İnsanlar mutlu bir hayat sürmek istiyorlarsa; kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini, nerede yaşadıklarını, ne amaçla yaratıldıklarını; yaşadığı sürece nasıl davranması gerektiğini, sorumluluklarını bilmek zorundadır.
Bu soruların cevabını kendi nefsinde aramayan, bulamayan ve gereğini yerine getiremeyen birinden; ne mutlu olmasını, ne de etrafına yarar sağlamasını beklemek imkânsızdır.
İnsanoğlu yukarıda beyan ettiğimiz soruların cevabını araştırdığı takdirde mutlaka bulacaktır. Çünkü insanı yaratmaya karar verip dünya sahnesine gönderen yüce Allah(cc), sadece insanı değil yarattığı hiçbir şeyi boş ve amaçsız yaratmamıştır.
İnsanları imtihan, diğer varlıkların çoğunu da insanın imtihanında kullanılmak üzere yaratmıştır.
Yüce kitabında bunu şöyle beyan etmiştir:
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru.” derler. (Al-i İmran /191)
Madem yüce Allah(cc) her şeyi bir maksat için yarattığını beyan ediyor. O zaman biz de en azından, bilmemizi istediği şeylerin hikmetini anlamaya, kavramaya çalışmalıyız. Zaten kutsal kitaplar ve peygamberler bu maksatla gönderilmiştir. Birkaç örnek ayet aktarmaya çalışalım:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariat / 56)
“O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk /2)
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya /35)
“Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim.” (Kehf /7)
Yüce Allah(cc), insanoğlundan beklenen iyiliklerin sadece sözde değil, amelde de meydana çıkmasını sağlaması için mutlak bir gayret ortaya koymasını istemiştir. İşte dünya imtihanının püf noktası da bu noktadır.
“Andolsun ki, biz içinizden cihat edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz. (Muhammed /31)
İşin özüne vakıf olamayan ve yaratılış gayesinden uzak fikirlerle beslenen Müslümanların çoğu, maalesef bu noktada aldanmaya başlamışlardır. Cihat kelimesine genelde savaş manası yüklenmiş; dinde gayret, şiddet ve terör noktasına kadar varmıştır. Bugün sözüm ona Müslüman olduğunu iddia eden bazı bahtsızlar, inancı uğruna terör örgütleri kurmuş, mala ve cana kast ederek dünyayı kan gölüne çevirmektedirler.
Hâlbuki Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed(s.a.a.) efendimiz gönderiliş sebebini şöylece haber vermiştir: “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” (İbn Hanbel, Müsned, II, 381).
Kur’an’ı Kerim’de de onun ahlakına atıfta bulunulmuş ve övgü ile bahsedilmiştir: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem: 4).
Bu ayete göre, ahlakı güzel ve yüce olmayanlar; nasıl dinden imandan, peygamberden bahsedebilir.
Güzel ahlak hakkında Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed(s.a.a.) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sordum. Buyurdu ki: “İyilik güzel ahlâktan ibarettir. Günah ise kalbini tırmalayıp durduğu halde insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr 14, 15. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 52).
Bir başka hadisi şerifte de “Hayırlınız, ahlâkı güzel olanınızdır.” (Buhârî, Menâkıb 23).
Madem Allah’ın kulu hakkında hoşnut olduğu amel güzel ahlaktır, o zaman her şeyden önce ahlakımızı güzelleştirmenin yollarını aramak, bulmak ve gereğini yerine getirmek zorundayız.
Yüce Allah, bizden dünyaya düzen vermeden önce kendimize çekidüzen vermemizi istemektedir. Buradaki ince noktayı ve güzel ahlak önceliğini gözen kaçıran sözde Müslümanlar, din adına dine zarar vermekten başka bir işe yaramamaktadırlar.
İyilik ve güzel ahlak kendiliğinden oluşan bir hal değildir. Güzel ahlakı elde edebilmek için mutlaka bir gayret ortaya koymak gerekmektedir.
Kime sorsanız kendine iyilikle muamele edilmesini ister. Maalesef kendine reva gördüğü bu güzelliği çoğu zaman başkasından esirger. Toplum olarak ve dünya olarak gelinen nokta meydandadır(!)
İnsanların bilgileri artabilir ama şöyle bir etrafımıza baktığımız zaman güzel ahlaktan nasiptar olan insan sayısının oldukça az olduğu görülür. Bu günlük hayatta böyle, ibadette böyle, siyasette böyle, ticarette böyle, hatta kutsal topraklarda bile böyledir…
Güzel ahlak, insanlığın her zaman her yerde özlediği bir davranış biçimdir.
Şunu bilmek zorundayız ki; “güzel ahlak, insanlığın davranış biçimi olmadığı müddetçe insanlık rahat yüzü görmeyecektir.”
Güzel ahlakın toplumda yayınlaşması için fertlerin ciddi bir eğitimden geçmesi gerekmektedir. Bu eğitimde kâmil insanların rolü büyüktür. Kamil insan, Kur’an ve Sünnetin Allah ve Resulünün anlatmak istediği şekilde anlaşılmasını sağlayacak, ferdi ve nefsi yorumlardan kurtaracaktır.
Çağımız kâmil insanlarından Prof. Dr. Haydar Baş, fitnelerin en yaygın olduğu şu dönemde; siyasetten ekonomiye, kültürden ibadete, sosyal yaşamın her şubesinde insanımıza yol göstermektedir.
Dünya vahşi kapitalizmin pençesinde can çekişirken O “Milli Ekonomi Modeli” ve “Sosyal Devlet Mili Devlet” teziyle insanlığa huzur ve zenginliğin kapısını göstermiştir.
Yine insanlık çeşitli fitne odaklarının oyununa geldiği ve birbirinin kanına, canına, malına kastettiği bir zamanda, İslam dünyasını kuşatan fitnelerden kurtulma yolunun ancak ve ancak tevhidin merkezi Ehli Beyt’le olacağını işaret etmiş; bu konuda kaleme aldığı Ehl-i Beyt külliyatıyla imanın ve birliğin gerçek adresini göstermiştir.
Başta güzel ahlak olmak üzere imanın gerçek lezzetine varmadan; hayatın ve yaratılışın gayesine ulaşmak mümkün değildir. Ahlakı güzel olanın; her işi güzel olur vesselam…
Uğur Kepekçi / Kasım 2015 / İcmal