Mirac hadisesi ile alakalı Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın eserlerinden ve fikirlerinden derlediğimiz şahsi sitemizde “Mirac Analiz” kısmında tamamını bulabileceğiniz bilgilerden bir kısmını sizlerle de paylaşmak istedik:
Âlemlerin Efendisini bağrına basması gereken Mekke toplumu, kendilerine takdim edilen İlahî lütfun henüz farkına varamamıştı. İçlerinden bir insanın seçilmiş ve sevilmiş olabileceğini akılları almıyordu. O’nun faziletini inkâr da edemiyorlardı, ama nefisleri kabule de yanaşmıyordu.
Gün geçtikçe insanların gönlüne taht kuran muhabbeti, kin, düşmanlık ve haset manevraları ile yok edilmeye çalışılıyordu. Eziyetlerin, boykotların ardı arkası kesilmiyor; müminleri davalarından döndürmek için her türlü yola başvuruluyordu.
Boş yere çırpınışlardı bunlar; zira Allah, O Peygamberi ve çevresindeki insanları seçmiş, kıyamete dek sürecek mukaddes bir davanın, İslam’ın sarsılmaz temel taşı olmalarını dilemiş ve sahiplenmişti. Gözleri perdeli cahiliye insanı bunu fark edememişti. Yeni günler, ağır ıstıraplar getirmiş, mü’minler çile kazanında pişmeye devam etmişti ve Allah Resulü, Taif halkına gitmiş, İslam’ı anlatmış, fakat taşlanmıştı.
Taif halkı, kendilerine Rablerinden bahseden, Güzeller Güzelinden haberler getiren bu Kutlu Elçiyi kan revan içinde bırakmıştı. Ancak meşakkatler, Allah Elçisi’nin sevdasını daha da artırmıştı. Nitekim Taif dönüşü esnasında; “İlahi! Kuvvetimin zaafa uğramasını, çaresiz kalışımı, halk nazarında hor görülüşümü sadece sana arz eder, ancak sana şikâyet ederim. İlahi! Gazabına uğramayayım da çektiğim mihnetlere, belalara aldırmam…” diyerek hâlini Rabbine arz etmişti.
Ebu Tâlib ve Hz. Hatice’nin (r.a.) vefatlarını fırsat bilen müşrikler, zulümlerini kat-be-kat artırmışlardı. Böylesi bir ıstırap yaşanmış değildi! Hz. Allah, bu çilelerin ardına kâinatın en büyük ikramını gizlemişti. Kulunu katına çağıracak, O’na en yüce ayetlerini gösterecek, O’nu da en ulvi bir ayeti olarak âlemlere takdim edecekti.
Bu İlahî ihsan, kutsal çilelerin ardına konmuştu. Peygamberliğinin on ikinci yılı… Allah, Âlemlere Rahmet olarak gönderdiği Fahri Kâinat Efendimizi (s.a.v.) eşsiz bir ikrama davet eder.
Bu ihsan, İslam tarihi boyunca İsra ve Mirac olarak bilinir. İsra, gece yürümek, gece yolculuğu yapmak anlamına gelir. Mirac ise, yükseğe çıkış aracı demektir. Peygamberimiz (s.a.v.), bir gece Mescid-i Haram’dan alınarak Mescidi Aksâ’ya kadar götürülüp, oradan göklere çıkarılmış, İlahî ayetler kendisine gösterildikten sonra alındığı yere, yatağının bile sıcaklığın soğumadığı bir müddet içerisinde, tekrar geri getirilmiştir.
Özel olarak Resulüllah’ın Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya olan yolculuğuna İsra, oradan Sema’ya yükselişine Mirac adı verilir. Mirac mucizesi, Efendimizin, uyanık ve beden-ruh beraberliği ile gerçekleşen bir hadisedir. Prof. Dr. Haydar Baş hocamız Mirac hadisesini “Peygamberimizin âlemleri seyrinin ve Allah’a vuslatının basamağı” olarak değerlendirmesi gerçekten mana yüklü bir mesaj içermektedir. (Devam edecek)