“Zeynelabidin Hoca, Kuvva-yi Milliye aleyhine aleni cephe almıştır.
Millî Mücadele yılları boyunca bilhassa İngilizler ve Saray’la yakın ilişki içerisinde olan Zeynelabidin Hoca gerek Padişah Vahideddin’in ve gerekse muhaliflerin bir numaralı gözdesi olarak bakılıyordu.
Nakşibendi şeyhleri Koçgiri isyanına, Menemen isyanına, Şeyh Sait isyanına destek gösterilmektedir.
Musul ve Kerkük konusunda İngilizlerle yapılan görüşmeler sırasında patlak veren Şeyh Sait isyanı, Musul ve Kerkük’ün elimizden çıkmasına sebep olmuştur.
Bruinessen, “Nakşibendi ağı olmasaydı bunca savaşçıyı harekete geçiremeyecekti; bu insanlar onun kutsal bir kişi olduğuna inanmasalar, bu derece fanatikçe savaşmayacaklardı” itirafında bulunmuştur.
O’na bu gelişmeler karşısında takındığı tavır nedeniyle dinsiz diyenler, Nakşilerin Kurtuluş Savaşı ve sonrasında İngilizlerle yaptıkları iş birliğini iyi incelemeliler.
“Atatürk’ün Nutuk’ta yazdığına göre, Nakşi şeyhi Şeyh Taha Nehri’nin torunu Seyyid Abdülkadir, Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanıydı. Koçgiri isyanının ele başı idi ve idam edildi.
Vatan haini Şeyh Sait ve 46 yoldaşı, 28 Haziran 1925’te Diyarbakır’da asıldılar.
Menemen isyanının elebaşı Şeyh Muhammed Esat Erbili’nin dedesi Şeyh Hidayetullah da Şeyh Halid-i Bağdadi’nin halifelerindendi.”
Musul meselesinin halledilmesine çalışıldığı bir dönemde Kürt aşiretler, İngilizlerin desteği ile Nakşi şeyhi Sait önderliğinde ayaklanırlar.
13 Şubat 1925 tarihinde 350 atlı ilçe merkezine doğru yola koyulan isyancılar, Diyarbakır’a saldırırlar. Nisan’ın ikinci haftasından itibaren Türk ordusu duruma hâkim olur.
“Din elden gidiyor” denilerek isyana girişenler, ayaklanmaya dahil olmayan Kürt aşiretlerine, “melun” veya “Türk” denmesi; Şeyh Sait’e ait belgelerin üzerinde “Kürdistan reisi” veya “hükûmeti” şeklinde imzalar bulunması, kullanılan silahların ve askeri malzemelerinin yabancı olması, olaylardaki İngiliz kışkırtmasına delildir.
Neticede isyan bastırılır. 29 Haziran 1925’de 47 asi idam edilir.
Mustafa Kemal 1920 senesinde Hakimiyet-i Milliye gazetesinde uzun bir yazı kaleme alır ve özetle şöyle der:
“…İstanbul’u, Müslümanları müşterek ve hür bir beldesi, hilafetin ve İslam bağımsızlığının bir bayrağı elde etmek istediler.
Türkleri İslam’ın bağımsızlığı için son dövüşen, yeni düşünceli ve İngilizlerin melanetini öğrenmiş bir millet diye imha etmek istiyorlar.
Fakat bunun Müslüman dünyasına fena tesiri olacağını bildiklerinden, bunu güya, İslamiyet’i müdafaa eder gibi görünerek yapmak istiyorlar.
Bunun için bir defa halifeyi ellerine almak, onu milletinden ayırmak vasıtalarını bulmak lazımdı.
İstanbul’u Anadolu’dan ayırdıktan sonra, Anadolu’yu da biribirine katmak için kendi fikirlerinde bir kabine getirdiler.
(…) Halifemizi ellerine aldıktan sonra memleketimizdeki Müslümanların silahlarını tamamen ellerinden alacaklar, ticaret ve iktisadî işlerde Müslümanlara baskı yapıp malum vasıtalarıyla Müslümanları fakir ve aciz bir hale koyacaklar… (Prof. Dr. Haydar Baş /Hoşgeldin Atatürk sayfa 547-554) (Devam edecek)
Uğur Kepekçi