Allah ile kul arasındaki ilişkinin ilahi buyruklarla düzene konulmasının temel gayesi; eksik ve nefisi yorumlar nedeniyle kişinin sapkınlığa düşmesine engel olmaktır.
Bu bağlamda Allah’a şükretmek konusu da üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur. Yüce Allah, kulunun kendisine şükretmesinin bir zaruret ve kendi menfaatine olduğunu Lokman suresindeki şu ayeti kerimede açıkça beyan etmektedir.
“Ant olsun Biz Lokman’a Allah’a şükretmesi’ için hikmet verdik. Her kim O’na şükrederse sırf kendi iyiliği için şükretmiş olur. Kim de O’na nankörlük ederse bilmelidir ki Allah kimsenin şükrüne muhtaç değildir; O bizatihi her türlü övgüye layıktır.” (Lokman Suresi: 12. Ayet)
“Lokman, Kurân-ı Kerimde ismi sadece bu surede geçen, aynı zamanda surenin de ismiyle anıldığı bilge ve sâlih bir kişidir. Alimlerin çoğunluğu, Lokman’ın peygamber olmadığını, ancak Allah’ın kendisini bilgi ve hikmetle şereflendirdiğini belirtirler. İslâm öncesi Arap toplumunda da onun bilge bir kişi olduğu kabul edilir ve o saygıyla anılırdı. Müfessirler Lokmana verildiği bildirilen hikmeti, “ilim, üstün kavrama yeteneği, din konusunda derin bilgi, sahih inanç, akıl, yerinde ve doğru konuşma, isabetli görüş ve davranış” olarak açıklamışlardır. Kısaca hikmet, ilim-amel uygunluğu olup bilgiye dayalı hareket etmektir. Lokman’ın hikmetlerinden bir kısmı hadislerde de yer almaktadır.
Allah’ın peygamberlere ve layık olan kişilere verdiği hikmet hem doğru bilgi, inanç ve düşünceyi hem de bu zihni birikimin mümkün olan en mükemmel şekilde hayata geçirilmesini ifade eder. Bilgi birikimi olan bir insan bu birikimini doğru, yerinde ve gerektiği ölçüde kullanmaz yahut yanlış yerlerde kullanırsa bu insana âlim denebilir, fakat hâkim denemez. Çünkü hikmet kavramı, “bilgiyi yerli yerince kullanma” anlamına da gelir.
Buna göre bilgisini doğru ve gerektiği şekilde kullanmayan insan, bilginin şükrünü yerine getirmemiş olur. Bilgisini belirtildiği şekilde kullanan ise şükrünü yerine getirdiği gibi bunun faydasını da yine kendisi görmüş olur. “Allaha şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur.” buyrulurken bu gerçeğe de işaret edilmiştir.
Ayette dikkatleri çeken hususlardan biri, Lokmana hikmetin verilme gerekçesi, her zaman Allah’a yaraşır bir şekilde şükretmesidir. Hikmet, insanı imana ve Allah’a şükretmeye götürür. Nitekim ayetin sonunda, Lokmana öğretilen hikmetin, onu Allah’a şükre ve anne-babasına teşekküre yönelttiği anlaşılmaktadır.
Allah, hikmeti şükürle birlikte zikretmiştir. Çünkü bilgi ve hikmet, Allah’ın insana en büyük lütuflarındandır. Onu kendisine bahşeden Allah’a şükretmek gerekir.
İnsan öğrendiği bilgi ile gurura kapılırsa şeytanın yoluna girmiş olur. O bilgi de hikmet olmaktan çıkar.
Yüce Yaratıcının sayısız maddi ve manevi nimetlerinden ötürü kalbi, dili ve ibadetleriyle şükreden ancak kendi iyiliği için şükretmiş olur. Buna karşın kim de verilen bunca nimetin kadri kıymetini bilmeyip nankörlük ederse, yalnızca kendisine zarar vermiş olur.
Çünkü Allah hiçbir şeye ve kimseye muhtaç değildir. Dolayısıyla, onun şükür ve ibadetine de ihtiyacı yoktur. Asıl buna muhtaç olan insanın kendisidir. Ve kimse O’nu övüp yüceltmese bile O kendi zatıyla yüceler yücesidir. Gerçek anlamda teşekkür ve övgüye lâyık olan yalnızca Odur.” (Anadolu Üniversitesi İlahiyat ön lisans programı, Tefsir, 2. Ünite)
Peygamberimize sahabelerinden Muaz’a öğrettiği ve dolayısıyla bizlere de tavsiye ettiği şu güzel dua ile yazımızı bitirelim:
“Ey Muaz, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum. Sonra da ey Muaz sana her namazın sonunda: “Allah’ım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!” duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum.” (Ebû Dâvûd, Vitr 26).