Öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığının resmi sitesinden derlediğimiz bilgileri paylaşarak esas konumuza döneceğiz. Önce bilgiler:
“Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, kuruluş kanunu olan 429 sayılı Kanun’da “İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek” şeklinde ifade edilmiştir.”
“1950 yılında 5634 sayılı Kanunla oluşturulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın teşkilat ve kadro yapısı 1965 yılına kadar aynen devam etmiştir. 15/08/1965 tarihinde yürürlüğe giren 633 sayılı “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” Başkanlığın görevleri noktasında önemli bir açılım getirmiş, İslam dininin ahlâk alanı ile ilgili işleri yürütmek de görevleri arasında sayılmıştır. Kanunda Başkanlığın görevi, “İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” şeklinde ifade edilmiştir.”
“Anayasada yapılan değişiklik uyarınca 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçilmesi ile 09/07/2018 tarihli Resmi Gazete’de (3. Mükerrer) yayımlanan 703 sayılı KHK ile Başkanlık, Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır.”
Şimdi konumuza gelelim:
Türk milletinin dini ve ahlaki eğitiminin tek elden yürütülmesi düşünülerek kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının, üzerine düşen görevleri yerine getirip getirmediğini, kendilerinin sorgulamasına bırakıyoruz. Koskoca “Din İşleri Yüksek Kurulu” olan bir kurumu biz sorgulayacak değiliz.
Ben olaya başka bir bakış açısı getirmek istiyorum. Son 20-30 yıldır dini konuda büyük bir boşluk oluştuğunu görüyoruz. Din konusunda tek yetkili kurum olan ve Cumhurbaşkanına bağlanmasıyla da güç kazanan bu kurum, kendi vatandaşını din haramilerinin ve sapıkların elinden koruyamamaktadır. Hâlbuki Başkanlığın, din ve ahlak konusunda milleti ayıktırmak gibi kanuni bir görevleri vardır.
Eğer Diyanet İşleri Başkanlığı Dinlerarası Diyalog faaliyetlerinin dini ve milli bütünlüğümüzü parçalayacak bir faaliyet olduğunu önceden sezip milleti uyarabilseydi. FETÖ olayı da gerçekleşmeyecekti. (Bu konunun vebali iktidarla birlikte üzerlerindedir)
Diyanet İşleri Başkanlığının fetvaları ile ilahiyatçı kimliğe sahip akademisyenler ve sözde sosyal medya hocaları arasından korkunç bir uçurum mevcuttur. Verdikleri aykırı fetvalarla, Türk milletinin kafası karışmış, özellikle de genç nesil kendi kafasına göre bir din icat etmiş kafasına göre bir hayat sürmeyi tercih etmiştir.
Asırlardır Kur’an ve hadislere icma ile bir bakış mevcutken şu anda icma ortadan kalkmış, Kur’an ve hadisin ruhuna uymayan yorumlar getirilerek milletin imanı ile oynanmaktadır.
Hayızlı kadın namaz kılacak mı kılmayacak mı; oruç tutacak mı tutmayacak mı? Kabir azabı var mı yok mu? Mübarek gün ve geceler var mı yok mu? Ehl-i Beyt ve Mehdi inancı var mı yok mu? Namaz farz mı değil mi? Başörtüsü var mı yok mu? Peygamberin şefaat hakkı var mı yok mu? Namazda cem, abdeste mesh, seferilikle ilgili konular her kafadan bir sesle karmakarışıktır. Bu konular ameli olduğu kadar imanidir.
Sözde tekke şeyhlerinin, ilgili ilgisiz sosyal medya hocalarının, yeni yetme ilahiyatçı akademisyenlerin yaptığı tahribata din konusunda devletin tek yetkili kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı müdahale etmelidir. Genç dimağların yanlış bilgilerle yetişmesinin bedelini dini ve milli bütünlüğümüzü kaybederek ödersek bir neslin imanını kaybederiz. İmanı kaybolan bir milletin ayakta durması asla mümkün değildir. Bunun da vebalinden kimse kurtulamaz haberiniz olsun.