İçindekiler Tablosu
1.1. Kerbela’dan Önce Kerbela’dan Sonra Muharrem! 2
1.3. Hayatımın Miladı Haydar Baş Hocamızdır 4
1.4. Kerbela Hakkında Bilinmesi Gerekenler (Giriş) 5
2.1. Gadir-İ Hum Günü Yaşananlar 6
2.2. Hakikatten Sapma, Velayetin İnkârı ile Başlamıştır 7
3.1. İmam Hüseyin (a.s.)’ın Kıyamı İrşat ve İkazdır 9
3.2. İmam Hüseyin (a.s.) Bilerek Şehadete Gitti 10
4.1. Tasua Günü ve Gecesi Nedir Bilir Misiniz?. 11
4.2. Biraz Tefekkür Edelim.. 13
4.3. İmam Hüseyin ve Yarenleri Tasua Gecesini İbadetle Geçirmiştir 13
5.1 Kerbela, Soykırım, Matem Ve Milat 15
5.2. Soykırımı Lanetlememek Bir Suçtur 16
5.3. Emevilerin Kadrolaşması İlk 3 Halife Döneminde Başlamıştır 18
5.5 Kerbela’dan Sonra Yaşananlar 20
6.1. Hz. Zeynep’in Yezid’e Karşı Kıyamı 22
6.2. Kısaca Hz. Zeynep’ten (a.s.) Bahsedelim.. 23
6.3. Haksızlık Karşısında Hakkı Savunan Kahraman Kadın Hz. Zeynep (a.s.) 23
7.1. İmam Hüseyin ve Kerbela Anlaşılmadan, Saflar Belli Olmaz. 26
7.2. İmam Hüseyin’in Davası, Kıyamı Anlaşılmış Mıdır?. 27
7.3. Kıyam ve Kerbela Hakkında Farklı Görüşler 28
7.4. İmam Hüseyin’in Kıyamının Sebepleri 31
8.1. Kerbela’dan Alınacak Dersler 32
8.2. İmam Hüseyin’i Neden Seviyoruz?. 33
8.3. Ehl-i Beyt’e Göre Fırka-i Naciye. 34
8.4. Kerbela Analizimizi Bitirirken Son Söz. 36
8.5. Ona Nasıl Kıydınız? (Şiir) 37
1. Giriş ve Çerçeve
1.1. Kerbela’dan Önce Kerbela’dan Sonra Muharrem!
Muharrem, Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’ın Kerbela’da şehit edildiği günden itibaren adı, yönü, şekli değişen; kıyamete kadar da matem vasfı değişmeyecek olan bir ay şekline dönüşmüştür.
Allah’ın haram aylar diye karar kıldığı, savaşmanın ve kan dökmenin Allah tarafından yasaklandığı halde; sözüm ona Müslüman kılıklı kâfirler, münafıklar tarafından, Peygamber (s.a.a.)’in ciğerpareleri, şehitlerin efendisi olan İmam Hüseyin (a.s.)’ın ve ashabının soykırımı sebebiyle mateme dönüşmüştür.
Bu sebeple Muharrem, matemdir…
Muharrem, Kerbela faciası, soykırımdır…
Muharrem, İmam Hüseyin (a.s.)’dır.
İmam Hüseyin’in kıyamı ve şehadeti sebebiyle dünya, kıyamete kadar geçerli bir terim kazanmıştır. 10 Muharrem’de Aşura günü İmam Hüseyin’in duruşudur bu terim.
Bu terim, “Hüseyni duruş” dur.
Küfür ehli, Emeviler ve çağımızdaki sapıkların varisleri her şeyin içini boşaltıp yerine kendi sapık görüşleriyle doldurdukları gibi Hüseyni duruş kavramının da içini boşaltıp farklı anlamlar yüklemiştir.
Bazı kimseler şu yanılgıya düşebilir. Muharrem ayının kutsiyeti ne olacak? Bu ayın fazilet ve bereketinden vaz mı geçeceğiz?
Bir defa şunu unutmayalım, İsrailoğullarında Hz. Muhammed’e Ramazan orucunun farz olduğu ayeti ininceye kadar Muharrem ayında oruç tutuluyordu.
Ramazan orucu ile daha önce farz olan Muharrem orucu sadece diğer peygamberlerden kalmak üzere faziletli günler olarak kabul edilmiş ve isteyenler tarafından oruç tutulmaya devam edilmiştir.
Sadece Muharrem’de değil haram olan günler dışında tutulan oruçlardan elbette sevap alınır. Ancak bu durum Kerbela’ya kadardır.
1.2. Kerbela Bir Milattır
Kerbela’ya kadar Muharrem ile Kerbela’dan sonra Muharrem asla aynı kefeye konamaz.
Kerbela hicret gibi yeni bir dönemdir. Kurallar değişmiştir.
Bu durum, eski peygamberin hükmü, yeni peygamber gelince eskinin hükmünün geçerliliğini yitirdiği gibi düşünülmelidir.
Peygambere iftira edilen Muharrem’in 10. günü hakkında uydurulan hadislerin peygamber tarafından söylenmesi asla mümkün değildir.
Hüseyin (a.s.) doğduğu gün, O’nun şehadet haberini getiren Cebrail ile ağlayan bir Peygamber, Muharrem günü hakkında bayram gibi uygulamaları emretmez.
“10 Muharrem’de; sürme çekenin gözü ağrımaz, banyo yapan hastalık görmez, evine 10 eşya alan yoksulluk görmez. O gün yapılan her şeyin bereketle karşılık verilecek, o gün tatlı aşureler yapın yiyin için, bugünü kutlayın” emirleri, evladının şehit edileceğini bilen bir peygambere atfedilemez.
Bu satırların yazarı olarak benim bile miladım var, hatalarım var, yanlışlarım var. Bu günler ve işlerin fazileti hakkında bu uydurma hadisleri ben de eskiden yazılarımda yazdım. Ama şunu kabul ediyorum. Hatamı bildim ve döndüm elhamdülillah. Allah affetsin.
1.3. Hayatımın Miladı Haydar Baş Hocamızdır
Haydar hocamızı tanıyıncaya kadar Uğur, Haydar hocamızı tanıdıktan sonraki Uğur dönemim var.
Önemli olan doğru ile buluşunca, yanlışı hemen terk edip, doğruya hizmet etmektir.
Bu konuda bir empati yapalım:
Bir tarihte sizin düğününüz olsa; bunun sevincini her sene de aynı tarihte kutlarsınız, anarsınız; belki de sevinç gösterileri yaparsınız.
Aradan yıllar geçmiş, aynı tarihte evinize bir katil gelmiş bütün aile fertlerini hunharca katletmiş, adeta soyunuzu tüketmiş, soyunuzu kırmıştır.
Siz evlilik günü ile katliam günü aynı tarihe gelen bu tarihi, bundan sonra sevinç olarak mı yoksa matem olarak mı hatırlarsınız?
İnsan olan hemen herkesin vereceği cevap aynıdır: “Bugün düğün günü değil, bugün matem günüdür.”
Hele bir de Muharrem’in 10. günü, İmam Hüseyin’in şehadeti dolayısıyla lanetullah Yezit tarafından; halk bayram gibi kutlamalara, hediyeleşmeye, şükür orucu tutmaya, tatlı şeyler yapıp bayramlaşmaya sevk edilmiş ise bugün hakkında ne düşünürsünüz?
Aşura gününü bayram gibi kutlayanlar, katliama seyirci kalanlar, ya da ilgisiz kalanlar lanetullah Yezid’i sevindirir ve razı ederler…
Aşura gününü matem ile geçirenler Ehl-i Beyt’i Hz. Muhammed’i, Allah’ı sevindirir ve razı ederler.
Düşünün bu konudaki kararınızı buna göre verin ve bundan sonra kimin yanında duruş sergilediğinize öyle karar verin.
Demem o ki her önüne gelen kendi eğri duruşunu, en doğru olan “Hüseyni duruşla” birbirine karıştırmasın.
Gayret bizden, hidayet Allah’tandır.
1.4. Kerbela Hakkında Bilinmesi Gerekenler (Giriş)
Kerbela, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.a.)’nın ilk ve tek hac görevini yerine getirdiği Veda haccı diye adlandırılan Hac dönüşünde zilhiccenin 18. Günü Medine’ye yaklaşık 150 kilometre kalan Gadr-i Hum bölgesinde başlayan İmam Ali’nin (a.s) Allah tarafından seçilmişliğinin ilanı ile başlayan bir süreçtir.
Kerbela hakkında her önüne gelen bir fikir yürüttüğünü, asırlardır bu konuya değinmekten bile çekinen Emevi siyasetinin her devirdeki kalıntıları tarafından örtbas edilen bu olayı yıllarca yarım yamalak yazılan eserlerden okuduk.
Rahmetli Asım Köksal Hocanın bile İslam Tarihi eserine eklediği Kerbela cildinde gerçekleri kısmen açıklayıp sonunda da “Tarihte yaşanmış bu kara günleri taraf mantığıyla ele almak yerine bunun hesabını ahirete bırakmakta fayda var” anlayışını ortaya koyan tespiti ile Ehl-i Beyt davasına katkı sağlamak yerine gerçeklerin saklanmasında rol aldığını görüyoruz. Niyeti ne olursa olsun bu yaklaşım yanlıştır.
Sünni eserlerde genelde meselenin aydınlanmasından çok müdahale edilmemesi olayın örtülmesini sağlamışlardır.
Kerbela hakkında Ehl-i Beyt taraftarları senelerdir bildikleri kadarıyla İmamların haklı davasına sahip çıkmaya çalışmış ama Ülkemizde alevi vatandaşların bu tutumu hüsnü kabul görülmemiş toplumda hep suçlanır pozisyonuna düşmüşlerdir.
Bu haksızlığı gören Prof. Dr. Haydar Baş yaptığı akademik ilmi ve dini çalışmalarla Türk milleti başta olmak üzere bütün Müslümanların önüne Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’tir gerçeğini koymuştur.
Başta peygamberimizin hayatı olmak üzere Hz. Fatıma ve 12 Masum imamların hayatlarını kitaplaştırmış, Ehl-i Beyt’in davasını dava edinerek her şart ve zamanda onların hakkını son nefesine kadar savunmuştur.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın eşsiz Ehl-i Beyt Külliyatından istifade ederek Kerbela hakkında bilinmesi gerekenler başlığı altında bir Kerbela analizi hazırladık. Doğru bilgiye ulaşmak isleyenlerin 13 gün sürecek olan bu analizimizi dikkatle takip etmelerini tavsiye ederiz. Gayret bizden hidayet Allah’tandır.
2. Tarihsel Arka Plan
2.1. Gadir-İ Hum Günü Yaşananlar
İmam Ali (a.s.)’ın velayetinin ilanı kabul edilen Zilhicce ayının 18’inci günü Gadir-i Hum Bayramıdır.
Peygamberimiz Hicri 10’uncu yılının Zilhicce ayının 9. Günü Arafat’ta Veda Hutbesini irad etmiştir. Hac dönüşünde Mekke Medine arasında bulunan Gadir-i Hum denen yere vardığında(zilhicce/18) Cebrail; Ey Muhammed, Allah şöyle buyuruyor:
“Ey şanlı Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! (İnsanlara ulaştır) Eğer bunu yapmazsan O’nun peygamberlik görevini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah, kâfirler toplumunu doğru yola iletmez.” (Maide/67)
Resulullah Cuhfe’ye yaklaşan Müslümanların önde gidenlerinin geriye çağrılmalarını, geride kalanların da orada toplanmalarını emretti. Ardından namaza toplanma emri verdi. Ağaçların altının temizlenmesini, minber şeklinde taşların üst üste konmasını emretti. İnsanların iyi görmesi için onların üstüne çıktı. Allah’a hamd ederek söze başladı.” (İmam Ali (a.s.) / Prof. Dr. Haydar Baş)
Gadir-i Hum denilen yerde irad edilen hutbenin gayesi Cebrail’in ikazını yerine getirmek, Hz. Ali (a.s.)’ın velayetini ilan etmekti. Halkı Ali b. Ebi Talib’e itaate davet etti. Sonra Ali’nin kolunu kaldırdı. Sonra buyurdu ki;
“Ben kimin Mevla’sı isem, Ali de onun Mevla’sıdır. Allah’ım! Onu seveni sev, O’na düşman olana düşman ol, O’na yardım edene yardım et, yardım etmeyerek yalnız bırakanı yalnız bırak”
Sonra henüz insanlar dağılmamıştı; “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetlerimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim” (Maide/3) ayeti nazil oldu.
Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Allahuekber! Din kemale erdirildi; nimet tamamlandı. Allah benim risaletime ve Ali’nin velayetine razı oldu”
Resülullah Gadir-i Hum hutbesinde, 7 yerde kendisinden sonra Müslümanların halifesinin Hz. Ali olduğunu beyan etmiştir.
Bu ifadelerden bir kısmı şunlardır:
“Ali bin Ebi Talib, Benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonra imamdır.”
“Ey insanlar ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum.”
“Benden sonra Ali Allah’ın emriyle sizin veliniz ve imamınızdır. İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulüyle görüşeceğiniz güne kadar O’nun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Ali)
Tarihte Müslümanlar bugünü bayram olarak kutlamışlardır. Ancak aradan geçen zaman zarfında oluşturulan fitne sebebiyle Sünni dünyasına unutturulan bu önemli gün, sadece Şii dünyasında bilinmeye devam etti.
Son yıllarda Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ortaya koyduğu Ehl-i Beyt Külliyatıyla Gadir-i Hum hadisesi hakkında yaptığı kapsamlı çalışma sayesinde Gadir hadisinin 222 Sünni alim tarafından eserlerinde yer aldığını ispat etmiştir. (Prof. Dr. Haydar Baş / Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt /sayfa 81)
2.2. Hakikatten Sapma, Velayetin İnkârı ile Başlamıştır
Gadir-i Hum günü ilan edilen İmam Ali’nin velayeti Hz. Peygamber vefat ettikten sonra İmam Ali ye verilmek yerine Ehl-i Beyt evlatları Peygamberin defin işleriyle uğraşırken Hilafetin sözde bir seçimle Hz. Ebubekir’e verilmesi ondan sonra Hz. Ömer’in sonra da Hz. Osman’ın hilafetiyle birçok hükümler değişmiş, Peygamber uygulamaları göz ardı edilmeye başlanılmıştır.
Ebu Süfyan’ın şüpheli (korkudan) iman etmesi, Mekke fethinden sonra dahi Peygamberin katledilmesi için temennileri taşıması sebebiyle peygamberimiz bu düşüncelerden vaz geçmesi hakkında onu uyarmıştır. Peygamber’imiz Ümeyyeoğlullarına hiçbir zaman itimat etmemiş, onları söz sahibi hiçbir makam ya da mevkie getirmemiştir.
Ancak Peygamberimizin bu konudaki hassasiyeti göz ardı edilmiş 3 Halife döneminde Ümeyyeoğulları en stratejik noktalara getirilmiştir. Muaviye 3 halife döneminde sürekli Şam Valiliği görevinde kalmıştır. Daha sonra da kendini Şam’da halife ilan etmiştir.
Ümeyyeoğlullarının ve Muaviye’nin devlet kademesinde kadrolaşması 3 Halife döneminde olmuştur.
Kerbela’ya giden yol bu şekilde açılmıştır. Önde gidenlerden hak gaspını öğrenen sonraki gelenler, gittikçe işin dozunu kaçırmış, sonunda iş katliamlara varmıştır.
Rahmetli Celal Mısır Hocamız “Başlangıçta bir derece olan açı farkı uzadıkça zaman geçtikçe öyle bir konuma gelir ki; önü alınamaz yanlışlıklara sebebiyet verir. İman öyle bir hassas dengedir ki, küçücük bir sapma; ilerde kişiyi iman dairesinden dahi çıkartır.”
Kişi başlangıçta küçücük bir hata yaptığı, hatada bir çığır açtığı zaman onun sonunun nereye varacağı tahmin edilemez.
Hz. Osman’ın şehadetinden sonra Hz. Ali (a.s.)’ın halk tarafından halife tayin edilmesine, ilk başkaldırı Şam Valisi olan Muaviye ile başlar.
2.3. Muaviye’nin İcraatları
Esas konumuz Kerbela olduğu için sadece birkaç cümle ile Muaviye döneminde yaşananlara değinip geçeceğiz. Detaylı bilgiler Prof. Dr. Haydar Baş’ın yaklaşık 16.000 sayfalık Ehl-i Beyt külliyatında mevcuttur. İsteyenler oradan erişebilir.
Muaviye döneminde, İmam Ali’ye (a.s.) karşı, Hz. Osman’ın kanının yerde kalmaması için sözde bir mücadele başlatmış.
Kendisi de Ümeyeyoğullarından olan Hz. Osman’ın şehadetini kan davasına döküp, kabilecilik anlayışının gereğini yerine getirmiştir.
Muaviye’nin niyetinde ve eyleminde giriştiği savaşlarda gerek Sıffın gerek Cemel vakalarında Allah’ın rızası yoktur. Muaviye’nin esas niyeti İmam Ali’nin hilafetine başkaldırmak ve kendi hilafetini sağlamlaştırmaktır. Bunun için de Müslümanları aldatıp çeşitli bahanelerle birbirine kırdırmıştır. Her iki savaşta dökülen bütün kanların vebali Muaviye’nin ve ona aldananların üzerindedir.
Güneş gibi aşikâr bu hadislerde İmam Ali’nin(a.s.) verdiği hak mücadelede bile günümüz Müslümanları, “bizi ilgilendirmeyen tarihte yaşanmış olaylarda taraf olmamak lazım. Muaviye de bir sahabedir” mantığında olup Allah’ın düşmanı Muaviye’ye (r.a.) diyecek kadar yanlış, imandan yoksun bir tavır sergilemeye devam etmektedir. Bu da ayrı bir yanlış, sadece değinip geçeceğiz.
İmam Ali’nin (a.s). Şehadetinden sonra İmam Hasan(a.s.) döneminde de Hz. Hasan’a binlerce tuzaklar kurmuş, halkın önünde anlaşmalar imzalatıp, sonra o anlaşmaları yırtıp atan, sonunda Hz. Hasan’ı zehirleterek şehit eden Muaviye zulmünün üstüne zulüm eklemiş, ölümüne yakın bir zamanda da Oğlu Yezidi Halife ilan ederek ona biat alma için çaba sarf etmiştir.
Muaviye’nin oğlu Yezit; ahlak yoksunu, içki müptelası, maymunlarla arkadaşlık eden gerek insan gerek hayvan olsun her fırsatta ev ahalisine, yakın akrabalarına bile zina edecek kadar şerefsiz bir yaratıktır.
Cuma namazını farklı günlerde kıldıran, istediği gün istediği vaktin namazını istediği rekatlarda kılan, esasta namaz kılmayan, halkın can, mal ve namus emniyetini çiğneyen aşağılık bir mahluktur.
Müslümanlar Yezid’e başkaldırmak isteğiyle, İmam Hüseyin’e on binlerce mektup yazarak “Kûfe’ye gel başımıza geç yoksa yakında din diye bir şey kalmayacak” diye çağırmıştır. İmam Hüseyin (a.s.) İmamlığın sorumluluğu gereği yola koyulmuş böylece Kerbela yolculuğu başlamıştır.
Gideceği yer Kûfe’dir. Ancak İmam Hüseyin’in (a.s.) yolu Yezid’in ordusu tarafında kesilecek, çöle indirilecek Kerbela’da şehit edilecektir.
3. Kıyamın Tevhid Boyutu
3.1. İmam Hüseyin (a.s.)’ın Kıyamı İrşat ve İkazdır
Prof. Dr. Haydar Baş İmam’ın(a.s.) kıyamına nasıl bir yaklaşım sergiliyor? Eserinden okuyalım:
İmam Hüseyin (a.s.) şehadete giden yolculuğunda irşad ve ikaz vazifesini bırakmamıştır. Zaten onun kıyamı irşat ve ikazdır.
İmam Hüseyin’e gelen on binlerce davet mektubundan sonra ailesi ve şehadet şerbetini birlikte içmeyi kabul eden yarenleriyle birlikte Kûfe’ye doğru (zilhiccenin 8. günü) yola koyuldu.
Müslim b. Akil’i elçi olarak küfeye yolladıktan sonra mektup gönderenlerin ona biat eden döneklerin haberi ulaştı. Onu sevenler her yerde önünü kesti gitmemesi için yalvardı.
Hatta İmam Hüseyin’e (a.s.) Müslim b. Akil, Kûfe’de H. 60 senesinin Zilhicce ayının dokuzunda şehit edildiği haberi ulaştı. Daha sonra da Müslim b. Akilin şehit olmadan yolladığı “sakın gelme seni Kûfe halkı sattı” mektubu bile onu yolundan çeviremedi.
Hiçbir gelişen olay onu şehadete giden yoldan çeviremiyordu. İmam (a.s.) yolda karşılaştığı insanlara ikaz vazifesini sürdürmeye devam ediyordu.
Salabiye konağında bir şahıs İmam Hüseyin’e (a.s.) “Kıyamet günü, herkesi ve topluluğu kendi imam ve önderi ile çağıracağız” mealindeki ayeti sordu. (Isra/71)
İmam Hüseyin(a.s.) bu konuda şu cevabı verdi: “Evet, öyle imam ve önderler vardır ki, insanları doğru, saadet ve mutluluğa doğru çağırır; bir grup insanlar da ona olumlu cevap verip itaat ederler. Diğer bir önder de vardır ki, bedbahtlık ve sapıklığa doğru davet eder, diğer bir grup da ona olumlu yanıt verirler. Birinci grup cennete, ikinci grup ise cehenneme gider! İşte bu Allah Teala’nın buyurduğu (bir grup cennettedirler, diğer bir grup da cehennemde) ayetinin diğer bir manasıdır “diye buyurdu.
3.2. İmam Hüseyin (a.s.) Bilerek Şehadete Gitti
Bazı Sünnî eserlerde İmam Hüseyin’in (a.s.) tüm bu gelişmeleri bildiği hâlde, bilerek ölüme gittiğinden bahsedilmektedir. Resulullah (s.a.a.) tarafından buyrulan ve kendisinin de vâkıf olduğu hadislere göre, öldürüleceğini bildiği hâlde, hayatını korumaya çalışmak yerine, neden ölümü tercih ettiği tartışılmaktadır. İmam Hüseyin’in (a.s.) bilerek ölüme gitmesi eleştirilmektedir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız eserinde bu eleştirilere şu cevabı vermiştir
“Buna cevap olarak deriz ki, evet, İmam Hüseyin (a.s.) Ehl-i Beyt’in içinde öldürüleceği ceddi Resulullah (s.a.v.) tarafından haber verilmiş bir İmam’dır.
Kerbela olayında gâye, hakkı hâkim kılmaktır. Hz. Hüseyin (a.s.) ilayi kelimetullah için ölümü göze almıştır. Gerekirse şehit olacaktır. Bu her cihatta böyledir.
Kendisinin ölümünden haberdar olması, yaşayacağı kaderi bilerek ona boyun eğmesidir ki, bu tarifi imkânsız bir teslimiyettir.
Kaldı ki, 12 masum İmam’ın kendi ağzından, imamlığın bir vasfının öleceği zamanı bilmek olarak aktarılır. Yani hüccet sahibi gerçek olan imam, öleceği zamanı bilir. Bu imametinin bir gereğidir.
Câfer Sâdık (a.s.) buyurdu ki: “Bir İmam başına nelerin geleceğini ve sonunun nereye varacağını bilmiyorsa o, Allah’ın kulları üzerinde hücceti değildir.”
İmam Hüseyin (a.s.) ‘ın şehitliği İslam tarihi için çok önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü öleceğini bildiği hâlde vazgeçmediği bu kıyam, halifenin yanlışlarının çıkması, ümmetin ayıkması ve Kur’an çizgisine geri dönüşün başlangıcıdır.
Bu yüzden Asr-ı Saadet’ten itibaren onun şehadeti ve nasıl katledileceği haber verilmiş, bu zamana dikkatler çekilmiştir. Kıyamla ortaya çıkan süreç, karanlıkların aydınlanma sabahıdır ki, İmam Hüseyin (a.s.) canını bu uğurda esirgememiştir.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin (a.s.) /sayfa 439-477)
4. Tasua ve Aşura Gecesi
4.1. Tasua Günü ve Gecesi Nedir Bilir Misiniz?
Tasua günü denilen gün, Aşura gününden, Kerbela faciasından bir gün önceki gündür. Bugün önemli gelişmeler yaşanmıştır.
İmam Câfer Sâdık bugünle ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Tasua, Hüseyin (a.s.)’ın kuşatma altına alındığı gündür.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin / sayfa 515)
Tasua hadisesinin hikmetlerini Prof. Dr. Haydar Baş’tan okuyalım:
İmam Hüseyin (a.s.), Tasua Günü’ne kadar geçen yolculukları boyunca yanında yer alan ailesini ve yakın dostlarını defalarca başlarına gelecek akıbet konusunda uyarmıştır.
Ancak Tasua günü ve gecesinde yaptığı konuşmalar artık onların üzerinden biatini kaldırdığı ve ölmemek için terk etmeleri şeklinde idi.
Burada müthiş bir incelik vardır. İmam (a.s.) yanındaki ashabına karşı indallahda, “Ben bunları ikaz etmiştim” diyebilmek için son âna kadar onları serbest bırakmıştır.
Ölüme giden bu insanlar şehadet şerbeti ile şereflenecek de olsa, İmam Hüseyin (a.s.) onlara karşı zerre vebal almamak için defalarca ashabını yanından ayrılması ve bu akıbetten kurtarmaları için ikaz etmiştir.
Buradaki ikinci bir nükte de İmam (a.s.) karşısındaki on binlerce kişilik orduya karşı 72 kişilik ashabı ile kendini müdafaa edecek olmasıdır.
Bu az insanların arasında kendine yardımı olmayacakların şimdiden yanından ayrılmasını istemekte idi. Bu cesarette ve kararlılıkta olmayanların ertesi gün faydası olmazdı. Israrla, ‘öldürüleceksiniz, gidin’ demesinin bir nedeni de budur.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin(a.s.) / sayfa 523)
İmam’ın orada bulunanları serbest bırakmasına rağmen kimse gitmedi. Birbirine benzer ifade kullanarak “Canımız sana feda olsun. Ellerimizle ve yüzlerimizle seni koruyacağız. Senin önünde öldürüldüğümüz zaman, Rabbimize verdiğimiz sözü yerine getirmiş ve sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmiş oluruz.” Dediler.
Hz. Hüseyin ve yanındakiler Tasua akşamında herkes yarın şehadet mertebesine erişmenin heyecanı içindeydi. Öleceğini bilerek savaşacak, kanlarının son damlasına kadar Resulullah’ın oğlum dediği Hüseyin’i korumaya çalışacaklardı. (Sayfa/531)
İmam Hüseyin ve yanındakiler geceyi ibadetle geçirdiler. Bütün gece namaz kıldılar. Kur’an okudular ve Allah’a dua ettiler. Bu manzaradan etkilenen otuz kişi Ömer bin Sad’ın ordusundan ayrılarak İmam Hüseyin’in saflarına katıldılar. (sayfa /535)
Şu nasibe bakar mısınız? Son anda şehadete koşmak ve Allah’ın hidayetinden nasiptar olmak böyle bir şeydir.
Öleceğini bildiği hâlde savaş hazırlıklarına son derece dikkat eden İmam Hüseyin (a.s.), kendilerini daha iyi savunabilmek için çadırları birbirine iplerle bağlattı. Böylece çadırlar arasından gelebilecek bir düşman saldırısını engelledi.
Ertesi sabah ise askerlerini de çadırlar önünde saf tutacak şekilde ayarladı. Bu sayede düşmanın sadece ön saftan saldırabileceği tek cepheli bir savunma hazırlamış oldu. (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin / sayfa 529)
4.2. Biraz Tefekkür Edelim
Biri size diyecek ki “yarın mutlaka öleceksiniz, size müsaade ediyorum. Bu gece gidenler mesul olmayacak ama yarın safımızda savaştan geri kalanlar mahvolacak.” Ne yaparsınız acaba?
Klavye silahşorları ve Ehli Beyt gerçeğini anlamadığı halde “ben de orada kalırdım” diyenler çıkacaktır. Ama o iş o kadar da kolay değildir.
Prof. Dr. Haydar Baş bir gün şöyle bir tespitte bulunmuştu: “Bugün Ehl-i Beyt in safında olmayanlar dün peygamberin ve imamların döneminde yaşasaydılar asla onların safında yer alamazdı. Ama bugün Ehl-i Beyt’in davasını güden sizler o dönemde yaşasaydınız mutlaka onların safında yer alırdınız”
Onun için yalana dolana gerek yok!
Ey Müslümanlar, kendinizle yüzleşin! Bu soruyu kendinize sorun, cevabını da kendinizde saklayın!
Belki başkasına söylemeye utanırsınız da sahte Ehl-i Beyt’çilik oynamazsınız!
4.3. İmam Hüseyin ve Yarenleri Tasua Gecesini İbadetle Geçirmiştir
Tasua gecesi denen gecenin nasıl geçirildiği hakkında cereyan eden olaylar da hikmetlerle doludur.
Hz. Hüseyin (a.s.) ve yanındakiler geceyi ibadetle geçirdiler. Bütün gece namaz kıldılar, Kur’an okudular ve Allah’a dua ettiler. Bu manzaradan çok etkilenen otuz iki kişi Ömer b. Sa’d’ın ordudan ayrılarak İmam Hüseyin (a.s.) ‘ın saflarına katıldı.
O sırada Hüseyin (a.s.) şu ayetleri okuyordu: “İnkâr edenler sanmasınlar ki, mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır. Onlara ancak günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır. Allah müminleri şu bulunduğunuz durumda bırakacak değildir, sonunda murdarı temizden ayıracaktır.” (Âl-i İmran, 178-179)
İmam (a.s.) kendini ümmeti için feda etmiştir. Ümmetin yanlışlardan arınması, ümmetin gerçekleri görmesi için kendini feda etmiştir. Ve onun şehadeti, bu ümmetin kurtuluşu olacaktır… (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin / sayfa 535)
72 kişi bu gecede İmamın son ikazıyla yanında kalmaya devam ettiler. Zaten önceden gidenler gitmişlerdi. Kalanların son sınavıydı bu ikaz. Büyük sınav, herkese bu sınavı vermek nasip olmaz, bile bile şehadete gitmek her yiğidin kârı değildir.
Ashabın içinde bulunduğu haleti ruhaniyeti eserinde şöyle dile getiriyor Prof. Dr. Haydar Baş: “İbadetle, taatle ve zikirle geçirilen gecede, artık İmam ashabına karşı hüccetini tamamlamıştır. Herkes, ertesi gün şehit olacağını bilerek hareket etmektedir.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin / sayfa 539)
Değerli dostlarım, Tasua gecesini İmam Hüseyin ve yarenlerinin sabaha kadar ibadetle geçirdiklerini düşünürsek bu gece onları hayırla yad etmek onların yoluna ve davasına sadıklığımızı hatırlamak uygun olan ameldir. Ehli Beyt imamlarının ve o yolun sevdalılarının bu gecede yaptığı birçok nafile ibadetler vardır. En azından İmam Hüseyin’in şefaatini talep etmek onların soykırımlarına iki damla göz yaşı dökmek ve düşmanlarına lanet okumak lazımdır. Allah’ın laneti Hüseyin’i ve yarenlerini şehit edenlerin, Yezidin üzerine olsun. Amin.
“Kerbela, Kerbela!
Kimsenin başına gelmez böyle bela!
Mahşere kadar matemimizdir, Kerbela!” Nazarî
10 Muharrem, Kerbela’da Ehl-i Beyt’in soykırımının yaşandığı gündür. Bugün, kınayıcıların kınamasından çekinmeden farklı bir şeyler yapmalıyız. Peygamberimizin(s.a.a.) emanetinin bizlere ulaşması için verdiği mücadele uğruna bir yudum su bile layık görülmeden, dünyada eşine rastlanmayacak derecede bir katliama maruz kalan İmam Hüseyin (a.s.)’ın duruşunu ve mücadelesini tefekkür etmeliyiz.
Zevkimizden, rahatımızdan, yememizden içmemizden bir gün dahi olsa uzak durmalıyız. O’nun aziz hatırasına saygı ve sevgi duymalıyız.
O’nun için gözyaşı dökmeliyiz. O’nun vasiyetine sadık kalacağımızın sözünü vermeliyiz. İşte o zaman Aşure gününün fazilet ve bereketinden istifade edenlerden oluruz.
Bugün tutulacak matemin çok büyük önemi vardır. İmam Câfer-es Sadık’tan (a.s.) şöyle rivayet edilmiştir: “Hüseyin’in (a.s.) başına gelenlerin dışında hiçbir musibete ağlamak yakışık almaz. Hüseyin bin Ali’ye ağlamanın pek büyük fazileti ve sevabı vardır.” (Kamilu’z-ziyaret, sayfa 101.)
5. Kerbelanın Kavramsal Analizi
5.1 Kerbela, Soykırım, Matem Ve Milat
Bugün 10 Muharrem, Aşura günüdür. Peygamberin ciğerparesi, cennet gençlerinin efendisi, “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Allah Hüseyin’i seveni sever” buyurduğu İmam Hüseyin (a.s.) ve 72 yareninin çoluk çocuk acımadan hunharca katledildiği gündür.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın Kerbela hakkındaki tespiti bütün insanlık âleminin tefekkür etmesi gereken bir tespittir: ‘Kerbela faciası tarihte eşi olmamış bir soykırımdır’
Muharrem, Hicri 61 yılında Hz. İmam Hüseyin (a.s.)’ın Kerbela’da şehit edildiği günden itibaren adı, yönü, şekli değişen; kıyamete kadar da matem vasfı değişmeyecek olan bir ay şekline dönüşmüştür.
Allah’ın haram aylar arasında zikrettiği Muharrem ayında, savaşmanın ve kan dökmenin yasaklandığı halde; sözüm ona Müslüman kılıklı kâfirler, münafıklar tarafından, Peygamber (s.a.a.)’nin ciğerparesi, şehitlerin efendisi olan İmam Hüseyin (a.s.)’ın ve ashabının soykırımı sebebiyle mateme dönüşmüştür.
Kerbela soykırımından itibaren Muharrem, matemdir. Muharrem, İmam Hüseyin (a.s.)’ın yasını tutmaktır, ağlamaktır. Muharrem, Ehl-i Beyt’i anlamaya çalışmaktır.
Kerbela bir milattır. Kerbela’ya kadar Muharrem ile Kerbela’dan sonra Muharrem asla aynı kefeye konamaz. Bu sebeple Kerbela, hicret gibi yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Aşura gününü matem, dua ve ibadetle geçirenler, Ehl-i Beyt’i, Hz. Muhammed’i, Allah’ı sevindirir ve razı ederler.
Rabbim cümlemizi Ehl-i Beyt’in yolundan ve şefaatinden ayırmasın.
Muharrem ayında matem tutanlar, ağıtlar yakanlar, yas tutanlar, Ehl-i Beyt hayranları dışında kalan aymazların eleştiri odağı olurlar. Eleştiren aymazlar, utanmadan bir de şu ve benzeri sözleri kullanırlar;
‘Vay efendim asırlarca önce olan olayları tekrar gündeme getirmeye ne gerek var.’ ‘Vay efendim haklı haksız size ne, yarın hesap divanında hesabı görülür kim haklı kim haksız belli olur. Bu işi bu kadar abartmaya ne gerek var olan olmuş giden gitmiş.’
Gerçekten insanın yüreğini yakan yaraları kanatan sözler bunlar.
Halbuki Peygamberimize Kerbela’da Hüseyin’in şehadet haberini getiren;
Cebrail ağlamış. Hz. Muhammed ağlamış. Hz. Fatıma ağlamış. Hz. Ali ağlamış. Duyan ağlamış, Gören ağlamış.
Hz. Fatıma babasından sonra yaşadığı 6 ay siyahlar giymiş sürekli ağlamış vefat edinceye kadar evinden dışarı çıkmamıştır.
Kerbela’daki faciada Hz. Hüseyin (as) ‘ın ashabından şehit edilenlerin sayısı 72 kişi idi.
Şehitlerin 23’ ü İmam Hüseyin ve ev halkı idi. Burada bir muhakeme yapmak gerekir ki, İmam Hüseyin (as) temizliği ve masumiyeti Cenab-ı Hak tarafından tasdik edilmiş bir kişidir.
Kundaktaki bebeği dahil herkes kılıçtan geçirilmiştir. “Kerbela faciası tarihte eşi olmamış bir soykırımdır.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin Sayfa 685)
Dünya kurulduktan bu yana insanlar farklı sebeplerden dolayı birbirlerini katletmiş. Haksız yere evlerini yurtlarını ellerinden almış bazen birbirine soykırım uygulamıştır.
Ne sebeple olursa olsun soykırım hem ilahi dinlerde hem evrensel hukuk sistemlerinde suçtur. Suçu işleyen, suça azmettiren, suça yardım ve yataklık eden de suçludur. Allah katında suçu lanetlemeyen (telin etmeyen-kınamayan) ister fert ister toplum bazında olsun suç işlemiş sayılır.
5.2. Soykırımı Lanetlememek Bir Suçtur
Peygamberimiz (s.a.a.) haksızlık karşısında susanları, karşı çıkmayanları, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ifadesiyle şeytanla eş değerde tutmuştur.
İmam Hüseyin Kerbela kıyamında Allah’ın emri olan cihada mecbur bırakılmıştır. Yezid’in askerlerinin ilk ok atmasına kadar elini bile kaldırmamış, sabretmiştir. Ama Allah’ın emri olan cihattan da asla geri durmamıştır.
İmam Hüseyin (a.s.) yüce Allah’ın ayetleriyle vermek istediği mesajı en iyi bilen biriydi. Cihad hakkında sadece birkaç ayeti kerime paylaşalım:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide, 5/35
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Hucurat, 49/15).
“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. (Bunu yapınız ki) Allah, günahlarınızı bağışlasın, Sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun, işte bu büyük başarıdır.” (Saf, 61/10-12)
Bu ayetler ışığında İmam Hüseyin (a.s.)’ın kıyamı ve Emevi hanedanının Ehl-i Beyt’e karşı soykırımı olan Kerbela suçu karşısında susmayı, ya da taraf olmamayı seçenler; Kerbela soykırımını kınamaktan bile aciz hale düşer ki bunun din dairesinde yeri yoktur.
İmam Hüseyin Efendimizi ve Peygamberimizin soyunu katletmek bir soykırım suçudur. Bu suça kapı aralayan Muaviye, suçu işlemeye azmettiren Yezit ve onun bütün taraftarları, soykırımda emeği geçen herkes suçun ortağıdır. “Soykırımı lanetlemeyenler de suçludur”
Buna rağmen hala Ebu Süfyan’dan başlayan Hz. Muhammed’e karşı duruşun, sakifedeki sapışın, üzerini örtmek isteyenlere şunu diyoruz:
Kerbelâ’da yaşanan bu soykırımı kınamıyorsanız, lanetlemiyorsanız, iman dairesinin dışındaki bu duruş sizi de yakar, etrafınızı da yakar.
Bu yanlışlığa Müslümanlar son vermediği taktirde sadece dünyada değil ahirette de büyük bir vebal altındadırlar.
Alemlere Rahmet Hz. Muhammed (s.a.a.) bu konudaki ölçüyü haber vermiştir: “Kim kötü-çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248).
Bu hadisi şerifin içerdiği mana çok tehlikeli bir ikazı haber verir.
İmanın en zayıf halkasında olmayan(kınamayan-lanetlemeyen) imanın dışına çıkar anlamındadır.
Bu katliamda suça azmettirenlerin başında Ebu Süfyan gelir. Ebu Süfyan, Halife Hz. Osman’ın cenazesinde diğer Ümeyyeoğlullarına halifeliği elden bırakmamaları için şöyle dedi:
“Ey Ümeyyeoğulları! Hilafeti bir top gibi birbirinize atın. Ebu Süfyan’ın yemin kullandığı şeye and olsun ki, sizin için hep bunu istiyordum. Bunu çocuklarınıza miras olarak bırakmalısınız!” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin (a.s.) / sayfa 180)
Nitekim Ebu Süfyan’ın bu vasiyeti, Muaviye’nin haksızlıkla Şam’da kendini halife ilan etmesinde, halifeliği oğlu Yezid’e bırakmasında etkili olmuştur. İlk dört halife arasında yalnızca Hz. Ali (a.s.) döneminde Emevîlere karşı Resulullah (s.a.v.) zamanındaki muamele benzeri uygulamalar olmuştur.
Peygamberimiz Emevi soyuna hep temkinli olmuş hiçbir kademede onlara söz hakkı vermemiştir. Peygamberimizden sonra bu konu hakkında ilk 3 halife, Peygamberin aksine davranış sergilemiştir.
5.3. Emevilerin Kadrolaşması İlk 3 Halife Döneminde Başlamıştır
Muaviye’nin Şam valisi yapılması, Peygamberimizin sürgün ettiği Mervan’ın affedilip önemli görevlere getirilmesi sadece bunlardan birkaçıdır.
Ümeyyeoğulları ile ilgili olarak, Hz. Ali’nin ikazları vardır:
“Bilin ki, bana göre sizin için fitnelerin en korkuncu, Ümeyyeoğulları fitnesidir. O fitne kör ve karanlık bir fitnedir. Bu fitneye karşı tedbir yolu görünmez, belası herkesi kaplar.”
Bir başka hutbesinde şöyle buyurur:
“Allah’a yemin olsun ki, Ümeyyeoğulları Allah’ın haram kıldıklarından helal etmedikleri bir şey, çözmedikleri bir akit, zulümlerinin girmediği, himayelerinin uğrayıp ayrılmadığı köylerde edilmiş bir ev ve çöllerde bir çadır bırakmayıncaya kadar devam edeceklerdir.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin (a.s.) / sayfa 179-181)
‘Ümeyyeoğulları ne peygamberin ne İmam Ali’nin emir ve tavsiyelerine uymayarak Kerbela’daki facianın oluşmasına zemin hazırlamıştır’ dersek haksızlık etmemiş oluruz. Yapılanları ve sonuçlarını değerlendirdiğimiz zaman iddiamızın gerçekliğini aklı olanlar anlamalıdır.
5.4 Kerbela Unutulur Mu?
İmam Hüseyin’den (a.s.) sonra bütün evlatlarının ömrü matemle geçmiştir.
Hele bir de İmam Zeynel Abidin (a.s.) var ki o nasıl unutsun. Bütün olaylar onun gözünün önünde cereyan etmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş İmam Zeynel Abidin adlı eserinde “Kerbela gününü unutamayan imam” başlığı altında imamın mateminin boyutunu şöyle dile getiriyor:
Kerbela faciasını hayatı boyunca unutamayacak olan İmam Zeynel Abidin, su içtiği her an İmam Hüseyin’in susuz öldüğünü hatırlayarak ağlardı.
Böyle bir katliamın yüreklerden ve beyinlerden silinmesine izin verilmez. Ne zaman su içmek istese ağlar ve şöyle buyururdu:
“Nasıl ağlamayayım ki, kurda, kuşa, vahşi hayvanlara serbest olan su, babama verilmemiştir.”
İmam Bâkır (a.s.) buyurmuştur ki:
“And olsun ki, babam İmam Seccad (as), hayatı boyunca babası İmam Hüseyin’e (as) ağladı. Önüne yemek bırakıldığında mutlaka ağlıyordu. Öyle ki hizmetçilerinden biri İmam’a (a.s.); “Ey Resulullah’ın (sav) Oğlu! Hüznünüzün sona ermesinin zamanı gelmedi mi?” dediğinde.
İmam Zeynel Abidin (a.s.) şöyle buyurdu:
“Yazıklar olsun sana! Yakub’un iki oğlu vardı. Allahu Teala onlardan birini gaybete çektiğinde çok ağladığından dolayı gözleri görmez oldu, hüzünden dolayı saçı ağardı, gam ve kederden dolayı beli büküldü. Oysa oğlu dünyada sağ ve salimdi.
Ama ben babamın, kardeşimin, amcamın ve ailemizden on yedi kişinin yanımda katledildiklerini gözlerimle gördüm. O halde nasıl hüznüm sona erebilir?” (Prof. Dr. Haydar Baş/İmam Zeynel Abidin(a.s.) /sayfa 47-48)
İmam Hüseyin’in (a.s.) matemi için ağlamak hakkında bir hadisi şerifte buyurulur: “Mü’minlerin kalbinde Hüseyin’in (a.s.) ölümü hakkında ebediyen sönmeyecek bir hararet vardır.” (İmam Hüseyin, Prof. Dr. Haydar Baş).
Ehl-i Beyt’i anlamaktan uzak olanlara, matemimizle alay edenlere kızmıyorum. Dün biz de bilmezken Haydar Hocamızdan öğrenmeden önce cahiliye hayatımızdayken cahillikler, yanlışlıklar yaptık. Ama yanlıştan dönmek asalettir, cesarettir, zarafettir, affedilmeye sebeptir.
Bilseniz bu matem onlara olan sevginin bedelidir.
Bilseniz bu matemin karşılığında ahirette neler elde edilecek, dünyaya tekrar gelip mateme ortak olmak isteyeceksiniz ama elinize geçmeyecektir.
Fuzuli diyor ki bir beytinde: “Hatıra getir ey Fuzuli, Al-i Aba hâlini, eyle âh! Çünkü âh yıldırımı ile yakılır, harmanlar dolusu günah.” Prof. Dr. Haydar Baş /İmam Hüseyin (a.s.) /Sayfa 879)
Muharrem ayının 10’u Aşure günü Hz. Hüseyin Aleyhisselam ve kendisiyle birlikte 72 yareni şehit olunca, katliam sona erdi. Bu andan itibaren talan, yağma ve işkence daha şiddetli hale döndü. Gerçekten bu andan itibaren yaşananlar da Ehl-i Beyt’in soyunun kırıldığı andan daha az şiddette değildir.
5.5 Kerbela’dan Sonra Yaşananlar
İmam Hüseyin ve yarenlerinin parmağındaki yüzüğünü, sırtlarında giydiklerini, hatta İmam’ın bütün giysilerini çıkarttılar, mübarek başını vücudundan ayırdılar, çıplak hale getirilen mübarek vücudunu atlara tepelettiler.
Bitmeyen bu kin, aslında Peygamberin soyunu ortadan kaldırmak için yapılmıştır.
Şehitlerin başları kesildi mızraklara takıldı. Kesik başlarla birlikte Hz. Zeynep anamız, daha çocuk yaşta ve hasta olan İmam Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidin, 4 yaşındaki diğer oğlu Ömer ve diğer mazlum kadınlar, memleket memleket gezdirildiler.
Katillerin ellerindeki mızraklarda mübarek başlar, sağ kalan İmam yarenlerinden kadın ve çocuklar, elleri ayakları zincire vurulmuş vaziyette halka gözdağı vermek için teşhir edildiler.
Yaşanan manzaranın vicdanları sızlatan kısmından bir bölümü, Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın İmam Hüseyin eserinden aktaralım:
Kurre bin Kaysü’t Temimi der ki:
“Bu kadınların geçerlerken Hüseyin’in oğullarının ve ev halkının cesetlerine rastladıkları zaman ellerini yüzlerine vurarak feryat ettiklerini gördüm. At üzerinde olduğum halde, önlerine doğru vardım. Ben hiçbir zaman bunlarda görmüş olduğun kadar güzel kadın manzarası görmüş değilim! Vallahi, onların yüzleri güneşten daha parlak ve güzeldi. Gördüğüm ve duyduğum şeylerden hiç unutamayacağım şey de Fatıma’nın (a.s.) kızı Zeynep’in sözleridir. Zeynep (a.s.) kardeşi Hüseyin’in (a.s.) yanından geçerken; “Ey Muhammed’im! Ey Muhammed’im! Sana göklerdeki melekler selatü selam getiriyorlar! Hüseyin ise şu otsuz, bozkır çölde tozlara topraklara, kanlara bulanmış, azaları kesilmiş, biçilmiş, kırılmış, dökülmüş yatıyor! Ey Muhammed’im! Senin kızların esir edilmişler, zürriyetin hep öldürülmüşler! Sabah yelleri onların üzerlerine tozlar, topraklar savuruyor, saçıyor” diyordu. Vallahi o dost düşman herkesi ağlattı.”
Hz. Fatıma’nın (a.s.) evladı, Hz. Zeynep ve Ali b. Hüseyin (Zeynel Abidin a.s.) ve beraberindekiler Kûfe’ye ve sonra da Şam’a götürüldüler.
Zeynep (a.s.) Kûfe sokaklarında karşılaştıkları getirilen kesik başlara ve esirlere ağlayan ve pişmanlık duyan Kûfelilere, ‘Susun’ diye işaret ettikten sonra şöyle haykırdı:
“Ey Kûfeliler! Ağlıyor musunuz? Gözyaşınız hiç kurumasın, çığlığınız hiç dinmesin. Sizin durumunuz iplerini sağlam eğirdikten sonra onu tekrar çözen koca karının durumuna benziyor. Yeminlerinizi aranızda oyuncak haline getirmişsiniz. Ne kötü bir vebalin altındasınız! Evet, Allah’a and olsun ki, çok ağlamanız ve az gülmeniz gerekiyor. Bu o olayın utancını ve şerefsizliğini üzerinizde taşıyorsunuz. Bundan da temizlenmeniz mümkün değildir. Peygamberliğin madeni, hüccetinizin ekseni, kanıtınızın aydınlatıcı ışığı olan son Peygamberin (s.a.v.) torununu, cennet gençlerinin efendisini öldürmek günahından nasıl temizlenebilirsiniz?”
Sonra Ali b. Hüseyin (Zeynel Abidin) (a.s.) şöyle dedi:
“Ey insanlar! Sizi Allah adına yemin veriyorum, babama mektup yazıp onu aldattığınızı, ona söz verdiğinizi, bütün güvenceleri verip biat ettiğinizi, sonra onunla savaştığınızı biliyor musunuz? Kendiniz için ahirete gönderdiğiniz bu amelden ve ortaya koyduğunuz bu kötü görüşten dolayı yazıklar olsun! Size ‘Soyumu öldürdünüz, saygınlığımı çiğnediniz. Siz de benim ümmetimden değilsiniz!’ dediği zaman Resulullah’a (s.a.v.) hangi yüzle bakacaksınız” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin, Ekim 2010, 2. Baskı, sayfa 693-709).
Kerbela’da yapılan soykırımdan sonra yaşananları şöyle bir tefekkür ettikten sonra, bu yapılan zulmün, ahlaksızlığın, imansızlığın timsali, Yezit ve yandaşlarına Müslüman olan birinin iyi nazarla bakması, imana sığan bir davranış olamaz.
Yezit ve soyuna hala lanet okuyamayanlar, safını belli etmeyenler, imandaki samimiyetlerini sorgulamak zorundadırlar. Sizi bilmem ama ben bütün kalbimle ‘Yezid’e, yandaşlarına ve hatta babası Muaviye’ye lanet olsun.’ Diyebiliyorum.
Kerbela soykırımının arka planında Ebu Süfyan ve Muaviye’nin de rolünü unutmamak gerekir. Suça yol açanlar, yardım ve yataklık edenler de suç işlemiş gibidir.
Sözde iman ettiği söylenen ama imanına şüphe ile bakılan Ebu Süfyan Emevilerin yaptığı soykırımın asıl azmettiricisidir. Sözde iman ettikten sonra Onun nesline yaptığı vasiyet meydandadır:
“Ey Ümeyyeoğulları! Hilafeti bir top gibi birbirinize atın. Ebu Süfyan’ın yemin kullandığı şeye and olsun ki, sizin için hep bunu istiyordum. Bunu çocuklarınıza miras olarak bırakmalısınız!” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin (a.s.) / sayfa 180)
6. Hz. Zeynep’in Direnişi
6.1. Hz. Zeynep’in Yezid’e Karşı Kıyamı
Kerbela soykırımıyla Hz. Peygamberin soyunun kurutulmasını arzulayanlar, asla buna muvaffak olamamıştır. Bu dinin sahibi Allah’tır. Kıyamete kadar da bu din Hz. Muhammed’in (s.a.a.) soyundan bereket ve fazilete erişecektir.
Kerbela faciasında Allah’ın bir lütfu ve hesabı gereği İmam Hüseyin’in oğlu ve varisi Zeynelâbidin hasta bir genç olduğundan, İmam Hüseyin’in kardeşi Hz. Zeynep de (a.s.) kadınlığı yüzünden Yezid’in katliamından kurtuldular.
Yezid, bunları dahi katletmek istiyordu ama kadın ve hasta bir çocuğu öldürmekle kınanacağından korktuğu için onları affetmiştir. Aslında bu onun lütfundan çok Allah’ın hesabı olan Ehl-i Beyt soyunun devamı için kaderin bir tecellisidir.
Yaşanan bu kadar soykırıma rağmen esir olarak diyar diyar dolaştırılarak Şam’a Yezid’in huzuruna getirildiklerinde Zeynelâbidin(a.s.) ve halası Hz. Zeynep (a.s.) Ehl-i Beyt kıyamını ve davasını hem Kufelilere hem de Yezid’in yüzüne karşı haykıran kahraman ve mübarek şahsiyetlerdir.
6.2. Kısaca Hz. Zeynep’ten (a.s.) Bahsedelim
Hz. Zeynep (a.s.) Hicri 5 veya 6’da Medine’de dünyaya gelen Hz. Muhammed’in (s.a.a) ilk kız torunudur. İmam Ali (a.s) ve Hz. Fatıma’nın (s.a.) kızıdır. Hz. Zeynep (s.a.) sabır ve istikamet abidesidir. Kendisi İmam Hüseyin (a.s) ile Kerbela’da yer almıştır. Kerbela vakıası sonrasında Muharrem’in onunda (Aşura günü) bir grup Ehl-i Beyt ile esir düşerek, Kûfe’ye ve oradan da Şam’a götürülmüştür. Esareti boyunca öteki esirleri koruyup kollamasının yanı sıra, insanları irşat edici ve aydınlatıcı hutbeler de okumuştur. Hz. Zeynep (s.a.) şecaat ve etkileyici konuşmasıyla Kerbela kıyamının kalıcı olmasına neden olmuştur. Tarihi kayıtlara göre hicri 63’de Şam’da hayatını kaybetmiş ve orada defnedilmiştir.
Kûfe’den Şam’a getirilen Ehl-i Beyt evlatları, Yezid’in karşısına çıkartılınca Hz. Zeynep (a.s.) Yezid’i, mahiyetinde bulunan saray ahalisi karşısında rezil etmiştir. Onun bu tavrı sadece Yezid’e değil, Yezid gibi düşünen herkesedir.
6.3. Haksızlık Karşısında Hakkı Savunan Kahraman Kadın Hz. Zeynep (a.s.)
Onun çağlara verdiği mesajı Prof. Dr. Haydar Baş’ın İmam Zeynelâbidin eserinden aktarmakta fayda görüyoruz:
“Allah ve Resulü (s.a.v.) doğru buyurmuşlardır. Kötülük yapanlar sonunda Allah’ın ayetlerini yalan okuyor ve onları alaya alıyorlardı.
Yezid! Yeri göğü bize daraltarak, esirler gibi şehir şehir dolaşarak, bizi rezil kendini aziz kıldığını mı zannediyorsun? Böyle yapmakla kıymetinin arttığını mı sanıyorsun ki; bu şekilde gururla kıvranıyor, kibir satıyorsun? Gücünün yerinde ve saltanatının muazzam olduğunu sanıp derine sığmıyorsun.
Bilmiyor musun ki, sana verilen bu fırsat içini açığa vurman içindir. Allah’ın şu buyruğunu unutmuş musun:
“Kâfirler kendilerine verdiğimiz bu mühletin kendileri için yararlı olduğunu sanırlar. Biz, onlara mühlet veriyoruz ki, günah yüklerini daha ağırlaştırsınlar. İşte o zaman alçaklık ve rüsvaylık kaynağı olan azaba ulaşırlar.” (Al-i İmran 178)
Ey serbest bırakılmışların oğlu! Bu adalet midir ki, senin kadınların, kızların, cariyelerin izzet perdesi arkasında otururken, Peygamberin (s.a.v.) kızlarını esir edesin, onların saygınlık perdesini yırtasın, seslerini boğazlarına tıkayasın ve yabancı erkekler ile develerinin sırtında şehirden şehre dolaştırılsınlar!
Ne kimse onlara sığınma vermekte ne korumakta ne de erkeklerinden bir koruyucu eşlik etmekte! Halk ise şuradan buradan onları seyretmek için toplanmış!
Ancak göğsü bize karşı kinle öfkeyle dolan birinden başka ne beklenebilir ki? ‘Keşke Bedir’de öldürülen atalarım burada olsa idi’ diyorsun ve bunu söylerken çubukla Peygamber’in (s.a.v.) oğlunun dişlerine vuruyorsun!”
Yezid’in sarayında Yezid’e karşı Hz. Zeynep (a.s.)’ın konuşmasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
“Büyük bir günah işlediğin, kötü bir davranışta bulunduğun hiç mi aklına gelmiyor?
Neden yapmayasın! Sen yeryüzünün yıldızları olan Peygamber evlatlarının ve Abdulmuttalib ailesinin kanını dökmekle iki ailenin düşmanlığını yeniledin.
Sevinme, çünkü pek yakında Allah’ın huzuruna çıkacaksın. İşte o zaman, keşke kör ve dilsiz olsaydım da bugünü görmeseydim, keşke, “dedelerim bu mecliste hazır olsaydı, sevinçten derilerine sığmazlardı” demeseydim, diye arzu edeceksin.
Allah’ım! Hakkımızı ve bize zulmedenlerden öcümüzü Sen Al!
Ey Yezid! Sen bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın.
Allah’ın Resulü (s.a.v.) ve evlatları ve ailesi Hakkın lütuf ve rahmeti sayesinde yerlerini alacakları gün, sen daha çok rüsva olarak onların önünde duracaksın.
O gün bir gündür ki, Allah vadini uygulayacaktır. Her birisi bir köşede kan içinde uyuyan bu zulme uğrayanları bir araya getirecektir. O’nun kendisi buyuruyor ki:
“Allah yolunda öldürülenlerin ölü olduğunu sanmayın, hayır, onlar canlıdırlar ve Rablerinin nimetlerinden yararlanıyorlar.” (Al-i İmran 169)
Ama seni bu şekilde; haksızca Müslümanların boynuna bindiren adam, davacının Muhammed ve hâkimin Allah olacağı o günde, işlediğin cinayetlerin tanığı ellerin ve ayakların olduğu hak mahkemesinde, hangimizin daha bedbaht ve daha korunmasız olduğunu görecek.
Yezid! Ey Allah’ın düşmanı! Allah’a andolsun ki, sen, benim gözümde kınamama değmeyecek kadar değersiz, tahkir edemeyeceğim kadar küçüksün. Ama ne yapayım ki yaş, gözlerde tomurcuklanmış, ah göğüste alevlenmekte.
Hüseyin (a.s.) öldürüldükten sonra şeytan hizbi Müslümanların Beytülmal’ından mükâfat almak için Peygamber ailesinin saygınlığını çiğneyerek bizi Kûfe’den, akılsızlar partisinin sarayına getirdikten sonra, bu cellatların kanımıza bulaşıp, ağızları etimizin parçalarıyla dolduktan sonra, yırtıcı kurtlar o temiz gövdelerin etrafında uluduktan sonra, seni kınamak hangi derde derman olur?
Eğer bizi öldürmekle, esir etmekle bir yarar sağladığını sanıyorsan, pek yakında yarar sağladığın şeyin zarardan başka bir şey olmadığını göreceksin. O gün sen Ziyad’ın oğlunu yardıma çağıracaksın. Ziyad’ın oğlu da senden yardım isteyecek!
Sen ve izleyicilerin, Allah’ın adalet ölçüsü önünde toplanacaksınız, o gün, Muaviye’nin senin için hazırladığı iyi yol azığının, Peygamber evlatlarını öldürmek olduğunu göreceksin.
Yemin ederim ki, ben Allah’tan başkasından korkmuyorum ve Ondan başkasına şikâyet etmiyorum. Ne istiyorsan yap! Tüm hilelerini kullan! Tüm düşmanlığını göster!
Allah’a andolsun ki, alnına vurulan bu alçaklık lekesi hiçbir yerde temizlenmeyecektir. Allah’a hamd olsun ki, cennet gençlerinin efendilerinin vazifesine saadetle son verdi ve cenneti onlara vacip kıldı. Allah’tan, onların rütbesini daha da yüceltmesini, onlara olan rahmetini daha da arttırmasını diliyorum. Çünkü O, güçlü bir koruyucu ve yardımcıdır.” (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Zeynelâbidin (a.s.) /sayfa 254-257)
Değerli dostlarım! Hz. Zeynep (a.s.)’ın Yezide, kendi sarayında ve katillerin huzurunda yaptığı konuşmayı tefekkür ederek Ehl-i Beyt mensuplarının ne büyük bir imana sahip olduklarını anlamaya çalışalım. Onların aynasında kendimizle korkmadan yüzleşelim ki imandaki konumumuzu bilelim. Allah bizlere Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’tir” düsturunu anlamayı nasip eylesin.
7. Anlayış ve Safların Belirlenmesi
7.1. İmam Hüseyin ve Kerbela Anlaşılmadan, Saflar Belli Olmaz
Hicri 61. Yılının Muharrem ayının 10’unda (Aşura) Ehl-i Beyt’in soykırımını ve Hz. Hüseyin Efendimizin Kerbela’daki Kıyamını anlamaktan uzak olanlar, öyle bir yanılgı içerisindedir ki bu konuda imanlarını tehlikeye atanlara rastlıyoruz.
Hala Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed’in evlatlarına yapılan bu zalimliği örtbas etmeye çalışan cahillere ve kötü niyetlilere rastlıyoruz. ‘Belki de yezit yaptığından pişman olmuş muş tevbe etmiş olabilirmiş miş…’ gibi safsataya inananları görünce okuyunca çıldırmamak elde değil.
Zilzal Suresindeki hükmü de mi görmüyorsunuz? “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.” (Zilzal / 6-7)
Allah’ın lanetli kulu Yezid’in inancını, ahlakını ve akıbetini bilmiyor musunuz? Yezit canidir, zina ehlidir, sarhoştur, maymunlarla oynaşan hayatını şer üzere yaşayıp şer üzere ölen aşağılık bir mahluktur. (Prof. Dr. Haydar Baş / İmam Hüseyin / sayfa 227-239 / Yezid Kimdir? Bölümünü okuyun anlarsınız)
İmam Cafer (a.s.) buyuruyor ki; “Vallahi sizler Aşure günü Kerbela’da ne olduğunu bilmiyorsunuz. Eğer anlatacak olsaydım bağrınız çatlar ölürdünüz”
İmam Hüseyin’in kıyamı olan Kerbela anlaşılmadan hayatın ve ölümün gayesi, kulluğun şuuru anlaşılmaz.
Alemlere Rahmet Hz. Muhammed (s.a.a.) “Kim kötü-çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248).
Bu hadisi şerifin içerdiği mana çok tehlikeli bir ikazı haber verir. İmanın en zayıf halkasında olmayan, imanın dışına çıkar anlamındadır.
Bu katliama ve katliamın arkasındaki çete (Muaviye-Yezid) ve bu soya karşı kalbinizde besleyeceğiniz muhabbet, ya da onları suçsuz gibi göstermek sizi hesap günü sıkıntıya sokabilir. Onları lanetlemek Allah için sevmek Allah için buğz etmek düsturunun gereğidir. Ben nefsimin arzusunu değil imanımın gereğini yerine getiriyorum. Sevilmesi farz olanlara düşmanlık edip onlara en ağır işkenceleri yapanlara, soylarını kurutmaya çalışanlara lanet okuyorum.
Şura suresi 23. ayetinde yüce Allah; “De ki, ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık yakınlarıma sevgiden başka sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Buyurmuştur.
Bizden hatırlatması. Hidayet edici yalnızca Allah’tır.
7.2. İmam Hüseyin’in Davası, Kıyamı Anlaşılmış Mıdır?
Bunu analiz etmeye çalışalım. Sonra da kendimizle yüzleşip hangi konumda olduğumuzu idrak edelim.
En azından bunu gönül dünyanızda belli edin, çünkü bu bir iman meselesidir.
Gerek Kerbela gerek Gadr-i Hum Bayramında, gerek İmam Ali’nin (a.s.) velayet ve imamet noktasında her ne sebeple olursa olsun, gasp edilen hakları konusunda her önüne gelen kafasınca maslahat yaparak işi rayından çıkartmıştır.
İşin en acı tarafı Hüseyin’i(a.s.) sevdiğini iddia edenler, Hüseyin’in (a.s.) düşmanlarına buğz dahi edemiyorsa onların imanı Allah katında makbul iman değildir.
İşte uyarıcı ayeti kerime:
“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının ziynetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini Bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.” (Kehf, 28).
Peygamber evlatlarını ve onun mübarek soyunu yok etmek için aşırılıkta ileri giden Yezit-Muaviye ve onların taraftarı, olanlardan daha aşırı giden olmuş mudur? Bunu tefekkür ediniz lütfen!
Bir hadisi şerif paylaşalım: “Bir kimsede üç özellik tam olarak bulunursa imanın tadını tadar. Allah ve Resulünü herkesten fazla sevmek, sevdiğini Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi istememek, tehlikeli görmek.” (Buhari, Müslim’den, Hadis: 376).
Peygamber evlatlarına ve onun mübarek soyuna bu zulmü reva görenlerden ve onların görüşlerinden, sevgisinden, ateşten kaçar gibi kaçmayanların haline düşmekten korkmuyorsanız, size hiçbir söze hacet yok; tercih kişinin kendisine aittir. Bu konumda olanlar İmam Hüseyin’in ne davasını ne de kıyamını anlamamıştır. Herkes kendi tercihinin bedelini Allah’ın huzurunda ödeyecektir.
7.3. Kıyam ve Kerbela Hakkında Farklı Görüşler
Müslümanlar bu konuda 3 farklı görüştedir:
1-Kerbela’da ve İmam Hüseyin davasında haklıdır.
Onu hilafet uğruna katleden, başta Yezit ve ona bu imkânı hazırlayan babası Muaviye Allah’ın lanetine layık ve mutlak cehennemdedirler.
İmam Hüseyin(a.s.) Allah’ın ve Resulünün davasında bile bile şahadete koşmuştur.
Onun safında olanlar kurtulmuş, onun bırakın karşısında olmayı gönül olarak onu desteklemeyenleri bile mahşerde Allah yalnız bırakacağına inanmak şarttır. Bu sebeple hayatın her anında Hüseyin’e sevgi besleyenler, matemini ölünceye kadar sürdürecekler, düşmanlarına lanet okumaktan çekinmeyenler.
İşte gerçek Ehl-i Beyt taraftarları bunlardır. Dünyada Nuh’un gemisi hükmünde olan Ehl-i Beyt yolunu ve sevdasını tercih ettikleri için kurtuluşa erenlerden olacaktır. İnşallah.
2- Yezit ile İmam Hüseyin arasındaki dava hilafet davasıdır.
İmam Ali ve Muaviye arasında olan savaşlara sözüm ona ihtiyatla yaklaşıp “Yezit şüpheli ama Muaviye sahabedir ona rahmet okunur”.
“Yezit hatalı ama gene de bu işe karışmamak lazım” diyenler.
Bu görüş sahiplerinin davranışı ne dünya hukuk sistemlerinde ne de Allah’ın sisteminde geçerli değildir. Mesela bizdeki hukuk sisteminde kamu davası denen bir dava vardır. Bazı suçlarda taraflar davasından vazgeçse bile sistem kamu davası olarak suçluyu mutlaka cezalandırır.
Şeri hukukta 4 şahit huzurunda cereyan eden suçlarda taraflar inkâr bile etseler, ceza mutlaka verilir. Hele de işin içinde ölüm varsa, kısas hükmü uygulanır.
Ehl-i Beyt evlatlarından ve taraftarlarından şu ana kadar hiçbir kimse yapılan zulmü affetmemiş, haklarını kıyamete kadar haykıracaklarına göre, bu dava kıyamete kadar dava edilmeye devam edecektir.
İmam Ali(a.s.), İmam Hasan(a.s.), İmam Hüseyin(a.s.), diğer Ehl-i Beyt imamları ve taraftarları ya zulüm görmüş ya da şehit edilmiştir.
Bunların haklarını savunmamak hakkın gaspına göz yummaktır. Sadece yapacağınız bir empati bile bu fikirde olanların kendi yanılgısını tespitte yeterli olacaktır.
Birileri gelecek sizin evladınızı günlerce aç ve susuz bırakacak, sonra 1 yaşında çocuğunuzu dahi katledecek, evladınızın başını kesecek, cesetlerini çırılçıplak soyacak vücudunu binlerce atlıya çiğnetecek, sonra da onun hanım ve çocuklarını zincire vuracak, başları mızrakta diyar diyar gezdirecek sizin ciğeriniz yanmayacak, ilgisiz kalacak ve matem tutmayacak mısınız? Bırakın bunları yapana lanet okumayı elinize geçse ona neler yaparsınız?
O halde, sevilmesi farz olan bu ciğerparelerin düştüğü bu duruma ilgisiz ya da tarafsız kalanların, yarın mahşerdeki durumunu tahmin bile etmek insanı ürkütüyor. Varsın böyle düşünenler böyle düşünsün. Er kişi yarın hak divanda belli olur.
3- Hüseyin hilafet konusunda Yezid’e biat etmediği için bu bedeli ödemiştir.
Hüseyin, Kıyam yerine keşke biati tercih etseydi diyenler de var. Bu görüş sahibi olanlar ne Allah’ı ne Kur’an’ı ne Peygamberi ve Onun Ehl-i Beyt’ini tanımaktan uzak kimselerdir.
Zaten bu düşünce sahiplerinin dikkate alınacak bir tarafı yoktur.
Onların imanla sıkıntıları olduğu için Allah kimseyi bu hale düşürmesin, düşenleri de ayıktırsın, ayıkmayana da hak ettiğini bulmasını dilemekten başka bir söze gerek görmüyorum.
Aslında İmam Hüseyin’in(a.s.) bütün hayatı kıyamla geçmiştir. Hz. Hasan (a.s.) döneminde yapılan anlaşmaya sadık kalmak için sabır yolunu tercih etmiş, ama her yanlış davranışa hutbeler irad ederek karşı görüşünü beyan etmiştir.
O hiçbir zaman haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan tavrını sergilememiştir. O her zaman hakkı savunmuş, haksızlık karşısında tavır ortaya koymuştur.
Şayet İmam Hüseyin’in (a.s.) Kıyamı sadece Kerbela ile sınırlandırılırsa haksızlık edilmiş olur. Çünkü Onun Medine’yi terk edip Mekke’ye, Mekke’den de Kûfe’ye hareketi Yezid’e biat etmediği için kanının dökülme ihtimalini düşünerek, “kutsal beldeleri hemen terk etmeliyim ki buralar benim kanımla sulanmamalıdır.” Diyerek kutsal beldelerin şerefine özen göstermiştir. Onun bütün hayatı, her zaman ve her şartta kıyam olarak kabul edilmelidir.
Onun Kûfe’ye hareketi on binlerce mektupla verilen mesajın vebalinden kurtulmak, şehit edileceği mekânı ve şeklini bildiği halde Kerbela’ya gitmeye imanı ve teslimiyeti sebebiyet vermiştir.
Kûfe’den gelen mektuplarda ana tema şuydu:
“Gel bizi Yezid’in zulmünden kurtar, halife olarak sana biat edeceğiz. Şayet gelmezsen ortada din diye bir şey kalmayacak, sünnetler ortadan kalktı. Yezid ve onun emrinde görevli olanlar Allah’ın hükmünü hiçe sayıyor, gece gündüz sarhoş ve eğlenceyle Müslümanın haklarını gasp ediyorlar. Ehl-i Beyt ahbaplarına da ölüm kusturuyorlar.”
Elbette bir İmam’a yakışan Hz. Hüseyin gibi davranmaktan başka bir şey olamazdı.
7.4. İmam Hüseyin’in Kıyamının Sebepleri
Prof. Dr. Haydar Baş İmam Hüseyin (a.s.) eserinde İmamın kıyamının sebeplerini şöyle izah etmiştir:
“İmam Hüseyin’in (a.s.) kıyamı zaman açısından Kûfe halkının mektuplar göndererek Kûfe’ye İmam olması için davet etmesinden önce gerçekleşmiştir. Yani kıyamın davetle ilgisi yoktur.
Kûfe halkı, Yezid’in halifeliğine karşı İmam Hüseyin’den (a.s.) yardım istemiştir. Ama İmam’ın kıyamı, Kûfe halkı için değildir.
Kerbela şehadeti ile noktalanan kıyam, hak ile bâtılın mücadelesidir.
Bu kıyam, Cenab-ı Hak tarafından naspedilen imamet makamı kendisine hak olan Hz. Hüseyin’in (a.s.) batıl olana karşı ikazıdır.
Bu kıyam, Yezid gibi birinin İslam’ı temsil etmemesi gerektiğinin haykırılışıdır.
Bu kıyam, Sakife’den başlayan bozulmanın sona ermesi için canından geçen bir İslam önderinin iman tavrıdır.
Bu kıyam, “Allah beni öldürülmüş görmek istiyor” ölçüsünde kendini bulan Allah rızası için ölümü göze almanın adıdır.
Bu kıyam, Halife Hz. Osman döneminde Medine, Mekke, Kûfe, Basra ve Mısır şehirlerinde ve köylerinde, yanlış icraatlara ayaklanan halkı, o gün yaşanan cinayetler karşısında tekrar harekete geçirmenin yoludur.
Yani İmam Hüseyin (a.s.)’ın kıyam edişinin Kûfe halkı ile ilgisi yoktur. Bu karar Mekke’de alınmıştır ama İmam Hüseyin, Kûfe halkından gelen yardım çağrılarına cevap anlamında önce Kûfe’ye gitmeye karar vermiştir. (Prof. Dr. Haydar Baş/ İmam Hüseyin (a.s.) / sayfa 321-322)
Kerbela soykırımı ve cereyan eden olaylar hakkında ciddi bir çalışma yaparak Kerbela hakkında bilinmesi gerekenleri değerli okurlarımıza bir yazı dizisi halinde sunduk. Bu çalışmayı E-Kitap Analiz şeklinde arşivimize koyacağız.
Yaptığımız araştırmada Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın onlarca cilt yaklaşık 16.000 sayfalık Ehl-i Beyt Külliyatından, bu konuda diğer yazılı ve sözlü kaynaklarından istifade ettik. Ehl-i Beyt ile alakalı ayetlerin, hadislerin bizlere verdiği mesajları anlamaya gayret ettik. Kerbela soykırımından ve İmam Hüseyin’in (a.s.) kıyamından gerekli dersleri çıkartmaya çalıştık.
8. Sonuç ve Vefa
8.1. Kerbela’dan Alınacak Dersler
Bundan sonra yapılacak iş, çıkartılan dersleri rehber edinip Hüseyni bir duruş sergileyerek geride kalan ömrümüzü yaşamaya çalışmaktır.
Değerli dostlar, meydana gelen bir olayın ya da suçun aydınlanması için delil toplanır, olayın geçmişi araştırılır; öylece karar verilir.
Kerbela hadisesi geçmişte yapılan yanlışların yıllar sonra ödenen ağır faturasıdır. İlk yanlış, Hz. Muhammed’in (s.a.a.) nasp etmesine rağmen İmam Ali (a.s.)’ın velayetinin inkârı ile alakalıdır. Neticesi Kerbela olan olayın ilk başlangıcı, Peygamberin emrini yerine getirmekte meydana gelen açı sapmasıdır.
İmam Ali’nin velayet gaspıyla başlayan sürecin devamı, ümmetin gelecek zamanda daha nefsi, daha ölçüsüz davranmasına kapı aralamıştır. Bu yanlışın neticesinde; güç sahibi olanlar, haksız yere kendini halife ilan ederek kendine biat etmeyenleri acımasızca katletmişlerdir.
Bu yanlışın faturası sadece Kerbela ile de sınırlı kalmayıp Ehl-i Beyt’in bütün fertlerine zulüm ve diğer imamların dahi haklarının ihlaline sebep teşkil etmiştir. Her çağda Ehl-i Beyt, gerçek İslam’ı yaşamış birer canlı Kur’an, canlı Peygamber olarak görevlerini yerine getirmişlerdir.
Ehl-i Beyt’in sevgisinden ve yolundan nasibi olmayanlar da Peygamberin nasp (atama) zinciri kırıldığı için Kur’an ve Peygamber ekseninden uzaklaşmış, nefislerinin ekseninde bir din icat etmiş ve bu dini yaşamaya kalkışmışlardır. Gittikleri yanlış yolları dinden, ibadetten saymışlar ama bir türlü istikametlerini sıratı müstakim üzere kılamamışlardır.
Onun içindir ki Peygamberimiz gerçek kurtuluşun ancak Ehl-i Beyt’le olacağı sadedinde şu hadisi şerifi beyan etmiştir. “Benim Ehl-i Beyt’imin sizin içinizdeki misali, Hz. Nuh’un kavmi içerisindeki Hz. Nuh’un gemisi gibidir. Kim gemiye binerse necat bulur, kim binmezse helak olur” buyurmuştur. (Suyuti, Tefsir-i Hulafa, s.573; Taberani)
Peygamberimiz kendinden sonra yolumuzu sapıtmamamız için bize Kur’an ve Ehl-i Beyt’e sımsıkı sarılmamızı emretmiştir.
“Size iki emanet bırakıyorum. Onlara yapışırsanız asla sapıtmazsınız. Bunlardan biri, Allah’ın yüce kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise Ehl-i Beyt’im, ıtretimdir” buyurmuştur. (Müslim, Sahih, Fedail’us-Sahabe, 36; Darimî, Sünen, II/431-432; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/14, 26, 59).
Bir başka kaynakta geçen hadisi şerifte de Ehl-i Beyt’e nasıl davranacağımızdan imtihan edileceğimiz işaret edilmiştir:
“Şüphesiz ben sizin aranızda iki ağır ve değerli emanet bırakıyorum ki eğer onlara sarılırsanız hiçbir zaman sapıklığa düşmezsiniz. Onlardan biri diğerinden daha büyük olan Allah’ın kitabı Kur’an’dır ki gökten yere uzanan bir ip misalidir. Diğeri ise benim itretim olan Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisi Kevser Havuzu başında bana varıncaya kadar hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmazlar. Bakın benden sonra bu emanetlere nasıl davranacaksınız?” (Es-Sevaik-ul Muhrika, s.226)
Bu kadar bilgiden sonra herkes kendi gönül dünyasına baksın. Allah’ın ve Resulullah’ın kıymet verdiği kimseler olan Ehl-i Beyt’e sevgisi ve onlara bu zulmü yapanlara olan düşmanlığı oranında Kerbela’dan ders alıp almadığını anlayacaktır.
8.2. İmam Hüseyin’i Neden Seviyoruz?
İmam Hüseyin, Allah’ın kutlu elçisinin beyan ettiği “benden sonra yolunuzu sapıtmamanız için size Allah’ın kitabı ve benim Ehl-i Beyt’imi emanet olarak bırakıyorum” diye işaret ederek altını çizdiği iki emanetin fertlerinden biridir.
Onu sevmek, Ona değil bize fayda sağlayacaktır. O makamların en yücesine, şehitlik mertebesine ulaşmıştır. O peygamberimiz tarafından “Hasan ve Hüseyin, Cennet ehlinin gençlerinin efendileridir.” (Tirmizî, Menâkıb, 30/3768) müjdesiyle şereflenmiş kutlu bir insandır.
Biz Hz. Hüseyin’i (a.s.) çok seviyoruz. Hüseyin’i sevme nedenlerimizi 3 ana başlık altında toplamak mümkündür:
1.Fıtratı temiz olduğu için Hz. İmam Hüseyin’i seviyoruz
İmam Hüseyin(a.s.) fıtratı gerçekten temiz biri idi. Çünkü Hz. Allah(c.c.) Ahzab suresi 33’te, “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” diye beyan edilen ayetin kapsamına giren Ehl-i Beyt’in bir ferdi de İmam Hüseyin’dir. Demek ki Hz. İmam Hüseyin fıtratı temizliğinden sevgiye layıktır.
- Kemalat açısından da Hz. İmam Hüseyin sevgiye layık olduğu için seviyoruz
Çünkü peygamberin yanında, ayette beyan edilen, Necran Hıristiyanlarıyla lanetleşmek için ertesi gün getirdiği topluluk içinde İmam Hüseyin (a.s.) da vardı: “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de Allah’ın lanetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.” (Al-i İmran, 61).
- İyilik ve fedakârlıkları için Hz. İmam Hüseyin sevgiye layık olduğu için seviyoruz
O dünyalık bir menfaat uğruna değil, kaybolmaya yüz tutan sünnet yolunun ihyası için sahte emir sahiplerine boyun eğmemekle ve hayatını dahi seve seve feda etmekle ümmet için yapılması gereken en büyük fedakârlıkları yapmış, duruşu sayesinde ümmete, gelecek çağlara bir duruş simgesi sunmuştur. Onun duruşu da kıyamı da Onun için mübarek kılınmıştır. Ve fedakârlıkları sayesinde de sevgiye fazlasıyla layıktır.
Hem Onu hem de Ehl-i Beyt’in diğer fertlerini sevmek farzdır. Çünkü ayetle emredilmiştir. Şura suresi 23. ayetinde yüce Allah; “De ki, ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık yakınlarıma sevgiden başka sizden hiçbir ücret istemiyorum.”
İmam Hüseyin(a.s.) mademki sevgiye layıktır. Ya Rabbi şahit ol; biz İmam Hüseyin’i ve Ehl-i Beyt’in diğer fertlerini, onları sevenleri de seviyoruz. Sen de bizi sev. Âmin.
8.3. Ehl-i Beyt’e Göre Fırka-i Naciye
Peygamber Efendimiz dünyadan göçtükten sonra hastalıklı görüşler oluşmaya başladı. Kur’an ve Peygamberle gerçek ölçüler açık beyan ortada iken içtihat kapısı açıldı. Kişiler özel görüş, anlayış ve kavrayışlarını “bence” diye ortaya atmaya başladılar.
Aslında işin merkezden sapması da o zamana rastlar. “Allah böyle buyurmuş, Muhammed böyle demiş amma bize göre de şöyle veya bence böyle” görüşlerine itibar edilme dönemi başlar. Her önüne gelen kıyas yapar olmuş, adına da maslahat denmiş.
Maslahat: Bir konunun açıklığa kavuşması ya da insanların faydasına uygulamaların ortaya konması olarak izah edilmiştir. Ancak maslahat kapısı açılınca bu kapıdan fitne zuhur etmiş haklı olan değil güçlü olanın dediğiyle hüküm sürülmüştür. İmam Ali’nin velayetinin inkarının da temel felsefesi maslahatla alakalıdır.
Birlik ve beraberliğin rahmet, ayrılığın azap, sapkınlık ve ateş olduğu hakkında o kadar ayet ve hadis dururken “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” diye türetilen sahte hadislere dayalı bir dönem. Yani fetbazların dönemi…
Haliyle sahte fırkalar, sahte yollar, sahte cennet tapusu dağıtımları da bu döneme rastlar. Bu dönem kıyamete kadar açılan fitne kapısı dönemidir. Ahirette bunlara sebep olanlardan hesap sorulacaktır. Verecekleri hesabı kapıyı açanlar düşünsün…
Bir tuğlayla cennet, birkaç kuruşa yanmaz kefen, sarıkla cübbeyle takva satanlar da bu devrin fetbazlarıdır…
Madem ortalık karışık fırkalardan geçilmez olmuş. O zaman kendimize gerçek kurtuluş yolu olan Peygamberimiz Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a.) fırka-i Naciye (kurtuluş fırkası) “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’ten” öğrenelim. Biz buna inandık, isteyen buyursun. Zorla cennet satan da yok vaat eden de yok. Özünden arayanlara bizim sözümüz:
Cabir b. Yezid, İmam Muhammed Bakır’dan babaları kanalıyla Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir.
“Cennet Ben girmeden önce peygamberlere haramdır. Ve biz Ehl-i Beyt’in taraftarları girmeden önce diğer milletlere haramdır.”
Ebû Akîl diyor ki: Biz Emirü’l-mü’minin Ali b. Ebi Talip’in yanında olduğumuz sırada şöyle buyurdu: “Bu ümmet yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Canımı elinde tutana and olsun ki, fırkaların hepsi yollarını şaşmışlardır. Bana uyan ve Benim taraftarlarımdan olanlar hariç.”
Emirü’l-mü’minin’den şöyle nakledilmiştir:
“Bu ümmet, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte ve bir tanesi Cennette olacaktır. Allah Teala onların hakkında şöyle buyurmaktadır: ‘Yarattıklarımızdan daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir topluluk bulunur’ (Araf: 181). Onlar ise Ben ve taraftarlarımdır.”
“Ya Resûlallah, fırka-i Naciye (kurtuluş ehli olan fırka) kimlerdir?” Allah Resulü şöyle cevap verdiler: “Senin ve arkadaşlarının üzerinde oldukları şeye sarılanlardır.”
Hz. Ali, Resulullah’a şöyle arz etti, Resulullah da buyurdu: “Ümmetim arasında parçalanma ve ihtilaf olacaktır. O zaman bu (Ali) ve arkadaşları hak üzere olacaklardır.”
“Yine şüphesiz, Allah Teala O’nun zürriyetini, taraftarlarını ve sevenlerini bağışlar. Kim O’na ta’an ederse (çekiştirir) ve hakkını yerse, böyle birisi ateşe girecektir.”
Rayyan b. Sait, İmam Ali Rıza’dan, babaları kanalıyla Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ali’nin taraftarıdır, kıyamet gününde kurtuluşa erecek kimseler.”
Resûlullah buyurdu: “Ümmetimden Cennete yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz girecektir.” Sonra yüzünü Ali’ye dönerek şöyle devam ettiler: “Onlar Senin taraftarlarındır, Sen de onların imamısın.”
Muhammed b. Abdürrahman diyor ki: İmam Câfer-i Sadık’tan Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum:
“Ali’nin taraftarlarını küçümsemeyin, onlardan bir tek kişi (iki büyük Arap kabilesi olan) Rabia ve Muzar kabilelerinin sayısınca insana şefaat edeceklerdir.”
Ebu Hamza, İmam Cafer-i Sâdık ‘ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
“Kıyamet gününde biz Ehl-i Beyt’ten sonra Allah’ın Arş’ına yaratıkların en yakını olan bizim taraftarlarımızdır.” (Prof. Dr. Haydar Baş/ İmam Ali /sayfa 153-154-155)
Allah’a şükürler olsun ki; bize Haydar Hocamız gibi bir bilge insanı tanımayı, Ehl-i Beyt gerçeğiyle buluşmayı, eserlerine kavuşmayı, çağdaşı ve dostu olmayı nasip eylemiş. Bundan güzel Fırka-i Naciye (kurtuluş yolu) olur mu? Yolu yolumuz, dostu dostumuz, hayrolsun sonumuz…
8.4. Kerbela Analizimizi Bitirirken Son Söz
“Sözümüz hakikati arayanadır”
Ayeti kerimelerde sevilmesi emredilen, hadisi şeriflerde emanet olarak beyan edilen; Ehl-i Beyt’e karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği ve bu konuda imtihan edileceğimiz haber verilmiştir.
Bu imtihanın en ağır olanı Kerbela’dır. Birileri bu emanetlere sahip çıktılar, şehadet şerbeti içtiler. Kimileri de bu kutsal emanetlere en ağır katliamları ve zulmü reva gördüler.
İmam Hüseyin’in Kerbela’da ortaya koyduğu tavrın, kıyamın, ne anlama geldiğinin; Allah’ın düşmanı olan Muaviye-Yezit ve Ümeyyeoğlullarının akıl, iman almaz soykırımlarını bir nebze olsun sizlere bir araştırma-analiz olarak sunduk.
Biz gerçekleri, kınayıcının kınamasından korkmadan ortaya koymaya çalıştık. Bundan sonra bu konuda kör inadına esir olmuş, cahiliye görüşleri gibi atalarından duyduğu yanlışlarla yoluna devam edenlere bir sözümüz yoktur. Sözümüz hakikati arayanlaradır.
Sıratı müstakim olarak tarif edilen ve kurtuluşa erecek olan Fırka-i Naciye yolunu, Prof. Dr. Haydar Baş hocamız “Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt” olarak tanımlamış, bu konuda kıyamete kadar yetecek eserler ortaya koyarak yolumuzu aydınlatmıştır.
Kerbela hakkında bilinmesi gerekenler analizimizden maksadımız, Ehl-i Beyt gerçeğini anlamaya ve anlatmaya çalışmaktır. Safınızı seçmenize yardımcı olmaktır. Rabbim bizleri Ehl-i Beyt’in gemisine binen kutlu yolculardan eylesin. Âmin.
Yol vardır, gidene…
Gayret bizden, tercih sizden, hidayet Allah’tandır.
(Analizimiz burada sana erdi)
Analizimizin sonuna Kerbela matemimizi dile getirmeye çalıştığımız
10 Muharrem’de (5.7.2025) kaleme aldığımız şiirimizi paylaşmak istedik
8.5. Ona Nasıl Kıydınız? (Şiir)
Can Hüseyin’e bugün Kerbela’da kıyıldı
Onunla can verenler şehitlerden sayıldı
Acı haberi duyan yarenleri bayıldı
Allah’tan korkmayanlar Ona nasıl kıydınız?
Kerbela çöllerinde aç susuz can verdiler
Şehit olanlar hemen cennetlere girdiler
İmam ve yarenleri muradına erdiler
Allah’tan korkmayanlar Ona nasıl kıydınız?
Ehl-i Beyt’e kıyanlar hep haramla doydular
Kerbela çöllerini kan içinde koydular
İmam’ın cesedini çırılçıplak soydular
Allah’tan korkmayanlar Ona nasıl kıydınız?
Kerbela’da olanlar soykırımdır biline
Kan bulaştı bir sefer Emevi’nin eline
Bugün gözyaşlarımız döner matem seline
Allah’tan korkmayanlar Ona nasıl kıydınız?
Her Muharrem 10’unda yüreğimi dağlarım
Kerbela mateminde karaları bağlarım
Nazarî’yem Yezid’e lanet eder ağlarım
Allah’tan korkmayanlar Ona nasıl kıydınız?
UĞUR KEPEKÇİ /10 MUHARREM 1447 / 05.07.2025