“Bayram muhasebesi” yazımızda genellikle manevi konular üzerinde durmuş ibadet hayatımızda elde ettiğimiz güzellikleri korumanın yollarını izaha çalışmıştık.
Bugün de bayramda yaşanan garipliklerin bize ne gibi dersler verebileceğini irdelemeye çalışacağız. İnşallah.
Dünyada belki de ilk defa zorunlu yalnızlık şeklinde geçen bir bayram yaşandı diyebiliriz.
Dışarıda korkunç bir salgın hastalık; virüsler her yere pusu kurmuş bulaşabilecek bir beden bulma derdinde…
Devlet milletini koruma derdinde…
Halk kucaklaşma bayramlaşma derdinde…
Yaşlılar hasret derdinde…
Çocuklar dışarıda oyun oynamak, bir daha fazla el öpsek de harçlık toplayabilsek derdinde…
Vesselam acayip bir bayram yaşandı. Bu bayram farkılıklarıyla tarihe bir ilk olarak kayıt düşecektir herhalde.
Ben sizlere farklı bir pencere açmak istiyorum:
Başka milletleri bilmem ama Türk milletinin böyle bir “bayramda yalnızlık” dersine ihtiyacı vardı…
Halkımız uzun zamandır özellikle dini bayramlarda “nerede o eski bayramlar” diye söze başlayıp geçmiş zamanlara özlemini dile getiriyordu ama bırakın eski günlere dönmeyi her sene daha yalnızlık her sena daha uzaklık oluşmaya devam ediyordu.
Yaşlılar garip bir halde evlatlarının torunlarının yolunu gözlüyordu. Mezarda yakınlarımız ziyaret beklentisinde toprak altında rahmet bekliyordu.
Ama genç ve orta nesil bayramı, bayram olarak değil de tatil olarak algıladığı için sıla-i rahim (akraba ziyareti) yerine lüks otelleri, dinlenme tesislerini vs. tatil beldelerini tercih ediyordu.
Zaten milli bayramları halkın gündeminden yavaş yavaş çıkartma harekâtı başlamıştı.
Bayramlar noktasında işin hakikatini dile getiren ve nasıl bayram yapılması gerektiğini doya doya bize yaşatan ve sahip çıkan Rahmetli Prof. Dr. Haydar Hocamızdan başka da kimse yoktu.
Prof. Dr. Haydar Baş “Milli ve dini bayramlar bir milletin birleştirici harcıdır. İster dini ister milli olsun her bayram en coşkulu ve adına layık bir şekilde yaşanmalıdır. Gelecek nesillere aidiyet duygusu bu şekilde aşılanır. Yoksa da millet olma vasfını kaybederiz” diyordu.
O dini bayramlarda milli bayramlarda sevenleriyle bir araya gelir, yemekler ikram eder; milli bayramlarda meydanlarda salonlarda genç yaşlı demeden halay çeker, horon oynar, aynı coşkuyu bizlere yaşatırdı.
Onun “bayramlar bir milleti millet yapan derlerdir” dediği zaman kulak kıvıranlar işe bu bayramda kafalarını taşlara vurdular.
Nineleri, dedeleri, babaları, anneleri, akrabaları, bırakıp tatile mi gidersiniz? Alın size bayram!
Yalnız, hem de herkes yalnız. Allah bütün bir millete tatile ve bayramlaşmaya hayır dedi. Sebepleri de araya vasıta olarak koydu. Anlamak isteyen anlasın anlamak istemeyen de anlamasın. İşin hikmek cephesini kapalı tuttu anlayana aşk olsun diye…
Allah selamet versin ömrü uzun olsun benim babam hikmet ehli bir adamdır. (Hocamın ifadesiyle) telefonda bayramlaştık, hürmetlerimizi arz ettik.
Baba ne dersin bu halimize diye sordum. Bana dedi: “Oğlum bana sorarsan Allah bizi bir yandan imtihan ediyor bir yandan da ders veriyor. İmtihan ediyor, evde kalarak sabır etmeyi öğretiyor. Bizi deniyor. Diğer yönü de hani hocalar der ya ahiret yurdunda millet hesaba çekilirken emzikli kadınlar bebeğini atacakmış, evlat baba ana herkes kendi hesabının derdinden birbirini bile unutacakmış, birbirine yardım etmek istese de güçleri yetmeyecekmiş hesap korkusundan. İşte tam bu hali bize yaşatıyor. ‘Bak kulum aklını başına al hesabını kitabını iyi yap yarın ahrette işler bunda da zor olacak’ diyor. Ben bunu bilir bunu derim oğlum.”
İşte babamın bakışı Allah razı olsun. Böyle bir pencere açtık ve yazdık. Herkes kendine gereken dersi alır nasibince…Görene köre ne?
Uğur Kepekçi