Kaybolan değerlerimizden atasözleri / İCMAL DERGİSİ / KASIM 2019

Toplumsal sorunların iyice açığa çıktığı, ahlaki çöküntünün gittikçe derinleştiği; rüşvetin, zinanın, uyuşturucu kullanımının, kadın cinayetlerinin, sıradan sebeplerle adam öldürmenin; önü alınamaz bir hâl aldığı dönemleri yaşıyoruz.

Bu durum, asırlardır dünyaya ahlak ve medeniyet dersi veren Türk milletine, asla ve asla yakışmamaktadır. Bir yerde işler yolunda gitmiyorsa, orada ciddi sorunlar var demektir. İşleri yoluna sokmanın kuralı; önce teşhis, sonra tedavidir.

Lüks yaşantısıyla hayat sürenler, haktan kopuk yaşayan siyasiler ve akademisyenler; rant peşinde koşanlar, yandaş gözle bakanlar, yandaş mantıkla yazanlar, çizenler; bırakın çözümü, sorunlara doğru teşhisi bile yapamazlar.

Her konuda milletimizin sorunlarını doğru teşhis eden, doğru çözümler sunan, doğru ufuklar çizen; milletimizle, devletimizle bir ve beraber olmanın gerekliliğini savunan; siyaset adamı, fikir ve gönül adamı Prof. Dr. Haydar Baş, bu konudaki sorunu da görmüş, teşhis etmiş ve çarelerini meydana koymuştur.

Prof. Dr. Haydar Baş, ilkini Trabzon’da başlattığı “Kaybolan Değerlerimiz” sempozyumları ile halkımıza, özenle yetiştirdiği kadrosuyla birlikte, çok değerli fikirlerini sunmuştur. Trabzon’da tertiplenen bu sempozyumun yankıları dalga dalga yayılmaktadır. Meğer insanımız ne kadar dertliymiş bu konuda da…

Suskunluğunu koruyan Türk milleti, meğer “Bir dokun bin ah işit” seviyesine gelmiş de kimsenin haberi yokmuş. Herkes dert küpü olmuş da derdini anlatacak zemin bulamamanın ıstırabını yaşıyormuş. Biz bir dokunduk, bin ah işittik…

İnsan topluluklarını faydalı, başarılı, medeni ve ahlaklı bir millet haline getiren bazı değerler vardır. Bu değerler, asırlar boyu yaşamını sürdüren milletleri ayakta tutan, olmazsa olmaz değerlerdir. Bu değerler; inanç ve kültür olarak kendini gösterir.

Bir toplumun gerek dini, gerekse kültürel değerlere kavuşması; yıllar, asırlar süren bir süreçtir. Elde edilen her değer, kuşaktan kuşağa aktarılarak devam eder. Bu tabii süreç, kesintiye uğradığı zaman; o toplum, millet olma vasfını bir şekilde kaybeder.

Türk milleti, diğer milletlere nazaran gerek İslamiyet’i kabul etmeden önce, gerek İslamiyet’i kabul ettikten sonra elde ettiği değerlerine sımsıkı sarılmış bir millet olma özelliğini kazanmıştır. Bu nedenle asırlar boyu süren devletler kurmuş, ya da yıkılanın yerine yeni devletler kuracak kudret ve kabiliyeti kazanmıştır.

Tarihi incelediğimizde, millet olarak gittiğimiz yerde ecdadımız; işgal mantığından çok fetih mantığını hâkim kılmış, kendi taşıdığı değerlerin yanında, inancına ve örfüne ters düşmeyen kültürleri, kendi kültürüyle harmanlamış, insanlığın ihyasında ve faydasına bir değer olarak kullanmış, gelecek nesillere aktarmıştır.

Kendini bilen, gelecek nesillerin ihyasını ve irşadını düşünen büyükler de sorumluluk bilinciyle hareket ederek, gelecek nesillere ulaşmasını istedikleri söz ve davranışlarını bir ölçü çerçevesinde ortaya koymuştur.

Bunlar da bazen bir eser, bazen bir nasihat şeklinde gelecek nesillere aktarılmıştır. Bu bağlamda atasözleri milletimizin değerlerinin şekillenmesinde bir kültür halini almıştır.

Atasözleri bir kültürdür

Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mâl olmuş, öğüt verici nitelikteki sözlere atasözü denmektedir. Atasözü, milletler için adeta bir kültür; bir okul niteliği taşımaktadır. Hemen herkesin dağarcığında birkaç atasözü bulunur.

Söze başlarken, ”Bizim orada derler ki”, “Rahmetli babam derdi ki”, “Atalarımız demiş ki” diye başlarlar. Söylenilen atasözleri, kelimelerin yan yana basitçe dizilişi olarak algılanmamalıdır. Eğer söylenen bir söz, halka mâl olmuşsa; onun içerdiği mana basitlikten çıkmış, özellik arz etmektedir. Bu özellik de, o toplumun yapısını oluşturmaktadır.

Onun içindir ki atasözleri bir milletin kültürüdür. Söz, sözden açılmışken; söz hakkında söylenmiş atasözleriyle devam edelim: “Ağızdan çıkan söz bil ki, yaydan fırlayan ok gibidir. O ok gittiği yerden geri dönmez. Seli baştan bağlamak gerek” (Hz. Mevlana)

“Güzel sözler petekten damla damla sızan bala benzer, insanın ruhuna tat verir” (Hz. Süleyman)

“Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır” (Ataullah İskenderi)

“Söz ola kestire başı/Söz ola kestire savaşı/Söz ola ağulu aşı/Bal ile yağ eder bir söz” (Yunus Emre)

Halka mâl olmuş atasözleri derin bir tecrübe ürünüdür. O atasözü son şeklini almadan önce, yaşanmış birçok tecrübeleri vardır. Bakınız Hz. Mevlana tecrübe konusunda ne buyurmuş: “Gençlerin aynada gördüklerinden daha fazlasını; ihtiyarlar bir tuğla parçasında görürler.”

Tarihten günümüze gelinceye kadar söylenmiş birçok sözün, kim tarafından söylendiği belli değildir.

İşte halka mâl olma nüktesi burada yatmaktadır. Yaşanmış, tecrübe edilmiş, acısı ya da tatlısı yaşanmış sözlerdir. Adı üstünde topluma mâl olmuş sözlere atasözü denilmiştir.

Büyükler deler ki: “Dünyaya iki defa gelmeyi istemektense, senden önceki bir büyüğün sözünü dinle kâfidir.”

Yine bu konuda söylenmiş çok manidar sözlerden biri de: “Yanında bir büyüğün yok ise, büyük bir taş parçası bulundur.”

Söylenen sözler, gelecek kuşakların ihyası adına söylenmiş sözler olmasına rağmen, maalesef yeterince istifade edilmediği kanaatini taşımaktayım.

Kuşak çatışması nitelemesi, bu toplumun kültürüne yapılan en büyük ihanettir. “O eskidendi”, “Onlar ne bilir” gibi sözler ve de sinsi planlarla bu milletin en önemli kültürü yok sayılmış, eski kuşağın engin tecrübelerinin yeni kuşaklara aktarılması engellenmeye çalışılmıştır.

Kuşaklar arası çatışma neticesinde ona ulaşan değerler, kendinden sonraki nesillere aktarılmayınca bedelini toplumsal olarak ödemek zorunda kalmaktayız.

Büyük sözü dinlendiği, alınan dersler gelecek nesillere kesintisiz olarak taşındığı zaman; “ana başlara taç imiş gönüllere ilaç imiş” mantığı hâkim olmaktadır. Aksi halde büyüklerin kıymeti bilinmeyince, ana ayaklara türap, bakım evlerine yoldaş olmaktadır. Bu sadece bir örnek; tefekkür edince ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Yaşlılar tecrübelerinden ve sözlerinden istifade edilmediğini görünce çekilmişler köşelerine, sitemkâr bir hal lisanıyla, “Madem dinlemiyorsunuz, ne haliniz varsa görün” dercesine suskunluklarını korumaktalar. Gençler ise tecrübesizlik ve acılarla kıvranıp “hazine üstünde oturan dilenci” misali çare aramakla meşguller.

Hâlbuki ata yanı başlarında; sözü yanı başlarında; hemen çevrenizde bir büyük bulun ve sözünü dinleyin ya da bir atasözüyle kültürünüze renk katın. Göreceksiniz faydalanacak ve mutlu olacaksınız.

Nasihat dinlenmeyince değerler kayboluyor

İnsanlık geçmişten gelen bu değerleri maalesef son asırda hoyratça harcamayı tercih etti. Böylece asırlık değerler yavaş yavaş kaybolmaya yüz tuttu. Toplumlar bu sebeple millet olma vasfını, kaybolan değerlerle birlikte kaybetmeye başladı.

İnsanlar, ben merkezli hareketi, sınırlarını kendisinin belirlediği, ölçüsüz ve özgür bir yaşantıyı kabul ettiğinden; değerlerin yerini değersiz olan şeyler doldurdu. Bu nedenlerden dolayı, yaşadığımız toplumsal sorunların temel sebeplerini, kaybolan değerlerde aramak lazımdır.

Aslında nasihat dinlememek, bir hastalığın da habercisidir. Ama maalesef bu halde bulunanlar kendinin hasta olduğunu da kabullenmekte zorlanmaktadır.

İnsanlar dünyevi ya da uhrevi (belki de geleceklerini etkileyecek) çok önemli konularda birilerinden nasihat ya da fikir almak yerine, işine geldiği gibi yaşama yolunu seçmiş, nefsindeki gurur da onu bu konuda ayıkmaması için nasihatçiden uzak tutmaya çalışmaktadır. Gururu da kişiyi, “onun bildiği kadar sen de bilirsin, sen bildiğin gibi yap” telkinleriyle içinde bulunduğu batakta yok etmeye çalışmaktadır.

İnsanlar, imanın lezzetinden uzaklaştıkça, bencillik ve gurur hastalıklarına tutulmaktadırlar. Onlar bu durumun farkına varmış olsalar bile, belli aşamalardan sonra içinden çıkılması zor bir sürece girdiklerinden, kısır döngü hali yaşamaktadırlar.

Bu nefsi hastalıklarının müzminleşmesi halinde nefisleri, başkalarından nasihat almayı bir gurur meselesi haline dönüştürerek, nasihat vericilerden uzaklaştırmaktadır.

Hastalığın bu boyutunda kulaklar nasihat duysa bile, nefisler araya gurur perdesini attığından, gönüller nasihatten nasipsiz kalmakta, tesirini yaşayamamaktadırlar.

Bu konuda yine Ehl-i Beyt öğretisine ihtiyaç duyuyoruz. Bu hassas noktada Hz. İmam Hasan(a.s.) kişilerin nasihat dinlemesine engelin gurur hastalığı olduğunu haber veriyor: “Akıllı adam, kendine nasihat etmesini isteyen kimseye hile yapmaz. Sizinle öğüt arasında(öğüt almanızı engelleyen) gurur perdesi vardır. (Gurur ve bencillik kalkmadıkça öğüt etkili olmaz) ”(İmam Hasan /sayfa 101-102/ Prof. Dr. Haydar Baş)

Kaybolan değerleri yeniden kazanmanın yolu

Kaybolan değerlerimize tekrar kavuşmak istiyorsak, öncelikle neleri neden kaybettiğimizi tespit etmeli ve değerlere kavuşmanın yolları araştırılmalıdır.

Elbette bir şeylerin kıymeti bilinmez ve kaybedilirse tekrar kavuşmak için çaba gerekmektedir. Hem de sıradan çabalar değil; gayret, sabır ve zamana ihtiyaç vardır. Yolun zorluğu bizi yıldırmamalı, hem kendimize hem gelecek nesillere fayda sağlayacak çabalar olduğunun bilinciyle hayra bir kapı açılacağına inanılmalıdır.

Tedaviye önce kişinin kendisinden başlaması lazımdır. Kendi nefsinde bulunan hatalar tespit edilmesi ve tedavisinin gereği yerine getirilmedir. Biz buna nefis terbiyesi deriz. Kişi gayretten önce temiz bir niyet elde edebilmesi, onun için de kendine bir rehber bulması lazımdır.

Millet olma vasfımızı az da olsa koruyabiliyorsak, aramızda değerlerine sadık, gelecek nesillere faydalı bilgi ve davranış aktarmak isteyen kutlu insanlar sayesindedir. Kaybolan değerlerimize sahip çıkmak adına bize gerekli ölçüyü veren üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızı saygı ile selamlıyorum.

Uğur Kepekçi

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …