Ölçüsü doğru olmayan, doğruyu bulamaz

Sosyal hayatta ve dünyada yaşanan olaylara baktığımız zaman bir dengesizlik ve yanlışlık olduğu göze çarpmaktadır. Ticaretten siyasete, kulluktan ibadete, fertten topluma, davranışlarda güzel olmayan şeylerin zirvede olduğunu görüyor ve yaşıyoruz. Bilgi çağı diye adlandırılan bu çağda, maalesef insanlık onuru ile yaşamak gittikçe zorlaşmaktadır.

Elbette her sonucun bir sebebi; son olan bir şeyin de mutlaka başlangıcı vardır. Yaşanan bu dengesizliklerden, yanlışlardan kurtulmak istiyorsak; mutlaka geriye doğru bir bakış ve muhasebe yapmak zorundayız.

Konumuza katkı sağlamak için bir örnek vermek istiyorum. Ölçü sahibi bir büyüğüm, çok kıymet verdiğim, Rahmetli Celal Mısır Hocamızın bir sözünü nakletmek isterim. Rahmetli Celal Mısır Hocamızın sohbetlerinde sıklıkla bahsettiği bir konu vardı. O da “ölçü ve açı farkı” meselesidir. “Bir işin başında yapacağınız, basite alacağınız küçücük bir hata bile zaman geçtikçe size çok şeylere mal olur. Bu şuna benzer; başlangıçta çok küçük bir açı hatası yaptığınızda o açı farkı görünmeyecek kadar da küçük olsa, zaman geçtikçe o açı aralığı büyüyecek, belki de sizi hedeften çok uzaklaştıracaktır. Öyleyse açı farklarına dikkat ediniz. Yani ölçü sahibi olunuz. Ölçüsüz davranış sergilemeyin”

Başta kendi nefislerimize bu konuda ne kadar başarılı olduğumuzu sorsak belki de önce biz kendi yanlışlarımızı göreceğiz. Ölçüsüz davranışlar neticesinde toplumların geldiği son noktada; her ferdin kendi ölçüsüzlüğü, kendi yanlışlığı, genel manzaranın oluşmasına katkı sağlamıştır. “Damlaya damlaya göl olur” misali…

Özlenen bir toplum yapısına erişmek için yapılacak iş, gidilecek yol bellidir. Önce kendimizden başlayarak ölçülü davranışlar sergileyerek toplumsal güzelliklere dönüş için katkı sağlamalıyız.

Bu düşüncede ilk adımı atmaya niyetlenince, nefsimizden gelecek itiraza dikkat etmeliyiz. Nefisler “bir çiçekle yaz gelmez.” Diye seslenerek, ilk adımı atmaya engel olmaya çalışır. Bu söze kulak vermemeliyiz. Çünkü deryalar dahi damlalarla oluşur. Deryalara talip isek; bir damla olmakla işe başlamalıyız…

İlk insan Hz. Adem’in Peygamber olması; Yüce Allah’ın, insanların bir ölçü dahilinde hayat sürmesini istediğinin işaretidir. Öyleyse kimsenin kendi kendine, başıboş ve ölçüsüz bir hayat yaşaması; ne ferde ne de toplumlara bir fayda sağlamayacaktır. Doğru yol, doğru ölçü; ilahi kitaplar ve peygamberlerdir. İyilik ve güzelliğe talip olan insanlar için ölçü budur.

Geçmişle alakalı olan tahrif olmamış haliyle ilahi kitap ve peygambere olan inancımızı korumak, imanımızın gereğidir. Ona iman ederiz ancak Yüce Allah’ın buyruğu gereği bizim muhatap olduğumuz; son din İslam, son kitap Kuran ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.) dir.

İlahi buyruklara kulak vermiş ve yaşamını böylece ölçülendirmiş fert ve toplumlar, refah ve mutluluk içinde yaşamış; hem dünyalarını hem de ahiretlerini mamur etmişlerdir. Aksi davrananlar; gerek inananlar, gerek inanmayanlar, yaptıkları uygulama hatalarıyla, yani ölçüsüz davranışlarla dünyalarını ve ahiretlerini zehir ve zindan etmişlerdir.

Gerçekle buluşmanın yolu

Yanlışlar toplumlara bir anda yerleşmemiştir. İlk hata, ilk yanlış; ilk ölçüsüz davranış bir fert tarafından ortaya konmuş, onun açtığı yolda yürüyen herkes, bu yanlışın büyümesine katkı sağlamıştır. Hz. Adem’in oğlu Kabilin, kardeşi Habil’i (a.s.) öldürmekle bir yol açtığı gibi…

Peygamberimiz bu konuda yapılan yanlışın, açılan çığırın gelecekte insanlığın başına ne türlü belalar açacağını bildiği için ümmetini uyarmıştır: “Müslümanlıkta iyi bir yol açan kimseye o yolun sevabı verileceği gibi o yolda gidenlerinde sevabı verilir; bunun yanında onların sevabından bir şey eksilmez. Müslümanlıkta kötü bir yol açana o yolun günahı verileceği gibi o yoldan gidenlerin günahı da verilir; bunun yanında o yoldan gidenlerin günahı eksilmez.” (Riyazüssalihin / Müslim)

Kuran ve Hadislerle uyarılmasına rağmen insanlar, nefislerine uymakta ve ölçüsüz davranışlarla; yanlışta ısrar etmekte daha mahir davranmıştır.

Nice geçmiş dinlerin bozulmasında, peygamberlerin, velilerin, şehit edilmesinde, kan davalarında, hakların gaspında; insanların nefislerine uyarak ölçüsüz davranışlarının etkisi olmuştur. Başlangıçtaki bu açı farkı neticesinde Yüce Allah’ın(cc) emirlerine uymak yerine babalarının dedelerinin taptığı putlara tapmak, cahiliye adetlerine tabi olmak onlara daha sevimli gelmeye başlamıştır.

İnsanlar, Hak tarafından gönderilen kitapların doğruluğunu bildikleri halde; ilahi buyruklara, peygamberlere itiraz ederken dün genel mantık buydu.

Bu gün de manzara aynı değil mi? Sadece; yer, zaman, şekil ve roller değişik. Mantık gene aynı mantıktır.

Bu mantığı yıkmanın ve gerçekle buluşmanın yolunu da ilim şehrinin kapısı olan İmam Ali (a.s.) haber vermiştir: “Hakikatin hatırı, dostun hatırından üstündür”

Hz. Ali (a.s.) bu sözü bizatihi kendi yaşamına rehber edinmiştir. Onun Hz. Muhammed’e(s.a.a.) tabi olması da bu sözün tezahürü niteliğindedir. Hz. Ali henüz 9 – 10 yaşlarındaydı. Bir gün Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed(s.a.a.) Efendimizi Hz. Hatice ile namaz kılarken gördü. Hayranlıkla seyredip, namaz bitince;

“Nedir bu?” diye sordu. Peygamber efendimiz;

“Ey Ali, bu Allah`ın seçtiği, beğendiği dindir. Ben seni bir olan Allah`a iman etmeye davet eder, insana ne faydası, ne de zararı dokunmayan Lat ve Uzza’ya tapmaktan sakındırırım” dedi. Hz. Ali, bu teklif karşısında bir an durakladı. Sonra dedi ki:

“Benim şimdiye kadar görmediğim, işitmediğim bir şey bu. Babam Ebû Talib’e danışmadan bir şey diyemem.”

Peygamber Efendimiz, henüz davasını açıkça ilan etme emrini almadığı için Hz. Ali’yi ikaz etti;

“Ey Ali” dedi. “Eğer söylediklerimi yaparsan yap. Yok, eğer yapmayacak olursan, gördüğünü ve işittiğini gizli tut. Kimseye bir şey söyleme” Hz. Ali, bu ikaz üzerine sırrını muhafaza edeceğine söz verdi. O geceyi düşünerek geçirdi. Ertesi sabah Resulullahın huzuruna giderek; “Allah, beni yaratırken Ebû Talib’e sormadı ki, ben de Ona ibadet etmek için gidip kendisine danışayım,” dedi ve Müslüman oldu. (İbn-i Kesir/ Sire: 1/428.)

Hz. Ali(a.s.) bu davranışı ile hakikatin hatırını, en yakın dostu olan babasının hatırından bile üstün görerek sarsılmaz bir hayat ölçüsü vermiştir.

Ölçüye ulaşmanın yolu ve Prof. Dr. Haydar Baş’ın gayretleri

Yüce Peygamberimiz Veda Hutbesinde bizlere kendinden sonra yolumuzu şaşırmamamız için ölçüyü ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştu:

“Size iki ağır emanet bırakıyorum. Birincisi, içinde hidayet ve nur olan Allah’ın Kitabıdır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın! İkincisi, ehl-i beytimdir. Ehl-i beytime sahip çıkın! Onlar hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum…”(Müslim, Fadâilu’s Sahâbe, 36.)

Peygamberimizin Veda Hutbesinde işaret ederek altını çizdiği iki emanetten biri olan Ehl-i Beyt, Canlı Kur’an hükmünde olup, hidayet ve selamet rehberidir. İslam’ın gerçek manada anlaşılması ve yaşanması için bu vazgeçilmez bir ölçüdür.

Müslümanlar, Ehl-i Beyt’in hayat ölçülerini hayatlarına tatbik ettikleri sürece, biri birinden emin, barış ve huzur içinde yaşamıştır. Müslümanın ölçü sahibi olmasından sadece iman edenler değil iman etmeyenler dahi istifade etmişler. Onlar da huzur ve mutluluk içinde kendi inançlarını doya doya yaşamıştır.

Çünkü İslam, bütün insanlık için huzur ve barış dinidir. Kimsenin hakkına tecavüz yoktur. Haklının hakkı teslim edilir, inancına bakılmaz. Maalesef yaşadığımız şu son zamanlarda kendini Müslüman diye adlandıran bazı sapıklar, sözde inançları uğruna gözlerini kırpmadan başkalarını hunharca katletmektedirler. Özellikle son zamanlarda İslam coğrafyasında insanlık dışı katliamlar yapılmaktadır. Sosyal medyaya yansıyan öyle görüntüler var ki bırakın Müslümanı, insan olan bu vahşeti yapmaz. Kendisi gibi düşünmeyenleri kurşuna dizebiliyor, öldürebiliyor, kalbini söküp dişleyebiliyor, kanını içebiliyor, bombalarla paramparça edebiliyor.

Peygamberimizin “Müslüman o ki, eliyle diliyle başkasına zarar vermeyendir” buyruğu nerede kaldı. “Kendisi için istediğini başkası için de istemeyen, gerçek mü’min olamaz.” (Buhari, İman: 10) buyruğunu nasıl göremezlikten gelebilirsiniz?

Yüce Allah “Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır” (Nisa:93) ayetini nasıl göz ardı edebiliriz?

Veda Hutbesinde Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.a.) Müslüman’ın Müslüman’a kanının, malının haram olduğunu beyan ediyor. “Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz.” Bu ne garip durumdur ki Müslüman Müslüman’ın kanına, canına, malına, namusuna tecavüz ediyor.

Hiç merak ettiniz mi neden bu hallere düşüldü diye? Bu hale düşülme sebebi: Ölçünün dışına çıkıldı da ondandır. İslam’ın ve insanlığın gerçek hayat ölçülerini bize sunan Ehl-i Beyt’ten uzaklaşmanın bedeli ödenmektedir.

Ödenen bu bedelden kurtulmak, doğru ölçüyle buluşmak için çağımızın bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş yoğun bir gayret ortaya koymaktadır. Binlerce sayfalık, onlarca cilt, temel kaynak ortaya koyarak Ehl-i Beyt Külliyatını meydana getirmiştir.

Ehl-i Beyt Külliyatıyla, yaşadığımız sosyal hayatta sadece Türk insanının değil dünya Müslümanlarının ortak derdi olan bu ölçüsüzlüğe neşter vuran Prof. Dr. Haydar Baş, asırlarla ölçülebilen Ehl-i Beyt hakkındaki bilgileri ve tarihte cereyan eden bazı olayların perde arkasını aralamaktadır.

Prof. Dr. Haydar Baş, Ehli Beyt Külliyatı sayesinde, yıllardır İslam dünyasına sokulan bidatleri deşifre etmekte ve tevhidin merkezinin Ehli Beyt olduğunu vurgulamaktadır.

Bu konuda Prof. Dr. Haydar Baş’ın yazdığı Ehl-i Beyt Külliyatı ve ortaya koyduğu gayretler özelde İslam âlemine, genelde insanlığa sunulmuş bir ölçü ve kurtuluştur.

Uğur Kepekçi / Mart 2016 / İcmal

Önerilen Makale

Güneş balçıkla sıvanmaz

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, dünya tarihinde eşine rastlanmayan bir milli mücadeleyle bizlere üzerinde yaşayabileceğimiz bir …