İnsanoğlu başıboş, kendi halinde ve kendi fikrinde bir hayat yaşamak için yaratılmamıştır. Zariyat suresi 56. Ayette yüce Allah(c.c.) bu gerçeği şu şekilde dile getirilmiştir: “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat /56)
Yüce Allah’ın bizden istediği bu görev elbette hiç de kolay değildir. Dünyada saadet, ahirette cennet olan bu mutlu sona ulaşmanın da yolu vardır. Bu önemli görevi yerine getirebilmek için Allah (c.c.)seçilmiş ve sevilmiş kullarını görevlendirmiştir. Bunlar önce Rableri tarafından seçilir, sevilir, terbiye edilir ve kulların nefis terbiyesiyle görevlendirilir. İnsanlar arasında bu özel kullara Kâmil insan denir.
Kamil insanın terbiyesi altına girmeyi kabul eden insan; iman ve amel noktasında yaratılış gayesini anlamaya başlar. Bozulmuş ölçüler, yaradılış ayarlarına, yani aslına dönmeye başlar.
Kamil insanın manevi tedavi ve terbiyesiyle aslına dönen, nefsi hastalıklardan kurtulan nefsi taşıyan kimselerin kalpleri arınır, gerçekleri görmeye ve ilahi tecellilere muhatap olmaya başlar. Bu konunun da aslını Prof. Dr. Haydar Baştan öğrenelim:
“Rabbani güzelliklerin galebe çaldığı beşeri tabiatın kutsiyet âleminin esrarına tabi olduğu arınmış kalp, Hakk’ın muhatabı olur. Allah sevdiği ve seçtiği insanların kalplerini böylece arındırır, katına layık kılar. Nitekim gönül sahiplerine hak katından bir davet olan “Ey arınmış, mutmain olan nefis! Rabbin senden razı ve sen de O’ndan razı olarak dön Rabbine!(Fecr suresi: 27-30) hitabı ayeti kerime ile kıyamete dek ebedilik kazanmıştır.
Bir gün Hz. Peygambere soruldu: ‘Şerh-i Sadr nasıl olur ey Allah’ın Resulü?’ Efendimiz; ‘İnsanın kalbine öyle bir nur gelir ki o nur kabini açar’ buyururlar. Ashab-ı Kiram(r.a.) ‘Bunun alameti nedir’ diye tekrar bir soru yöneltirler. Resul-i Ekrem şöyle cevap verir : ‘Onun alameti insanın şu aldatıcı dünyanın gösterişine kapılmayarak cavidani hayatı özlemesi, ölmeden önce ölüme hazırlanmasıdır.’
Bu cümleden olarak kul Hakk’ın nurunun dolduğu kalplere gönlünü açar, Hakk’ın seçtiği insanları dost edinebilirse ilahi tecellilerin muhatabı olmaya başlar. Elçisinin kalbini Cebrail vasıtasıyla açan; Hak Teâlâ kullarının kalbini de dostları vasıtasıyla açar ve tecelli mahalli olarak seçer.” ( Rahmeten Lil Alemin Hz. Muhammed (s.a.v.) / Prof. Dr. Haydar Baş /cilt 1./ sayfa 294)
Bu bilgiler ışığında, temiz ve huzur dolu bir topluma kavuşmak için nefsinde hastalık bulunan her ferdin; insan-ı kâmiller vasıtasıyla, nefislerini terbiye edip, kalplerini arındırarak, ilahi tecellilere muhatap olmasının şart olduğunu öğreniyoruz.
Fertten topluma bu arınma(nefis terbiyesi) hareketi yerine getirilmedikçe beklenen huzuru ne bu dünyada, ne de ahirette elde edebilmek zor, belki de imkânsızdır. Rabbimiz, Peygamberimizin (s.a.a.) “büyük cihat” diye işaret ettiği nefisle mücadelede bizlere yardım eylesin.
Uğur Kepekçi
29 HAZİRAN 2019