Yürüyemeyip yere yığılmak zorunda kaldı. Bu vicdansız insanlar, her yere oturuşunda O’nu zorla ayağa kaldırıp yeniden tas yağmuruna tutmuşlardı. O’na vücudunu siper yapmaya çalışan Hz. Zeyd’in de, her tarafı kan-revan içinde kalmıştı. Resul-i Ekrem’in hayatı boyunca karşılaştığı en büyük ezalardan biri de, işte bu hadise olmuştur.

Kendilerini, zorla bir bağa atarak taş yağmurundan kurtuldular. Bağ sahipleri olan Utbe ve Seybe b. Rabia kardeşler, Allah Resulünün akrabası idiler. Allah Resulü, bağın içindeki bir çardağın altında şu hazin ve ibretli dua ile Cenab-ı Hakk’a iltica ettiler:

“İlahi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak Sana arz eder, ancak Sana şikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği biçarelerin Rabbi Sensin! İlahî; kötü huylu, yüzsüz bir düşman eline Beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin. İlahi! Gazabına uğramayayım da, çektiğim mihnetlere, belalara aldırmam. Fakat Senin af ve merhametin, Bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. İlahi! Gazabına uğramaktan, rızasızlığa dûçâr olmaktan, Senin o zulmetleri aydınlatan ve ahirete ait işlerin medar-ı salahı olan İlahî nuruna sığınırım. İlahi! Sen razı oluncaya kadar affını diliyorum. Her kuvvet, her kudret ancak Seninle kâimdir.” (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed, Temmuz 2011, 1. Cilt, Sayfa 277-278)

(Devam edecek)

Önerilen Makale

Atatürk, Allah’a dua ederek yardım isterdi

Kurtuluş mücadelesi yıllarından itibaren İngiliz ve Yunan ajanlarının sinsi gayretleriyle dini bütün, imanı sağlam Gazi …