Toplum olarak sık sık huzursuzluklardan, gönül darlıklarından ve manevi boşluklardan yakınıyoruz. Oysa Kur’an ve sünnet bize huzurun, bereketin ve doğru yolun işaretlerini asırlar önce göstermiştir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Ehl-i Beyt’in adak imtihanında yaşanan hadisedir. Bu kıssa yalnızca bir tarih bilgisi değildir; bugün Müslümanlara hayat rehberi olacak güçlü mesajlar taşımaktadır.
Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.v.) bizlere bir dua öğreterek önceliklerimizin ne olması gerektiğini bildirmiştir:
“Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim.”
Bu duada hidayet, takva, iffet ve kalp huzuru, bir Müslümanın yol haritasını oluşturur. Yani doğruyu bulmak, günahlardan sakınmak, nefsine hâkim olmak ve gönül zenginliğine ulaşmak…
Ehl-i Beyt’in adak imtihanı tam da bu dört temel değerin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin henüz küçük yaşta hastalandığında, Hz. Ali ve Hz. Fatıma üç gün oruç adadılar. Çocuklar şifa bulunca oruca başladılar; fakat evlerinde iftar edecek bir lokma dahi yoktu. Hz. Ali, bir Yahudi’den ödünç arpa alıp Hz. Fatıma’ya verdi. O da arpayı öğütüp ekmek yaptı.
Tam iftar edecekleri sırada kapı çaldı.
Bir miskin geldi…
Ertesi gün bir yetim…
Üçüncü gün bir esir…
Her defasında önlerindeki ekmeği gelen misafire ikram edip kendileri yalnızca su ile iftar ettiler. İşte o büyük fedakârlık üzerine Kur’an’ın İnsan Suresi’nde şu ayet nazil oldu:
“Kendi ihtiyaçları olmasına rağmen yiyeceklerini miskine, yetime ve esire ikram ederler.” (İnsan/8)
Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s), üç gün üst üste iftarlarını bir miskine, bir yetime ve bir esire vermiş; kendileri yalnızca su ile oruç açmışlardır. İşte gerçek takva ve gerçek infak budur. Paylaşmak bolluktan değil, imandan doğar.
Bu kıssa, bugünün insanına da güçlü bir çağrıdır: İnsanı yücelten mal değil, maldan vazgeçebilme iradesidir.
Allah Teâlâ Teğâbün Suresi’nde buyurur:
“Öyleyse, gücünüz yettiğince Allah’tan korkun… Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felaha erenlerdir.” (64/16)
Müfessirlerin ittifakıyla bu ayetler, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında nazil olmuştur. Yani Kur’an bizzat Ehl-i Beyt’in faziletini tescillemiş; onların ihlasını, fedakârlığını ve takvasını örnek göstermiştir.
Bugün bizler de hayatın karmaşasında yolumuzu kaybettiğimizi düşünüyorsak, çözüm aslında çok yakın:
Ehl-i Beyt’in duruşunu rehber edinmek. Hidayeti, takvayı, iffeti ve gönül zenginliğini kendimize hedef yapmak…
Bu kıssa bize şunu öğretiyor:
İhlasla yapılan bir adak, Allah rızası için verilen bir lokma, gönülden yapılan bir iyilik; insanı da toplumu da kurtaran en büyük bereket kapısıdır.
Uğur Kepekçi




