Peygamberimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmuştur. Ancak güzel ahlak sahibi insanı bulmanın zor olduğu bir dönemdeyiz.
Sözde dindar insanların sayısı gün geçtikçe artmakta ama bu artışla doğru orantılı olarak güzel ahlaklı insan sayısı aynı oranda artmamaktadır. Bu sebeple bu sorun dindarlık iddiasında bulunan herkesin sorunudur.
Sorun bununla da sınırlı değil ahlak bunalımı ulusal güvenliğimizi de tehdit etmektedir. Çünkü kötü ahlak toplumun bütün alanlarını etkileyen yüce milletimizi kültürel olarak çok kötü yönden etkilemektedir.
Kötü ahlakın en tehlikeli kısmı fertler arası güven ortadan kalkmakta sosyal alanda tamamen ikili ilişkileri etkilemekte ve dolayısıyla da toplumun her kesimine yansımaktadır.
Değerli dostlar ahlak bulaşıcı özellik taşır. İyi ya da kötü ahlak sahibi biriyle irtibat halinde olan herkes bulunduğu ortam ya da kişiden etkilenir.
Güzel ahlak kitap okumayla bilgi edinmekle de olmuyor. Mutlaka Allah’ın sevgisine mazhar olmuş güzel ahlak sahibi kâmil insanlarla dost olmak gerekiyor.
Bu konuda Çağın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın sohbetlerine ulaşabileceğimiz en doğru adres olan Prof. Dr. Haydar Baş Enstitüsü belgelerinden bu konuda muhteşem bir bilgi aktararak konunun açıklığa kavuşmasını sağlayalım müsaadenizle;
“Bunu bize gösterecek bir mürebbinin, terbiyecinin olması lazımdır. Esasen terbiye “Rab” kökünden gelir. Ne demek? Ya insan Rablaşır mı? Hâşâ. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmasıdır. Bunu nasıl yapacağız?
Madem peygamber yok, onların yolunda gidenlerle beraber olmak, iyi bir dost bulmak, bizi hem nefsimiz için hem de etrafımız için mükemmel hale getirir ve de taşır. “Etkilenmem bu mümkün değil” Etkilenir insanın, “İnsan insanın kurdudur”, Batıllar öyle der.
Yani insan insanı etki eder. İsterse onu yanlışa, isterse doğruya sevk eder. Fiziki ortamda, ortam sizi etkiliyor mu? Etkiliyor. Manen de etkiliyor. Kahveye gidersiniz, üstünüz başınız sigara dumanı kokar. Öyle değil mi? Oradaki hâller size hâl olur, huy olur. Oradaki hâller huy hâline gelir sizde. Kahveye giden insan zannetmem. Ben sana söyleyeyim, ilmi makaleler orada okusun, eserler yazsın. Gidecektir orada, oyun seyredecektir, şunu yapacaktır…
Kısaca o insanların karakteri hâl olarak size yerleşecek. Bir de bunun tersini düşün. Hiç öyle bir ortamı olmayan yerdesiniz, herhalde orada da oyun oynayamazsınız. Değil mi? Itriyat deposunda çalışan güzel kokar. Affedersiniz, ahırda seyislik yapan o da at kokar, merkep kokar. Değil mi?
Hatta Gülzâr-ı Medine’sinde Sâdî, ârifin bir tanesi hamamda başını yıkarken hükümdar toprağa soruyor, gönül diliyle. “Senin arkadaşların ayakaltında da nasıl oldu başa çıktın?” “Bir zamanlar gül ağacının altındaydım. Yapraklar üzerime düştü, kokusu bana sirayet etti. Hükümdar da oradan geçerken bu kokuyu aldı. Zannetti ki koku benden, hâlbuki gülden” diyor. “Onun için başına sürüyor.” Yani etkilenmemek mümkün değil.
Öyle olmamış olsaydı peygamberin gördüğünün adı “sahabe” olur muydu? Değil mi? O makama insanın çıkması mümkün olur muydu? Delil, bundan büyük delil olur mu? Hadi erkeksen sen sahabe ol. Öpeyim ayaklarını. Bir peygamber nazarı sana erişe ki o nazar Mevlana’nın tabiriyle “toprağı altın ediyor, bakıra altın ediyor.” (Prof. Dr. Haydar Baş Enstitüsü / Dini Yaşam / İftar Sohbeti- Güzel Ahlak / 5 Ocak 1996)