Hayatını, “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Hz. Mevlâna, 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuş, 17 Aralık 1273 günü Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
Hz. Mevlana, her 17 Aralık’ta sene-i devriyesi sebebiyle düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılmaktadır. “ölüm günüm, düğün günümdür” tabirini kullandığı için. Anma törenleri, düğün günü ya da vuslat günü manasına gelen “Şeb-i Arûz” olarak adlandırılmaktadır.
Onun düşüncesinde, ölüm hiçbir zaman yokluk olarak kabul edilmemektedir. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir” diyerek gönüllerdeki ölümsüzlüğe dikkat çekmiştir.
Hz. Mevlâna, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” ifadesiyle de ölümün ayrılık değil kavuşmak olduğuna dikkat çekmiştir. Hem de öyle değil midir? Allah (cc) Kur’an da haber veriyor. “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize döndürüleceksiniz” (Ankebût, 29/57)Allah’a, yani özüne döndürülen bir ruh için yokluk manasında kullanılan ölüm ifadesi, nasıl bağdaştırılabilir.
Onun fikirleri ölümsüzlük sırrına kavuşmuş, vermek istediği mesaj kıyamete kadar geçerli bir hale bürünmüştür. Onun için Mevlana’nın vermek istediği mesaj sadece kendi çağını değil, gelecek çağları da kapsamaktadır. Önemli olan, verilmek istenen mesajı doğru anlamak ve uygulamaktır.
Hz. Mevlâna’nın davet ettiği gerçeği, çağlara vermek istediği mesajı anlayan ve bu konuda eşsiz bir eser ortaya koyan Prof. Dr. Haydar Baş “İslam ve Hz. Mevlâna” eserinde şu tespitiyle gönüllerimizde önemli bir çığır açmaktadır:
“Onun “ne olursan ol gel” dediği şey Seyr ve Hakk’a vuslattır, Allah’a doğru yolculuktur ve nihai hedef olarak Yüce Allah’ın huzurudur. Tasavvufun öz tabiriyle vuslattır. Bu ulvi gaye velayet ve irşad yoluyla gerçekleşir.
Hz. Mevlâna elbette “gel” diyor tüm insanlığa, ama “geldiğin gibi kal” demiyor; aksine insan-ı kâmile gelen kimsenin katı taş da olsa, mermer kesilse bile bir inci olacağını bildirmektedir. “Katı taş olsan, mermer kesilsen bile bir insan-ı kâmile ulaştın mı inci olursun/Temiz erlerin sevgisini tâ canın içine dik; gönlü hoş kişilerin sevgisinden başka bir sevgiye gönül verme/Ümitsizlik köyüne gitme, ümitler var. Karanlığa doğru yürüme güneşler var./Gönül seni gönül ehlinin mahallesine çeker, benlikse seni bilakis hapishaneye çeker./Hadi bir İnsan-ı kâmilden gıda ver gönlüne; yürü, devleti devlet sahibinde ara.”(Mesneviden)
İslami literatürle ifade edersek deriz ki; Mevlana’nın velayet ve irşad yoluyla “gel” diye davet ettiği şey esasen İslam’ın takvaca ve azimetçe yaşanmasıdır.” (İslam ve Hz. Mevlana / Prof. Dr. Haydar Baş / sayfa: 114)
Hz Mevlana’nın davet ettiği gerçek
“İnsanları kulluğa yönelten vesileler olan peygamberler, veliler, mürşitler ve âlimler aynı zamanda ölümden sonra Mahkeme-i Kübra’da da insanlara faydalı olacaktır. Mevlana’ya göre insan-ı kâmil “Bu mâsivadan ölmüş, Allah’ta dirilmiştir.” Mevlana’ya göre insan-ı kâmil, vaktin “İsrafili”dir; onların birinci nefesleriyle beşeri benlikler ölür, ikinci nefesleriyle Rabbani benlikler dirilir.”(Mesnevi, 1/378) Mevlana hemen peşinden uyarmaktadır; “O’nun eteğine sarıl da ahir zaman fitnelerinden kurtul…/Bu kılavuz olmadıkça bu arada yola düşme” (mesnevi, 1/337)
Mevlana Fihi Mâ Fih’de “Bilgin olmadığı halde kendisine doğru yolu gösteren birisine ulaşmayan kimse sapıtır gider.” Demektedir.(Fihi Mâ Fih, s:161) Dünya hayatında ikaz ve irşad yoluyla insanların kurtuluşlarına ve hidayete vesile olan bu büyükler ahirette de insanların kurtuluşlarına ve hidayete vesile olan bu büyükler ahirette de insanlara sorgu sual, hesap ve mizan gibi zor ortamlarda yardımcı olacaklardır. Bu büyüklerin bu yardımının adına İslami literatürde “şefaat” denir.
Burada vesile ve şefaat gerçekleri birbirini bütünlemektedir. Kurtuluş vesileleri olan Allah dostları(peygamberler, veliler ve gerçek âlimler) ahiret hayatında insanlara şefaat yoluyla yardımcı olacaklardır.
Dünya hayatında Allah’ın insanlara, insanları Allah’a sevdirme görevi ile çalışan hidayet rehberleri, ahirette de yine insanları felaketten korumak için Cenab-ı Hakk’a niyazda bulunacaklar, Cenab-ı Hak ise onlara olan sevgisi ve rızası hürmetine onların dileklerini kabul edecek, böylece insanlar, günahkâr da olsalar “şefaat” sebebiyle kurtuluşa ulaşacaklardır.
İşte Mevlâna, dünyada ikaz ve irşadı ile hidayet öncüsü olduğu gibi, inşallah ahirette de Cenab-ı Hakk’ın izni ile şefaat etmeye muvaffak olacaktır. Zira şefaat, Cenab-ı Hakk’ın, iyi kullarına verdiği bir yetkidir. (İslam ve Hz. Mevlâna / Prof. Dr. Haydar Baş / sayfa: 115-116)
Onun çağrısı Hakk’a, hakikate, doğruluğadır. “Geçmişteki halin ne olursa olsun, bu hal seni ümitsizliğe düşürmesin, tövbe etmek kaydıyla, yani eski haline dönmemek üzere gelmek istersen bu kapı sana açıktır” mesajı verilmektedir.
Yoksa “ne olursan ol yine gel” çağrısından; eski halini değiştirmeden olduğun gibi kal dediği anlaşılmamalıdır. O zaman “Bu canım var oldukça ben Kur’an’a tutsağım” sözü ile bağdaşmayan bir yorum olur ki; Ona atfetmek, Onun manevi şahsiyetine yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Zaten öyle davranmaya kalkışanlara da öncesinden cevabını göndermiştir: “Benden başkaca bir söz nakledenler olursa, Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”
Hz. Mevlâna’nın “Şeb-i Arûzu” vesile kılınıp onun dünya görüşleri insanlığa gerçek yönleriyle anlatılmalıdır. Onun büyük bir mütefekkir, büyük bir insan-ı kâmil olduğu anlatılmalıdır. Ancak o zaman onun maneviyat ikliminden istifade edilebilir.
Mevlâna’yı anlamak için de Mevlâna’nın misyonunu yüklenmiş, yolunu yol edinmiş, Mevlâna gönüllü, çağın Mevlâna’sına ihtiyaç vardır. Çünkü çağın Mevlâna’sını bulmadan, anlamadan; Mevlâna’yı ve vermek istediği mesajları anlamak zordur.
Çağın Mevlâna’sına ihtiyaç vardır
Hz. Mevlâna gibi Yunus Emre gibi Hacı Bektaş-ı Veli gibi Abdulkadir Geylani gibi kendi çağının kâmillerinin verdiği mesajları algılamaya çalışmanın yanında asıl görevimiz, çağın insan-ı kâmilinin çağa vermek istediği ilahi mesajları okumaya çalışmak olmalıdır.
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.a.) son peygamber olduğu için Onun ahirete göçü ile başlayan yeni süreçte uyarıcılık görevi Ehl-i Beyt’e, dolayısıyla velayet makamı sahiplerine verilmiştir. Bize düşen görev çağın insan-ı kâmilini aramak, bulmak ve takip etmektir.
Çağın insan-ı kâmilini ararken dikkat edilecek en önemli ölçü; yaşanılan çağın problemlerine mutlaka çözüm önerileri sunmalı, hayat ölçüleri, fikirleri, doğruluk ve duruşları inancıyla ve taşıdığı sorumlulukla bağdaşmalıdır.
İnsan-ı kâmiller kıyamete kadar her çağda yaşayacak, her çağa o çağın kâmili olarak mesajlar verecek, çözümler sunacaktır. Geçmiş çağlarda bu görevi üslenenler; Hacı Bektaş-i Veli olmuş, Hacı Bayram-ı Veli olmuş, Abdulkadir Geylani olmuş, Akşemseddin olmuş, Yunus Emre olmuş, Mevlâna olmuş, bu süreç kıyamete kadar da devam edecek bir süreçtir.
Her çağa yeni şeyler söyleyecek o çağın kâmillerinin olacağını Hz. Mevlâna şu mesajı ile anlatmaya çalışmıştı:
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi, Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş, Dünle beraber gitti cancağızım; Ne kadar söz varsa düne ait, Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Hz. Mevlâna, her çağa yeni şeyler söyleyecek, çağın Mevlanalarına olan ihtiyacı bir başka ifadesinde de şu şekilde dile getirmektedir:
“Zamanın kutbu olan insan-ı kâmilin kelamına karşı nakil ilmi, su varken teyemmüm etmek gibi bil. Allah Allah! Allah velileri ile diz dize oturmak lazımdır. Çünkü o yakınlığın büyük tesiri vardır.” (Kur’an Tefsiri Açısından Mesnevi, Dr. Hüseyin Güllüce, s. 72)
Yukarıdaki bilgiler ışığında etrafımıza baktığımızda çağın her probleminde çözüm sunan, Ehl-i Beyt kıyamına eş bir duruş sergileyen, çağın bütün şer odaklarına karşı mücadele eden, ayrılıkları birliğe, kavgaları barışa dönüştürmeye çalışan, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ı görmekteyiz. Çünkü O, diğerlerinden farklı ve yeni şeyler söylemektedir.
Ekonomide kapitalizm ve diğer sömürü düzenlerine karşı bir duruş sergileyerek; açlığa, yokluğa, işsizliğe, fakirliğe; “Milli Ekonomi Modeliyle” çözüm sunmaktadır.
Sosyal problemlere “Sosyal Devlet Milli Devlet” projesiyle çözüm sunmaktadır.
Dini, milli ve kültürel haçlı istilasına, Deccal fitnesi Dinlerarası diyalog sapkınlığı karşısında “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt” projesini sunmaktadır.
Bu kadar çözüm önerisi sunan Prof. Dr. Haydar Baş’a çağın Mevlâna’sı demekten başka yol göremiyorum. Şimdi milletimize düşen görev; çağın Mevlana’sının görüş ve önerilerine kulak vererek kurtuluşa ermektir. Aksi takdirde yaşanan sıkıntılardan kurtulmanın imkânı da görünmüyor.
Uğur Kepekçi