Hicret öncesi Akabe biatleri (1)

Hicreti anlamak için hicreti hazırlayan sebepler ve öncesinde cereyan eden olayları anlamak lazımdır.

Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edilen hicret öncesinde bazı önemli olaylar gerçekleşti. Bu olayların en önemli sayılanları 1. ve 2. Akabe biatlarıdır.

Hac yapmak için çevreden gelen misafirlerle Peygamberimiz bir şekilde temas kurmakta ve İslam’ı onlara tebliğ etmekteydi. Olası tehlikelere karşı da çok gizli bir çalışma ortaya koymaktadır. Çünkü Peygamberle irtibat kuranları daha memleketlerine varmadan ya geri caydırma, tehdit ya da onları öldürmeye teşebbüs etmekteydi.

Bu sebeple birbirini tanıyan, birbirine kefil olabilen sağlam kişilerle özel görüşmeler yapılmaktaydı.

Bu kapsamda peygamberimiz kendisiyle görüşmek isteyen bu gönüllülerle Mekke de Mina denilen mevkide zorluk anlamına gelen Akabe vadisinde buluşmayı tercih etmiştir. Buluşmayı tertip konusundan da amcası Abbas görev almıştı. Peygamberle görüşmek isteyenleri tespit edip gizli bir şekilde Akabe mevkiine getirilmesini temin etmekteydi.

Akabe biatları konusunu ve hikmetlerini Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed eserinden aktaralım:

Birinci Akabe Biatı:

Bir sene sonra aynı yerde buluşmak üzere Allah Resûlü’ne söz vererek Mekke’den ayrılan Hazrecliler bir yıl sonra sözleştikleri üzere Allah Resûlü’nün yanına gelerek gizli bir görüşme yaptılar. Yanlarında altı kişi daha getirmişlerdi. Bu görüşme sonunda, “Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina ile ırza geçmemek, çocuklarını öldürmemek, iftirada bulunmamak ve hiçbir hayırlı işte Peygambere karşı çıkmamak” üzere Hz. Resul’e biat ettiler.

Allah Resulü onlara, biatine sâdık kalanların cennetle mükâfat göreceğini; hataya düşenlerin cezasının da Allah’a ait olduğunu bildirdi. Onlar da, her hâlükârda itaat üzere olacaklarına söz verdiler.

Allah Resûlü’nün ashabı ile olan ilişkilerinde biat ve istişarenin önemli bir yer tuttuğunu görmekteyiz. Zira Allah Resûlü’ne biat etmek; Bezm-i Elest’te Allah’ın ‘Ben sizin Rabbiniz değil; miyim? Sorusuna ‘Evet; Sen bizim Rabbimizsin’ diye cevap veren insanın, dünyadayken unuttuğu bu ahdini tazelemesi; Allah adına O’nun Peygamberine yeniden söz vermesi; bu sözle kendisini yenilemesidir. Dolayısıyla, biat etmek sıradan bir boyun eğişin değil, pek ciddi bir boyutta Allah’a teslimiyetin ve kulluk sözü vermenin sembolüdür.

Allah Resûlü’nün aldığı biat, Medine’de kuracağı örnek devletin temelini örnek insanlarla gerçekleştireceğinin bir göstergesiydi.

Örnek toplumları meydana getirmek, ancak ailesiyle, ticaretiyle, sevgi ve kardeşliğiyle örnek olacak seviyeye gelmiş insanlarla mümkün olabilecektir.

Bu sebeple Hz. Resul, ilk etapta onlardan itaat ve ahlak-ı hamide sahibi olmalarını istemiştir. Demek ki iman ve ibadetin kemâli ve sıhhati, ancak ve ancak ahlak ve teslimiyet sahibi olmakla mümkün olabilmektedir.

Ayrıca, şunu da hemen söyleyebiliriz ki; Allah Resûlü’nün şer’i emirler ve ahlaki davranışlarla itaat ve teslimiyeti bir arada zikretmesindeki nükte; itaat ve teslimiyet olmaksızın İslam binasının temelinin sağlam olamayacağındandır. İman, ibadet ve ahlakın kemâle ermesi, bunları hakkıyla yaşayan örnek insana teslimiyetle ortaya çıkacaktır. Zira ibadet, iman ve ahlakımızı; nefsimiz süsleyerek bize takdim edebileceğinden dolayı, o nefsin aldatmasından bizi koruyacak olan insanlara tâbi ve teslim olmak, bizi her yönüyle kemâle götürecektir.

Büyüklerimizin; “Emir, edepten üstündür” sözü de, bu hakikatin bir ifadesidir. Resûlullah, Akabe’den memleketlerine dönmek isteyen Medinelilerle birlikte Mus’ab b. Umeyr’i gönderdi. Ve ondan Medinelilere Kur’an’ı, İslam’ı öğretmesi, itikat ve ibadetler konusunda bilgi vermesini istedi.

Mus’ab b. Umeyr, Medine’ de bütün kapıları çaldı; “Beni biraz dinleyiniz; sonra ne yaparsanız yapınız” diyerek Allah Resûlü’ne davet etti. Ve bu aşk yumağı genç sahabe, samimiyetinin neticesinde öyle muvaffak oldu ki; bir yılsonunda Mekke’ye döneceği zaman, üç aile dışında bütün Arap kabileleri İslam’ı kabul etmişlerdi.

Demek ki; İslam’ı tebliğde, konuşulandan ziyade konuşan ağız; yani konuşanın teslimiyet, mahviyet ve hizmet aşkı önemlidir. Kişi kalbinden dünyayı atar; teslimiyetle hizmet eder; Allah’ın sevdiği insanlarda yok olarak sever ve sevilirse davasına ram edemeyeceği insan yoktur. (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed, Temmuz 2011, 1. Cilt, Sayfa 319-323)

(Devam edecek)

Önerilen Makale

Atatürk, Allah’a dua ederek yardım isterdi

Kurtuluş mücadelesi yıllarından itibaren İngiliz ve Yunan ajanlarının sinsi gayretleriyle dini bütün, imanı sağlam Gazi …