İnsanoğlu yaratılış gayesinden uzaklaştıkça imtihan sırrından da uzaklaşmakta, böylece nefis ve şeytanın türlü oyunlarına alet olarak Allah’ın rızasından uzaklaşmaktadır.
Şimdi de bu Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın önemli konu hakkındaki görüşlerini paylaşalım:
Kur’ân-ı Kerim’de Cenab-ı Hâk, dünya hayatının geçici olduğunu, gerçek ve kalıcı hayatın ahiret hayatı olduğunu vurgular bizi hep ölüm ötesine, yani ahirete hazırlar. Zaten hayat ile ahiret arasındaki geçiş kapısı ölümdür.
Hayat bir dünyadır. Ahiret de bir dünyadır. İkisinin arasındaki perde ölümdür. Ama nefis ahirete görmediği, bilmediği, tanımadığı için, o tarafa yokluk olarak bakar.
Ölümden de çok korkar. Tir tir titrer. Yakinen bilse ki, ondan sonra muazzam sonsuz bir hayat var; o zaman ölüme koşa koşa gider.
Ölüm gerçeği kabul etsek de etmesek de vardır. Bu gerçek, ayet-i kerimelerde sıkça hatırlatılır:
“Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya: 21/35.)
Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O Aziz’dir, Gafur’dur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur).” (Mülk: 67/2).
“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resulüm!), “Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz’ desen, kâfir olanlar derhal, ‘Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir’ derler.” (Hud: 11/7).
İnsanın, “Dünyaya niye geldik?” diye sorması lazımdır. Allah kulunu deniyor. İnsanın kazanması için dediklerini yerine getirmesi lazımdır. Yüce Allah’ın dediklerini yerine getirmenin ve O’nun rızasını gözeterek yaşamanın adı da ibadettir. İbadetler bizi Allah’a taşır. Bu sebeple, Allah’a ulaşmak, O’na kavuşmak isteyen insanın yaşantısında ibadetler önemli bir yer tutar.
Cenâb-ı Hak insanların hangisinin amel yönünden daha güzel hareket edeceğini, hangisinin dünyayı ahirete tercih edeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. Hayat da ölüm de mahlûktur, yaratılmıştır. Ama ölüm öyle bir mahlûktur ki, nefsimize, yok olmak gibi görünüyor. Hâlbuki maddesiz yaşantının boyutlarıdır.
Ruh planında girdiğimiz bir âlemdir. İşte buna insanın inanması ve burası için hazırlık yapması lazımdır, Bunun muhasebesi, murakabesi yapılıp orada nasıl temize çıkacak isek, o şekilde hayatimizi tanzim etmemiz, ahirete inanmak manasına gelir ki, bunu da bir Müslüman olarak hayatımıza geçirmemiz şarttır ve de esastır.
“Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar yok mu, iste onların, kazanmakta oldukları ((günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!” (Yunus: 10 /7-8).
“Ama onlar, önceden yaptıklarından dolayı ölümü asla temenni etmezler. Allah, zalimleri çok iyi bilir.” (Cuma: 62/7).
O kişiler Allah’a ulaşmayı ummadılar. Allah’a döneceklerine, O’na hesap vereceklerine ihtimal vermediler. Oysa Cenâb-ı Hak hem iyilik hem de kötülük yönünden zerrenin hesabını soracaktır.
Böyle bir şeyi hesaba koymayanlar ise, ayete göre dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlardır. Malın yokluğundan doğan fakirlik sıfatı, yine malın varlığından doğan zenginlik sıfatı vardır.
Bunlar, kendileriyle imtihan ve deneme için yapılan iki durumdur. Her nefis ölümü tadacaktır. Geriye kalacak olan sâlih amellerdir. O sebeple akıllı kul, sâlih amellere sarılmalıdır. (Prof. Dr. Haydar Baş, Kur’an ve Sünnet Işığında Büyük İslam İlmihali, Zekât, Sayfa 197-199).