Gazi Mustafa Kemal Atatürk topraklarımızın işgal edilirken çoğu dini yapıların yabancılarla işbirliği içinde olduğuna en yakın şahit olan biriydi. Bu sebeple yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yapı taşlarının çok sağlam bir temel üzerine oturtulmasını da biliyordu. Bu sebeple halkın dini eğitiminin doğru bir şekilde yapılaması için gerekli adımları da atmıştır. Diyanet de bunlardan biridir.
Atatürk’ün devletin bekası için gerek devlet gerek din konusunda paralel yapılara bütün kapıları kapatması gerekiyordu. Hem de öyle yaptı.
Siyasi iktidarlar eğer Diyanet’in kuruluş ayarlarıyla oynayıp o günkü yapısını bozmasıydı bugün bir FETÖ olayı ile karşı karşıya kalınmayacaktı.
Bu sebeple Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Diyanet eski felsefesine kavuşmadığı takdirde eninde sonunda paralel başka yapıların sızmalarına engel olunamayacaktır.
Dün Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza kulak tıkandığı için FETÖ olayı gerçekleşti. Bugün Av. Hüseyin Baş’ın Diyanet’in kuruluş felsefesine dönüşmesi için çabası, yeni yeni paralel yapılara meydan vermemek için bir uyarı olarak kabullenilmezse; korkarım başka tehlikelerle karşılaşabiliriz.
Şimdi de Atatürk’ün din eğimi hakkında yaptığı teşebbüsleri Prof. Dr. Haydar Baş’ın Hoş Geldin Atatürk eserinden aktaralım:
“1 Mart 1922’de meclisin 3. toplantı yılının açılış konuşmasında şunları söyler: …Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhani, ahlaki gıdalarına en yüce, en bereketli kaynaklardır. Dolayısıyla camilerin ve mescitlerin minberlerinden halkı aydınlatacak ve doğru yolu gösterecek kıymetli hutbelerin muhteviyatını halkın öğrenmesi imkânını temin Şer’iye Vekalet-i Celilesinin mühim bir vazifesidir. Minberlerden halkın anlayabileceği lisanla, ruh ve beyne hitap olunmakla ehl-i İslam’ın vücudu canlanır, beyni saflanır, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna göre değerli hatiplerin sahip olmaları lazım gelen ilmî vasıflar, özel liyakat ve dünya durumunu bilme önemlidir. Bütün vaiz ve hatiplerin bu arzuya hizmet edecek surette yetiştirilmesine Şer’iye Vekaleti’nin kuvvet sarf edeceğini ümit ederim.”
Yani, Mustafa Kemal’in hurafelerle mücadelesinde camilerden halka vaaz eden hutbelerin, onları yetiştirecek tarzda yapılması, aydınlatıcı olması temel nüktedir. 3 Mart 1924’de ise, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanunun 4. maddesinde şu yazar: “Maarif Vekâleti yüksek diyanet mütehassısları yetiştirmek üzere Darülfunun’da bir ilahiyat fakültesi tesis ve imamet, hitabet gibi hidemat-ı diniyenin (din hizmetlerinin) ifası vazifesiyle mükellef memurların yetiştirilmesi için ayrı mektepler küşat edecektir. (açılacaktır).”
İslam dininin doğru anlaşılmasına ve öğrenilmesine verilen önem elbette dinî eğitim veren okullarını açılmasını da gerektiriyordu…1924 senesinde, öğretim yılı 4 yıl olan imam ve hatip mektepleri açılmaya başlanmıştır.
21 Nisan 1924 tarihinde, Darülfünun’a bağlı olarak İstanbul’da bir de ilahiyat fakültesi açılmıştır. Öğretim süresi 3 yıldı.
Cumhuriyetin ilk Kur’an kursu Atatürk’ ün emri ile açılmıştır. İlk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi tarafından daru’l-kurraların yerine Kur’an kursu adıyla yeni Kur’an eğitim merkezleri açılması için girişimler başlatılmış, 1925’de hafız-ı Kur’an yetiştirmek üzere bütçeden 50 bin lira tahsisat ayrılmıştır.
1925-1926 öğretim yılından itibaren 6 yıl boyunca 10 olan Kur’an kursu sayısı, 1935-1936 öğretim yılından başlayarak 2 yıl boyunca 14’e çıkmış; daha sonra 21 olmaktadır.” 1929′ da Diyanet İşleri Başkanlığı, merkezde 53, illerde 485 olmak üzere 518 kişiden oluşan bir kadroya sahipti.” (Prof. Dr. Haydar Baş / Hoş Geldin Atatürk / Sayfa 623-625)