Mübarek Ramazanın son 10 gününe girdik. Yüce Peygamberimiz tarafından “Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azat” diye müjdelenen mübarek günlerin sonuna yaklaşıyoruz. Rabbim cümlemize güzel bir bayram nasip eylesin.
Bir vesileyle İstanbul’da bulundum. Çarşı Pazar dolaştım. Klasik bir söz olan “nerede o eski ramazanlar” tabirini kullanmak istemezdim ama gerçekten de eski ramazanlardan bir eser yok. Başta şunu peşinen söyleyelim ki ibadet kültürü, yerini eğlence ve gösteriş kültürüne bırakmış. Konserler, söyleşiler, tiyatrolar, gösteriler…
İnsanlar sürekli çarşıda, pazarda, meydanda; ibadete zaman bulanlara aşk olsun…
Oruç tutmayanlar, açıkça yiyip içmeye devam ediyor. Kimsenin oruç tutup tutmaması bizi ilgilendirmiyor. O Allah’la kendisi arasında ama kimsenin birbirine saygısı kalmamış. Eskiden inanmayan kimseler bile inanlara saygı duyar, oruç olmadığını gizlerlerdi. Şimdi o saygı kalmamış.
Yıllardır savunduğum bir fikri tekrarlıyorum. “Millet olarak asla dindarlaşmıyoruz. Günden güne yozlaşıyoruz.”
Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde bundan 30 – 40 yıl evvel İslam adına yola çıkanlar, daha önceleri amatör bir ruhla hareket ettikleri için ibadet ağırlıklı bir hayat sürerlerdi. Yani kulluk şuuru daha ağır basardı.
Evet, o zamanlar Müslümanların büyük işletmeleri, holdingleri yoktu. Televizyonları, gazeteleri yoktu. Basın yayın sahasında büyük güç sahibi değillerdi. Dindarlık bir rant kapısı değildi. Dincilik değil dindarlık daha yaygındı.
O zamanlarda Müslümanlar arasına fitne kapısı açıldı. Dillerde gönüllerde bir düşünce yayılmaya çalışıldı. Meşhur söz şuydu: “Müslüman zengin olmalı, güç sahibi olursa İslam’a daha fazla hizmet edilir.”
Bu kapı öyle bir kapı ki; peygamberimizin asırlar önce bizi uyardığı bir fitne kapısıydı bu kapı…
“Her ümmetin bir fitnesi (bir imtihan sebebi) vardır. Benim ümmetimin fitnesi de dünya malıdır.” (Tirmizî, Zühd: 26)
Bu kapıdan içeri giren milletimiz bazı ellerin de yardımıyla, teşvikiyle adım adım güçlendi. Siyaset sahasında, ticaret sahasında çok ciddi mesafeler kaydetti. İstenilen şey gerçekleşti. Müslüman zengin oldu. Onlarında televizyonları, gazeteleri, işletmeleri, holdingleri oldu. Ama bu güç asla dindarlaşmamıza yaramadı.
Bu arada unutulan şey dünya malının imtihan olduğuydu. Elde edilen dünyalıkların nasıl kullanılacağı ya da dünya malının araç olmaktan çıkartılıp amaca dönüştürülmesinin önüne geçilemedi.
Hz. Mevlana’nın ikazı unutuldu: “Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır ancak geminin içi su alırsa gemi batar”
İnsan, eline cebine koyması gereken parayı serveti, gönlüne aldığı dünya malı sayesinde, gönül gemisi su aldı. Adım adım battı. Batmaya da devam etmektedir. Gönül gemisi su alan insanlığın batmaktan kurtulması için dünya malına gerektiğinden fazla kıymet vermemesi ve ibadete yönelmesi, sahip olduğu nimetlerden başkalarına ikramda bulunması gerekmektedir. Mübarek Ramazan devam ediyor ve hala zekât, fitre, sadaka gibi ibadetleri yerine getirmek için zamanımız var. Suyu geminin dışına almalı ve üzerinde yüzdürmeye başlamalıyız.
Uğur Kepekçi / 28.06.2016