Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.) dünyadan göçünce, Allah’ın davası Ehl-i Beyt’le süreklilik arz etmiştir.
Bazı aklı evveller, “Peygamber ve Kuran kıyamete kadar yetmez mi? Diye sorarlar?
Biz de deriz ki: “Elbette Ezeli ve Ebedi olan Allah’ın seçtiği din İslam, kitaplar ve peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilmiştir. Ve kıyamete kadar da hükümler geçerlidir.”
Buradaki mesele, “Canlı Kuran” olmadan, hükümler nefsi yorumlara açık kalmakla hakikatin ortadan kalkmasının önüne geçmektir.
“Canlı Kuran” hükmünde olan Peygamber, Ehl-i Beyt ve insan-ı kamiller sayesinde ilahi hükümler, nefsi yorumlardan kurtarılmış, hakikat korunmuştur.
“Bilmediklerinizi zikir ehline sorun” ayetinde geçen (Nahl/ 43) zikir ehlinden sorun ifadesinde “zikir ehlinin” Ehl-i Beyt olduğu hakkında ortaya konulan hakikat vardır.
Bu hakikati, İmam Ali(a.s.) dahil bütün masum imamlar, canlı Kuran olan Ehl-i Beyt evlatları ya da kaimleri (vekilleri) 12. İmam Mehdi (a.s.)’ın zuhuruna kadar hayatlarına hâkim kılarak canlı Kuran örneği olmaya devam edeceklerdir.
Bu taktirde canlı Kuran olmanın esası; Ehl-i Beyt mensubu, nasp edilen (seçilen) kaim (vekil) olmaktır.
İlmin şehri Hz. Muhammed (s.a.a.), kapısı İmam Ali (a.s.) ve ondan sonra gelen masum imamların her birinin misyonu farklıdır. Misyonları dahi Allah’ın emri, peygamberin işaretiyle belirlenmiş velayet yolunun kanunları, nizamı ve esasları vardır.
Bunları bilmeden din hakkında ahkam kesenler, sapık fırkalara bir yenisini daha eklemek gibi bir yanılgıya düşerler.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız eserinde İmam Cafer (a.s.) ‘ın bu konuda çarpıcı bir sözüne yer vermiştir.
“Hz. Muhammed’i (sav) peygamber olarak gönderen ve bizi O’nunla onurlandıran Allah’a hamd olsun. Biz, Allah’ın kulları arasında seçtiği seçkinleriz. Kullarının hayırlılarıyız. Dolayısıyla mutlu; bize tâbi olan, bedbaht da bize karşı çıkandır. Bazı insanlar vardır ki, bizi dost edindiklerini söylerken bizim düşmanlarımızı dost ediniyorlar. Düşmanlarımızı dost edinenleri ve onların arkadaşlarını seviyorlar. Böyle kimseler, Rabbimizin sözlerini duymamışlardır. Onlara göre amel etmemişlerdir.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Cafer Sadık (a.s.) / sayfa 43)
Masum imamlar kendilerine verilen görevleri bir misyon olarak yüklenmiş ve emredilen şekliyle çağlarının gereği olan kıyamlarını gerçekleştirmişlerdir.
Her masum imamın misyonunu, o çağın Müslümanının eleştirmek ya da tabi olmamak gibi bir şansı yoktur.
İmam Ali(a.s.) ile başlayan velayet ve imamet konusunda İmam Hasan(a.s.) sulh emriyle muhatap olmuş, savaştan kaçınan bir kıyamla meşgul olmuştur.
İmam Hüseyin (a.s.) savaşmak ve açıktan zalime başkaldırı şeklinde bir kıyamla meşgul olmuştur.
İmam Zeynelabidin (a.s.), dağılan Ehl-i Beyt yarenlerine umut olmuş, Kerbela vakasını, bütün gerçekliğiyle gelecek nesillere anlatmak, kaybolmaya yüz tutan ilahi hükümleri gizlice canlandırmak şeklinde kıyamla meşgul olmuştur.
İmam Muhammed Bakır (a.s.) İlahi hükümlerin öğrenilmesi, ümmetin eğitimi ile meşgul olmuş. İlim irfan elçilerini beldelere yollayarak uyanış meşalesini söndürmemiştir.
İmam Cafer Sadık (a.s.) döneminde açıktan tebliği, Ehl-i Beyt mekteplerinin yaygın eğitimi başlamıştır.
Böylece her masum imamın misyonu ve kıyamı farklı metotlar içerse de amaç aynıdır.
“Gaybeti Kübra” halinin yaşandığı günümüzde, gaybette olan İmam Mehdi(a.s.)’ın görevi, kaimler (vekiller) tarafından yürütülmektedir.
Çağımızın bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş’ta çağımızın Ehl-i Beyt gemisi kaptanlarından olduğundan, Müslümanları Nuh’un gemisi hükmünde olan “Tehvidin merkezi Ehli Beyt” gerçeğine davetle bir ömür geçirmiştir. Onun kıyamı da mezhepsel ayrılıkları ortadan kaldırıp Müslümanlar arasındaki fitneleri yok etmekle geçmiştir.
Samimi yaklaşımla, meseleyi anlamaya çalışanlara çok şey söyledik aslında… “Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az”
Uğur Kepekçi