Sosyal hayattaki dengesizlikler, dünya yaşamını o kadar zorlaştırıyor ki bulunduğunuz ortam ne kadar güzel ya da kutsal olsa bile insanoğlunun yanlış davranışları, kötü ahlakları; güzel ortam ve beldelerin dahi huzurunu bozmaya yetmektedir.
Rehberlik görevim icabı sıklıkla gittiğim kutsal mekânlarda; güzel insanlara, birçok olumlu davranışlara ve güzel hallere şahit oluyorum. Ancak İslam dünyasının bir özetini teşkil eden Hac ve umre ibadeti için dünyanın her yerinden kutsal mekânlara gelen Müslümanlarda, sabır konusunda ciddi eksiklikler olduğunu gözlemliyorum.
Özellikle, Hac ve umre görevini yerine getirmek için sabır ve öfke dengesinin gayet güzel bir şekilde korunması, çeşitli ayet ve hadisi şeriflerde emredilmesine rağmen, bunu başaranların maalesef azın azı kadar olduğuna şahit oluyorum. Sabır konusunda başarılı olamayanlar, elbette nefsinin ve şeytanın esiri olup öfkesine mağlup olmaktadır. Öfkesine mağlup olanlar da “keskin sirke küpüne zarardır” atasözü gereği hem kendine, hem de etrafına da zarar veriyor.
Bu hal sadece orada değil, her yerde ve her zaman bütün insanlık için geçerli bir hale dönüşmüştür. Dikkatinizi çekmek adına kutsal mekânlardan örnek vererek konuya giriş yapmaya çalıştım. Çünkü hac ve umre gibi sabrın olmazsa olmaz bir şart olduğu yerde bile Müslümanın hali bu ise; imandan, ahlaktan, daha yoksun kimselerin yaşadığı yerlerdeki sosyal yaşantının vaziyetini hayal etmek bile istemiyor insan. Etrafınıza bakın yeter; “görünen köy kılavuz istemez.”
İnsanların bir konudaki yanlıştan kurtulması için bazı çabalar ve bu çabalarda gayret ortaya koyması lazımdır. Nefis ve şeytanın insan üzerindeki tesirlerini bozmak, kalbi harekete geçirerek ilahi tecellilere mazhar olmak elbette kolay değildir. İmam Cafer es-sadık (a.s.) “Dağları harekete geçirmek kalpleri harekete geçirmekten daha kolaydır.” Buyurarak bu konudaki zorluğa dikkat çekmiştir.
Şunu da peşinen ortaya koyalım ki; bir kimsenin kötü bir ahlakı değiştirebilmesi için bazı aşamalar vardır. Rahmetli Celal Mısır Hocamız bu konudan sıklıkla bahsederdi. “Bir insan, kötü bir davranışından kurtulmak istiyorsa, bunu üç aşamada becerebilir. Bunlar; tanıma, kınama, terk etmedir. Birinci aşamada o ahlakın kötü olduğunu ilimle öğrenecek. İkinci aşamada onu kendi içinde nefretle kınayacak. Üçüncü aşamada gerekli ameller işleyerek, yani esaslı bir mücadele ile terk edilecektir. Biz birinci aşamada sizlere yardımcı olalım. Diğer iki aşama, işin en zor kısmı da kişinin kendisine aittir. Yani sizin niyet ve gayretinizle alakalıdır.
Huzurlu bir dünyada yaşamak için ilahi emirlere riayet etmek zorunda olduğumuza göre, sabır ve öfke konusunda derlediğimiz bazı bilgileri sizlerle paylaşalım.
Sabrın imandaki yeri
Sabrın imadaki yerini en güzel ifade eden Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed’dir (s.a.a.). Bir hadis-i şeriflerinde; “Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.” (Deylemi)
İman ehli olduğunu iddia eden birçok Müslüman, sabır hakkındaki hükümleri aşağı yukarı bilgi olarak bilir ama iş uygulamaya gelince maalesef bilgilerin yerinde yeller eser.
Hâlbuki sabır hakkında ilahi emirler o kadar çoktur. Bir ayeti kerime de Allah(c.c.) sabredenlerle beraber olacağını beyan etmiştir:
“Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara, 153)
Sabır hakkında bu kadar büyük bir müjdeye rağmen insanlar çoğu zaman nefislerine aldanarak imtihan sırrını kaybetmektedirler. Netice olarak da başsız bir vücudun düştüğü duruma düşmektedirler.
Yeri gelmişken kimlerin sabredenler olduğu hakkında ince bir ayrıntıdan haber verelim:
Yüce Peygamberimiz; “Gerçek sabır ilk toslama anında olandır” buyurmaktadırlar. (Buhârî, Cenâiz 32, 43; Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz l4-l5.)
Yani sabır, felâketle karşılaştığınız ilk andaki tepkinizdir. İlk tepkide sabır göstermeyip sonradan çaresizlikten dolayı gösterilen sabır, istenilen sabır değildir. İlk tepki olarak sabır ortaya koyanlar sabredenlerden yazılır.
Sabır bir eğitimdir. Sabırda zirveye doğru çıkış, sabır eğitimine dayanmaktadır. Her sabır, daha sabırlı olmak yolunda; daha yüksek mertebelere tırmanmakta, bir merdiven basamağı hükmü taşır.
Ebû Saîd Sa’d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî (r.a.) den nakledildiğine göre, Medineli Müslümanlardan bir kısmı Resûlullahtan (s.a.v.) bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra yine istediler. Resûlullah (s.a.v.), elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince onlara şöyle hitap etti:
“Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden esirgemez, verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiç bir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır.” (Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124).
Yukarıdaki hadisi şerifte sabretmenin; yokluğa, sıkıntıya göğüs germenin, insanı daha güçlü kılacağı açıklanmaktadır. Peygamber Efendimiz bu hadiste ayrıca; “Kim sabretmek için gayret sarf ederse, Allah ona sabır verir” beyanıyla, sabırda yol almanın sabretmekten geçtiğini işaret etmektedir.
Öfke, bir hitabet sanatı mıdır?
Bazılarının konuşmalarında ve davranışlarında genellikle öfke hâkimdir. Sakin konuşmak yerine bağırmayı, çağırmayı, ortamı germeyi marifet sanırlar. Öfkeli tavırları eleştirenlere ayıplarını örtmek için de “özrü kabahatinden” büyük hatalar işleyerek; “öfke bir hitabet sanatıdır” diye cevap verirler. Ya da öfkesini kendince bazı sebeplere bağlamaya çalışarak haklı olduklarını savunurlar.
Öfke, kimseye fayda sağlamayan ve imanda büyük eksikliklerin neticesinde ortaya çıkan kötü bir ahlaktır. Savunulacak da hiçbir tarafı yoktur.
İmam-ı Gazali Hazretlerinin ‘İhya’sında öfke konusunda derlediğim bazı Hadisi Şerifleri siz değerli dostlarla paylaşmanın faydalı olacağını düşünerek, arz edeyim:
Ebu Hüreyre (r.a) rivayet ediyor ki, bir zatın Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Resulü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!” demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) “Öfkelenme!” buyurmuştur. Kişi aynı suali, başka bir zaman daha sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) yine “Öfkelenme!” cevabını verdi.(Buhârî)
İbn Mes’ud der ki, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Siz aranızda kimi pehlivan kabul edersiniz?” Biz cevap olarak dedik ki: “Sırtı yere gelmeyen kimseyi pehlivan olarak kabul ediyoruz” Hz. Peygamber “O pehlivan değildir. Ancak öfkelendiği anda nefsine hâkim olan bir kimse pehlivandır” dedi (Müslim).
İbn Ömer, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Kim öfkesini zapt ederse, Allahü Azîmüşşân onun çirkin taraflarını örter”.(İbn Ebî Dünya).
Süleyman b. Dâvud (a.s) şöyle demiştir: “Ey oğul! Fazla öfkelenmekten kaçın! Çünkü fazla öfke, halîm bir kişinin kalbini bile hafifletir.
İkrime “Seyyid, nefsine hâkim” (Al-i İmran/39) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Seyyid o kimsedir ki, öfke ona galebe çalmaz”.
Ebu Derdâ Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Resulü! Bana, beni cennete sokmaya vesile olacak bir amel öğret!” dediğinde Hz. Peygamber cevap olarak ‘Öfkelenme!”
(İbn Ebî Dünya, Taberânî) buyurmuştur. “Sabur denilen maddenin balı ifsad ettiği gibi, öfke de imanı ifsat eder”. (Taberânî, Beyhakî). “Bir kimse öfkelendiği zaman muhakkak cehenneme yaklaşır”. (Bezzar, İbn Adîy).
Öfke hakkında ben şahsen hayırlı bir sözle karşılaşmadım. Öfkenin hem dünya, hem ahiret saadetini yok edeceğine dair çok önemli uyarılar vardır. Öyleyse öfke birilerinin dediği gibi “bir hitabet sanatı” değildir.
Öfkemizi yenmenin faziletleri
Hz. Peygamber öfkeyi yenmenin faziletleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah öfkesini frenleyen bir kimseye azabını durdurur. Rabbine mazeretini arz eden bir kimsenin özrünü Allah Teâlâ kabul eder. Kim dilini korursa Allah onun çirkin taraflarını örter” (Taberânî, Beyhâkî)
“Sizin en pehlivanınız ve en erkeğiniz o kimsedir ki öfkelendiği zaman nefsine hâkim olur! Sizin en hâliminiz, düşmanından intikam alma imkânı olduğu halde onu affeden kimsedir”.(İbn Ebî Dünya, Beyhâkî)
“Öfkesinin gereğini yerine getirme imkânı varken bundan vazgeçen kimsenin kalbini Allah Teâlâ kıyamet gününde rızasıyla doldurur”.(İbn Ebi Dünya, Ebu Dâvud).
Bir rivayette “O kimsenin kalbini Allah emniyet ve iman ile doldurur” diye haber verilmiştir.
İbn Abbas Hz. Peygamber’in şöyle dediğini rivayet eder: “Kesinlikle (bilinsin ki) cehennemin bir kapısı vardır. O kapıdan ancak Allah’a isyan etmek suretiyle öfkesine uyup gönlünü rahat ettiren bir kimse girer. Allah nezdinde kulun öfkesini yutmasından daha sevimli hiçbir şey yoktur. Kul öfkesini yuttuğu takdirde Allah onun kalbini iman ile doldurur” (İbn Ebi Dünya).
Gördüğünüz gibi değerli okurlar, öfkenin hiçbir tarafa hayır getiren bir yönü yoktur. Bu kadar zararlı ve batıl bir davranışın adını “hitabet sanatı” koymakla ne batıl hak olur, ne de yanlış doğru olur. Zaten öfkenin hâkim olduğu konuşmalar, öfkenin hâkim olduğu davranışlar, hiçbir dönemde, gerek milletimize, gerekse de dünya insanlığına bir hayır getirmemiştir. Netice meydandadır. Akl-ı selim olan davranış; Öfkeyi yenerek, gerçek pehlivanlığa talip olmak; Sabrederek de Allah’ın rızasını ve yakınlığını elde etmektir.
Uğur Kepekçi
Ekim 2018 / İcmal Dergisi