Çoğumuzun bildiği bir kıssa vardır. Kıssanın çok çeşitli versiyonu, anlatılışı var ama genel mantık aynıdır. Biz de makalemizi bu kıssa temeline oturtarak bir şeyler söylemeye çalışalım dedik. Kıssa şöyledir:
Adamın birinin oğlu varmış. Oğlan çocuğunun genel karakterini bilen baba sürekli ona “oğlum sen adam olamazsın” dermiş. Tabi sürekli aşağılandığını zanneden oğlan içinden babasına sitem edermiş.
Babasının o ifadesiyle kamçılanan oğlan kendince yaptığı her doğru davranış karşısında babası ona aynı ifadeyi kullanırmış: “sen adam olamazsın”
Oğlan çocuğu kendindeki karakter bozukluğunu anlamazlıktan gelip sürekli daha yüksek bir yerlere gelmeyi hedefine alır. Adım adım da makamını yükseltir.
En sonunda da bir yere Vali olur. Kendince babasının sözünün aksine adam olmuştur. Mahiyetindeki birilerini gönderir ve babasını makamına getirtir.
Baba oğul Vali Beyin makamında buluşurlar. Mağrur bir tavır ve sesle babasına seslenir: “Eee babacığım bana yıllardır adam olamazsın dedin ama bak ben Vali oldum” deyince babası ona beklemediği bir cevap verir: “Oğlum ben sana Vali olamazsın demedim ki ben sana adam olamazsın dedim. Yine diyorum ki sen adam olmazsın!”
Oğul hala aynı kafada ve babasının ona demek istediğini anlamaktan uzaktır. Oğul adam olmayı kişisel başarıda, adam olmayı bir makam mevki elde etmekte, adam olmayı Vali olmakta zannettiği için hala babasını anlamaktan uzak tavır sergiliyor.
Adam olmak bir karakter meselesidir. Adam olmak ahlaki bir duruştur. Adam olmak nefisini gerektiğinde ayaklar altına sermektir. Adam olmak, adam gibi dimdik durmaktır. Adam olmak adamlık adına adam gibi davranmaktır.
Vali bey adam olsaydı, babasını ayağına getirtmez onun ayağına giderdi…
Bu sebeple her birimiz etrafına baktığı zaman; adam kılıklı adamdan geçilmez görürüz ama adam bulmak gerçekten de zordur.
Hz. Mevlana’nın o veciz sözü geliyor insanın aklına: “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok. Nice elbiseler gördüm içinde insan yok…”
Son zamanlarda insan psikolojisi ve kişilik gelişimi üzerine eserler de okuyorum. Orada gördüğüm manzaraya göre adam olmak öyle sıradan bir işe benzemiyor. Bir kimsenin kendi kişilik bozukluklarını tespit etmesi, değişim için üzerinde çetin uğraşlar vermesi gerektiğini görüyoruz. Aş ekmek peşinde koşma telaşında olan insanların bırakın kişilik bozukluklarını değiştirmeyi, tanımaya bile zaman bulabileceğine bile inanmak zordur.
Bu sebeple toplumda ikili ilişkilerin düzelmesi için insanların önce kendi hastalığını tespit etmesi, sonra da mutlaka psikolojik bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir. Böyle bir eğitim için de niyet, gayret ve belli bir kaynak gerekmektedir.
Yıllarca toplumsal sorunların kaynağının en başında ekonomik nedenlerin geldiğini söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş hocamız bunu haykırmaz mıydı? “İnsanın karnını doyursanız, sırtını giydirseniz, o adam kimsenin ne malına ne canına göz koymaz. Hatta dağdaki adam bile evine döner” demez miydi?
Şimdi de bayrağı teslim alan BTP lideri Av. Hüseyin Baş “milletimizin bütün dertlerinin çözümü Milli Ekonomi Modelindedir.” Diyerek aslında birbiriyle iç içe olan bütün sorunlar yumağının sistem içinde çözülebileceğini dile getirmektedir.