Sosyal olayları değerlendirirken mutlaka sağlam bir ölçüye ve sağlam bir rehbere ihtiyaç vardır. İnsan kendi nefisiyle olayları değerlendirmeye, kendi penceresinden bakmaya görsün; nefis ve şeytanın hazırladığı tuzağa düşmekten korunamıyorsunuz…
Bu yüzden, insanın dünya hayatında bir rehber şahsiyet eşliğinde yaşaması ve olayları rehberin ölçüleriyle değerlendirmesi lazımdır. İnsan-ı Kâmil denen bu zatlar her devirde insanların soluk almasına, doğru tespit ve doğru hayat yaşamasına sebeptirler. Nefsi kemal mertebesine erişmiş İnsan-ı Kâmiller, ufku ötelere uzanan; gönlü ilim, hikmet ve bereket kaynağı olan; günlük olayların cazibesinden uzak, nefsinin tuzaklarından emin ve Hak ölçüyle ölçülenmiş kimselerdir.
Onlarla birlikte olmak, hem dünyada huzura, hem ahirette rahmet ve berekete vesiledir. Birlikte olmayı sadece arkadaşlık, dostluk olarak değil; Onları eğitimde de rehber olarak görmek lazımdır.
İnsanın eğitiminde rehber konumunda olacak, doğru ölçülerle techiz edilmiş, ilahi vahiye göre terbiye edilmiş, günahtan ve kötülükten daha fazla korunmuş örnek şahsiyetler, aynı zamanda ilahi vahyin yaşayan örnekleri konumundadırlar.
Onların örnek yaşantısını görmek imanda ve inançta da boyut kazanmak (yakîn-ı elde etmek) açısından çok önemlidir. Eğer insanlar yüce Allah tarafından istenilenleri yapan, yaşayan birilerini rehber olarak göremezlerse, inançlar sadece iddiada kalır, yaşama geçirilmesi mümkün olmazdı…
Zaten peygamberlerin yaşayan kitap olarak adlandırılmaları da bunun içindir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız, bu gerçeği şu ifade ile ortaya koymuştur; “Nisa suresi 75. ayette yüce Rabbimizin “bize kendi katından bir veli ver” ve yine En’am suresi 90. ayetinde “onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir onların hidayetine uy” buyurularak İnsan-ı Kâmil gerçeğine işaret edilmiştir.” (İman ve İnsan / Prof. Dr. Haydar Baş / sayfa 188)
“Sizinle nasihat arasında gurur perdesi vardır”
Gerçekten de uyarıcı bir dostun, nasihat eden bir büyüğün yardımına ihtiyacın en fazla olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Arayan rehberini bulup Onun fikirlerinden tatmin olunca, hayatın gayesi anlaşılmakta ve yaşanan hayattan lezzet alınmaktadır.
Bir de madalyonun öbür tarafı var. Rehber insanları, sözü sohbeti dinlenecek dostların sözünü sohbetini dinleyeni de bulmanın zor olduğu bir denem yaşıyoruz.
İnsanlar kendi egolarını tatmin etmek adına, kendi fikrinin üstünde fikir kabul etmekte zorlanıyor. Başkalarıyla istişare etmekten kaçınıyor. Biri de “gözün üstünde kaşın var” dese bile adeta kıyamet kopuyor. Bu şartlar altında nasihatçiler nasihat etmeyi terk etmek zorunda kalıyor.
Nasihat dinlememek, bir hastalığın habercisidir. Ama maalesef bu halde bulunanlar kendinin hasta olduğunu da kabullenmekte zorlanmaktadır.
Etrafıma bakıyorum; insanlar birbirinin sözlerinden sohbetlerinden gittikçe uzaklaştıklarını, özelliklede nasihatçilerin etki alanından süratle uzaklaştıklarını görüyorum. Mesela insanlar dünyevi ya da uhrevi (belki de geleceklerini etkileyecek) çok önemli konularda birilerinden nasihat ya da fikir almak yerine, işine geldiği gibi yaşama yolunu seçmiş, nefsindeki gurur da onu bu konuda ayıkmaması için nasihatçiden uzak tutmaya çalışmaktadır. Gururu da kişiyi, “onun bildiği kadar sen de bilirisin, sen bildiğin gibi yap” telkinleriyle içinde bulunduğu batakta yok etmeye çalışmaktadır.
İnsanlar, imanın lezzetinden uzaklaştıkça, bencillik ve gurur hastalıklarına tutulmaktadırlar. Onlar bu durumun farkına varmış olsalar bile, belli aşamalardan sonra içinden çıkılması zor bir sürece girdiklerinden, kısır döngü hali yaşamaktadırlar.
Bu nefsi hastalıklarının müzminleşmesi halinde, nefisleri, başkalarından nasihat almayı bir gurur meselesi haline dönüştürerek, nasihat vericilerden uzaklaştırmaktadır. Hastalığın bu boyutunda kulaklar nasihat duysa bile, nefisler araya gurur perdesini attığından, gönüller nasihatten nasipsiz kalmakta, tesirini yaşayamamaktadırlar.
Bu konuda yine Ehl-i Beyt öğretisine ihtiyaç duyuyoruz. Bu hassas noktada Hz. İmam Hasan(a.s.) kişilerin nasihat dinlemesine engelin gurur hastalığı olduğunu haber veriyor: “İbadet etmek isteyen, onun için temizlenmelidir. Müstehap ameller, farzları engellerse onları bırakınız, yakîn, kurtuluşun sığınağıdır. Yolculuğun uzaklığını hatırlayan, ona hazırlanır. Akıllı adam, kendine nasihat etmesini isteyen kimseye hile yapmaz. Sizinle öğüt arasında (öğüt almanızı engelleyen) gurur perdesi vardır. (Gurur ve bencillik kalkmadıkça öğüt etkili olmaz) İlim, öğrenenlerin mazeretini ortadan kaldırdı, geçersiz kıldı. Vakti biten her kişi mühlet ister, fırsatı olan kişi de işlerini sonraya ertelemekle oyalanır.”(İmam Hasan /sayfa 101-102/ Prof. Dr. Haydar Baş)
Bu hastalıktan kurtulmak için yapılacak iş; herkesin kendi nefsini hesaba çekerek, gururunu bir kenara bırakarak, nasihat edicilerden nasiptar olmaya çalışmaktır. Şu bilinmelidir ki Hz. İmam Hasan’ın(a.s.) dediği gibi; “Sizinle öğüt arasında(öğüt almanızı engelleyen) gurur perdesi vardır. (Gurur ve bencillik kalkmadıkça öğüt etkili olmaz)”
Selam olsun, gurur perdesini kaldırıp nasihat dinleyenlere…
Canınız yansa da sizi uyaran dostunuza kızmayın!
Bir hadis-i şeriflerinde Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.a.) “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar” buyurmuştur. (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)
Demek ki insanın bulunduğu çevre, edindiği dostluklar, onun aynı zamanda hem dünya, hem de ahiret saadetini ilgilendirmektedir.
Sosyal hayata ibretle baktığımızda nice temiz ana kuzuları, ailesinden aldığı terbiyeye rağmen, edindiği yanlış arkadaş kurbanı olmuş, yanlış davranışları kendine ahlak edinmiş ve gerek kendine, gerek yaşadığı topluma nice felaketler açmıştır.
İnsanoğlu kendini garanti altına almak, dinini korumak ve yaşamak istiyorsa, mutlaka samimi ve güzel dostlar edinmek zorundadır.
Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.a.) Efendimiz bir hadislerinde bu konuya şöylece dikkat çekmiştir:
“Kişi arkadaşının dini üzeredir. O halde herkes kiminle arkadaşlık yaptığına baksın.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Bu konuda Peygamber Efendimizin birkaç hadisine daha yer verelim:
“Birlikte oturduğunuz dostlarınızın en hayırlısı, görünüşüyle size Allah’ı hatırlatan, sohbetiyle sizin güzel amellerinizi arttıran, salih ameliyle(güzel fiil ve davranışlarıyla) size ahireti hatırlatan kimsedir” (Suyutî, Camiu’s-sağir, 2/14).
“Dostun hayırlısı; Allah’ı zikrettiğinde sana yardım eden, Onu unuttuğunda sana hatırlatandır” (Suyutî, Camiu’s-sağir, 2/11).
“Bazı insanlar Zikrullahın anahtarlarıdır. Bunlar görülünce, Allah zikredilir (hatırlanır)anılır.” (Mecmau’z-Zevaid, 10/78).
İnsan gerçekten de hayatın akışı içerisinde sık sık gaflete düşebilmekte, yanlış davranışlar sergileyebilmektedir. Eğer insanoğlu yukarıda bahsi geçen keyfiyette dostlar edinirse, kendini aynı zamanda garantiye de almış olmaktadır. Çünkü edindiği gerçek dostu ona, kendisi gaflete düştüğünü fark etmese bile Hakkı hatırlatacaktır.
Kimileri de var ki böyle gerçek dostları bulmuş, nasip kapısını ulaşmış ama o dostlardan kendini uzak tutmaya çalışmakta, kendi nefisinin tuzaklarında bocalamaktadırlar.
Her şeye rağmen biz uyarımızı yapalım: “Allah’ı zikrettiğinde sana yardım eden, Onu unuttuğunda sana hatırlatan” bir dostunuz varsa, onun size uzattığı eli sakın ama sakın bırakmayın…
Bazen Onun uyarılarıyla canınız yansa da, bazen nefsiniz kabullenmese de sakın ona kızmayın. Aksi taktirde sizi uyaran dostunuz kalmazsa, nefisinizin tuzaklarında oyalanır durursunuz. Hâlbuki Allaha kulluk yolunda; yapılacak o kadar çok iş, gidilecek o kadar da yol var ki…
Uğur Kepekçi / Haziran 2015 / İcmal