Geçtiğimiz günlerde “Hüküm sahibi Allah’tır” başlıklı bir makale yazmıştık. Allah’a imandan sonra kulluk ve ibadet hakkında imtihan edileceğimizi belirtmek maksadıyla, yaratılış gayemizi ortaya koymuştuk.
“Zariyat suresi 56. Ayet-i Kerimede de Yüce Allah “Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmakla, hayatın gayesinin kendisine kulluk olduğunu bildirmiştir.
Kulluk ibadet hayatıyla yaşanır. İbadet kulluk iddiasının şahididir. Nasıl ki hâkim, iddia makamından şahit isterse; kulluk iddiasında bulunan kişiden de iddiasının ispatı için şahit istenir, yani ibadet istenir.
İnsan inanmak gibi bir işe kalkıştığı zaman “inancının getirdiği sorumlulukları da üslenir.” İman teklif edilir, karşılığında tasdik ve tatbik istenir. “Hem tasdik ettim hem de tatbik etmiyorum” demek; tasdik etmedeki samimiyetsizliği gösterir.” İfadelerine yer vermiştik.
Aslında bu tespitler yüce Kuranın emirleridir. İman etiğini iddia eden çok kimsenin imanlarının doğru temellere dayanmadığı taktirde Allah tarafından kabul edilmeyeceğini yine Kuranda Allah(c.c.) beyan etmiştir. Konuya açıklık sağlamak için ilgili ayet ve tefsirini paylaşmak istedim:
“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Nisa Suresi 136. Ayet)
Tefsir: “Ey iman edenler!… İman edin” cümlesi, ilk bakışta iman edenleri yeniden iman etmeye çağırmaktadır. Burada bir çelişki bulunmadığını göstermek için tefsirciler tarafından “Maksat dışa karşı inanmış gibi görünen münafıklardır”, “İkinci iman çağrısı, imana devam çağrısıdır”, “İnananlar kâmil mânada imana çağırılmaktadır” gibi çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Biz âyeti şöyle anlıyoruz: Hak, bâtıl bütün dinlerde bir inanç şekli ve konusu vardır.
Dinsizlik ve tanrıtanımazlık da bir çeşit inançtır. İnancın şeklini ve konusunu doğru olarak belirleyebilmek için –akla aykırı– olmamakla beraber aklı aşan bir bilgi kaynağına ihtiyaç bulunduğu da ortadadır.
Bu bilgi kaynağı (Allah’tan gelen vahiy) muteber bir imanın nitelik ve niceliğini açıklamakta; inanmak isteyen, imana meyleden, kendisine ait bilgilenme ve bir kanaate ulaşma kapasitesini kullandıktan sonra imana karar veren kimselerin, bu mânada iman edenlerin nelere, nasıl inanmaları gerektiğini bildirmektedir, bu anlamda “iman edin” demektedir.
Âyete göre Kur’ân-ı Kerîm geldikten sonra yeryüzünde yaşayan ve iman etmek isteyen kimseler Allah’a, meleklere, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ondan önce gönderilen kitaplara (halen geldikleri gibi korunmamış olsalar bile daha önce de kitapların indirilmiş bulunduğuna), son peygamber Muhammed Mustafa’ya ve ondan önce gönderilen peygamberlere ve âhiret gününe iman etmek durumundadırlar.
Bunlardan birine bile inanmayan kimselerin imanı muteber değildir, bunlardan birini bile inkâr eden kimseler “doğru, hak, geçerli, kurtarıcı” imana kavuşamamış, hak dinden sapmış sayılırlar. (Kaynak: Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 160-161)
Demek ki her önüne gelen kafasına göre ne din icat ederek, ne kafasına göre ibadet yaparak, ne de kafasına göre iman ettim demekle kurtulamayacaktır. Allah cümlemizi gerçekten iman eden kullarından eylesin…
Uğur Kepekçi