Çağın bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız bakınız bu konuda ne kadar harika tespitler yapıyor:
“Ruhların madde kalıbına girmeden evvel yaratıldıkları bir gerçektir. Cenâb-ı Hakk’ın iradesi böyle zuhûr etmiş ve insan evvela ruh, mânâ cevheri olarak yaratılmıştır. Bu varlığa ilk hitap, “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” dir. Bu gerçek A’raf sûresi 172. ayet-ı kerimede bildirilir:
“Kıymet Günü’nde ‘biz bundan habersizdik’ demeyesiniz diye Rabb’ın Ademoğlullarından onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları da kendilerine şahit tuttu ve dedi ki ben sizin rabbiniz değil miyim? (onlar da), ‘evet (buna) şâhit olduk’ dediler.” Araf/ 172)
Güzellerin Güzeline, Gerçeklerin Gerçeğine, Canların Canına kara sevda, bu seyir zevkinde başlamıştır.
Bu öyle bir sevda ve Muhabbettir ki madde aleminde “Hayır sen yoksun, ben varım “diyerek ilahlık iddiasında bulunan Nemrut’lar, Firavun’lar ve hatta madde ve mana alemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Muhammed’in karşısına çıkan Ebu Cehil bile, O Güzel’e, O Hüsn-ü Mutlak’a ve Gerçek’e, “sen bizi yarattın” evet buna şehit olduk” dediler.
Ruhlar, Elest Bezmi’nde Onun uluhiyetini tasdik ve kendi aczini kabul etmiştir.
Allah (c.c.) âdil-i mutlak olduğu için, yarattığı insanın özünü, cevherini yani ruhunu, kendi hâline bırakmamış, maşukuna sevgilisine kavuşsun diye ona din yoluyla muazzam, mutantan bir cadde açmıştır.
O cevherde itiraz kuvveti nefs olduğu için de şımarmasın, yanılmasın, düşmesin, kaybolmasın diye yine insan cinsinden ve fakat seçilmiş, sevilmiş, taktir ve tastik edilmiş peygamberlerini göndermiş, peygamberlerin yolundan giden velilerini lütfetmiştir.
Bu hikmetten olacak ki, ilk insan aynı zamanda peygamber olarak gönderilmiştir.
Zaman içerisinde, insandaki nefis Şeytan’la anlaşmış, insanı ruhunun yolundan saptırmış; onu kendine, peygamberine ve kul olmak için söz verdiği Rabb’ine ters düşürmüştür.
Kulu Allah’tan koparan birtakım şeyler olduğu gibi, içinde O’na bağlayan bir öz, bir cevher de vardır. O cevher ruhdur. Çünkü Cenâb-ı Hakk insana ruhundan üflemiştir.
Bir âyet-i kerime şöyledir:
“Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde/9)
Yine başka bir âyet-i kerime, ruh hakkında az bilgi verildiğini beyan eder:
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabb’imin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” (İsra /85)
Bu âyet-i kerimede açıklanan hikmet sebebiyledir ki, ruhu tanımak hakikaten kolay değildir. Batı dünyasının ilim adamları ruhu tanımadıkları için “insan bu meçhul” diyorlar. Dedikleri doğrudur. Ruhu tanımak kolay bir iş değildir. Çünkü onu tanımak Allah’ı tanımakla eş anlamlıdır.
Nitekim Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Nefsini bilen Rabb’ini bilir.”
Bunun anlamı; kendini tanıdın mı? Allah’ı da tanırsın…
“Bunlar, İman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Taha /14)
Kalp, sahibinin mekanıdır oraya başka bir şey konulursa olmaz. O zaman ne aranan bulunur ne de kalp mutmain olur. Zikrullah sahibini Rabbine taşıyan bir binektir. O bineğe binerek cenab-ı Hakka vuslat edilir. Ancak onun sevgisi onun muhabbeti kısaca onun tecellileri ile kalp alemi tatmin olur. Aksi takdirde insanoğlunun arayışı bir ömür boyu devam eder huzuru bulamaz.
İnsan ne kadar zengin olursa olsun ne kadar serveti şöhreti olursa olsun hangi imkana sahip olursa olsun zikrullah gerçeğinden mahrum olduğu müddetçe korkunç bir boşluktadır. Çünkü Yaratıcıdan çok uzaktadır. İşte zikrullah kulu Rabbine kavuşturur vuslat elde edilir.
“Muhakkak ki Ben yalnızca Ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et beni anmak için namaz kıl” (Taha /14)
İbadetlerin ruhu ve özü ise Allah’ı hatırlamak Allah ile beraber olmaktır.”
(Prof. Dr. Haydar Baş/ Dua ve Zikir/ sayfa 169-1739
Netice itibariyle, ruhlar meclisinde ilk irade beyanında tastik ettiğimiz Allah’la aramızdaki nefis ve şeytanla alakalı engelleri aradan kaldırmanın yolu; hatırlamak için anmak olan Zikrullahtır. Başka yol arayanlar, kör karanlıklarda ve derin bataklıklarda kaybolmaya mahkumdur. Vesselam.
Uğur Kepekçi