Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki ölçüsüzlük sosyal hayatın her alanına sirayet etmiş. Bazen toplum içerisinde yaşamanın, esnafa iş yaptırmanın zorluğu, insanı bunalımlara sürüklemektedir. Çarşıda alışveriş yaptığınız esnafın, tamir gerektiren bir eşyanızı tamir edecek ustanın şerrinden korkuyor iseniz ki evet korkuyoruz, böyle bir toplumda nasıl yaşanılır.
Çünkü aldatmak sıradan bir iş oldu. Fırsat bulan hemen başkasını aldatmaya kalkışıyor. Aldanan da başkasını aldatıyor. Sanki tepeden tırnağa aldatma zinciri kurulmuş halkın çoğunluğu bu döngüde dönüp duruyor.
Bu ölçü sapmasının topluma yansımasından başka bir şey olamaz. İnsanlar neyin yanlış neyin doğru olduğunu öyle birbirine karıştırdı ki sorunlar kör düğüm halini aldı. Elbette bu durumda kimsenin mutlu bir hayat sürmesi beklenemez.
Aslına yapılan yanlış bellidir. Ölçüdeki sapmanın geldiği nokta burasıdır. Eğer insanlar aklını başına alıp yanlıştan dönmezse yanlışlar daha büyük yanlışları doğuracak ve içinden çıkılmaz hal alacaktır.
Genel olarak insanlık sapıtmış ve yolunu kaybetmiştir. Öyleyse sapıtmamak için gereken uyarılara kulak asmak zorundayız.
Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bakınız ne diyor sapıtmamamız için:
“Size iki emanet bırakıyorum. Onlara yapışırsanız asla sapıtmazsınız. Bunlardan biri, Allah’ın yüce kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise Ehl-i Beytim, ıtretimdir” buyuruyor” (Müslim, Sahih, Fedail’us-Sahabe, 36; Darimî, Sünen, II/431-432; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/14, 26, 59).
Hadisi şerifte beyan edilen Tevhit ve hidayet yolunun iki temeli bulunmaktadır. Kur’an ve Ehl-i Beyt. Rehber kitap Kur’an, canlı Kur’an da Ehl-i Beyt’tir. Buradan anlaşılan şudur ki; Kur’an’daki yüce Allah’ın muradını en güzel anlayan, temsil eden ve yaşayan Ehl-i Beyt’tir.
Bir başka hadisi şerifte de tevhit ve kurtuluşun ancak Ehl–i Beyt’e tabi olmakla gerçekleşebileceği işaret edilmiştir:
“Benim Ehl–i Beyt’imin sizin içinizdeki misali, Hz. Nuh’un kavmi içerisindeki Hz. Nuh’un gemisi gibidir. Kim gemiye binerse necat bulur, kim binmezse helak olur.” Buyurmuştur. (Suyuti, Tefsir–i Hulafa, s.573; Taberani, Mu’cem’ül Kebir, s. 78)
Burada bizim işaret etmek istediğimiz; birlerinin kendine bir isim takması, bir mezhep, bir meşrep yakıştırması değil, asıl olan tevhit yolundaki imanı ve yaşayışıdır. Gerek isim, gerek şahıs, gerek grup, gerek cemaat olarak kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak ve ancak takvadadır. Nerede ve kimin yanında olursanız olun; adınız, kimliğiniz, ne olursa olsun, önemli olan Hud suresi 112’nci. Ayette beyan edildiği üzere “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emrine uymaktır. Öyleyse takvaya tevhitle; tevhide de Ehl-i Beyt’le ulaşıla bilinmektedir.