Ehl-i Beyt sevgisi başkadır

Çok makale yazdık atasözleri hakkında. Büyük sözü dinlemenin tecrübe küpü ninelerimizin dedelerimizin kıymetini bilmemiz gerektiği hakkında…

Elbette söz söyleme hakkı olması için bir adamın o eylemi önce kendisinin yerine getirmesi lazımdır. Rahmeti Rahmana kavuşan Prof. Dr. Haydar Baş hocamız bir makaleme itiraz etmişti. Ve şu nasihatte bulunmuştu: “Evladım bir makaleyi yazmak için yazdığınız hali yaşamanız lazım. İş olsun diye makale yazılmaz, iş olsun diye konuşulmaz. Kişi ancak yaşadığını yazmak ya da konuşmak hakkına sahiptir gerisi yalan olur hem de yaşamadığınızı yazarsanız konuşursanız haddinizi aşmış olursunuz”

Ehl-i Beyt sevgisini çocukluktan bu yana duyduk gördük. Ama anlama ve yaşama dönemimiz Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızı tanıma dönemimizle başlar.

Ehl-i Beyt’le tanışmamız çocukluk dönemimize rastlar. Arz edelim ki sebep olanların da ruhunu şad edelim:

Çocukluk dönemim genelde ninelerimle geçti. Onların dervişlik anlayışları ve yaşayışları vardır. Babaannem ve anneannem aynı kaynaktan su içerlerdi. O yönden de yoldaşlardı, gönüldaşlardı. Ben de iki ninem arasında ulaktım.

Telefon yok birbirine yollayacakları mesajları benimle yolarlardı. İki ninem de aynı zamanda hem kadiri dervişi hem de hocaydılar. Mevlit ekipleri var, zikir ocakları vardı. İcra edilecek mevlit ya da zikrullah mekanlarını benime haber ederlerdi ekibin elemanlarına…

Dolayısıyla benim de çocukluğum zikrullah meclislerinde geçti. Beni evin tağasına (pencere kenarına) oturturlardı. Ben sadece seyrederdim. Ne olduğunu anlamam ama ben ninelerimim bekçisi hükmünde olduğum için onlara yoldaşlık ederdim. Çünkü o devirlerde bir kadının yalnız olarak sokakta yürümesi ayıp sayılırdı. O yönden ben ninelerimin yoldaşı oldum mecburen.

Gelelim babaannemden aldığım Ehl-i Beyt kültürü hakkındaki bilgilere:

Önceleri bilmezdim ama yılda bir defa aynı fiili aynı zamanda ve aynı şekilde yerine getirdiği için son demlerinde hem biraz daha büyüdük hem de aklımız ermeye başlayınca sordum. “Nineciğim Sen bir dönem geliyor yılda aynı zamana rastlayan günlerde zubununu (elbiseni) değişiyor, yamalı bir elbise giyiyorsun. Bu dönemde hep oruçlusun. Beline bir kuşak takıp ucuna da bakır bir kap takıyor, orucunu onunla açıyorsun. Nedir bu hal?” Dedim. Bana verdiği cevaba bakar mısınız?

“Bak oğlum! Bu ay Muharrem ayıdır. Bu ayda yezitler Hz. Hüseyin’i Kerbela’da şehit ettiler. Kerbela’da suyun kenarında Hüseyin’i ve safındakileri çoluk çocuk demeden susuz şehit ettiler. Onun için biz de Muharrem ayında yamalı zubun (elbise) giyeriz. Cam bardaktan su içmeyiz. Doya doya yemek yemekten doya doya su içmekten utanırız. Yasımızı tutarız başka elimizden ne gelir oğlum. Hüseynimiz aç susuz şehit olmuş, ağlarız şefaat dileriz belki Fatıma anamızın acısını paylaşırsak Fatıma anamız da Hüseyin’imiz de bize şefaat etsin diye böyle yaparız” Ninelerim Sünni’ydi Hanifi mezhebine göre amel ederlerdi. Gönüllerinde Ehl-i Beyt aşkı olan Sünnilik. Haydar Hocamızın dediği gibi…

Geçmişte gönüllerimize atılan bu tohumlar Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın “Tevhidin Merkezi Ehli Beyt’tir gerçeğini hafızalarımıza ve gönlümüze nakşedince asırlık çınarlar gibi büyüdü büyüdü mekanlara gönüllere sığmaz oldu.

Şimdi gecemiz, gündüzümüz, aşımız, ekmeğimiz, yaşantımız, aşkımız, özlemimiz Ehl-i Beyt oldu. Elhamdülillah.

Sonumuz hayrolsun! Bu dünyada rehberimiz ahirette şefaatçimiz Ehl-i Beyt olsun. Gönlümüze tohum ekenlere, ekip biçenlere ve ürüne dönüştüren bahçıvanımıza selam olsun.

Uğur Kepekçi

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …