İki ya da daha fazla çocuğu olanlar, vereceğimiz şu örneği daha iyi anlar. Elbette empati yeteneği olanlar, çocuk sahibi olmasa da ne demek istediğimizi anlayacaktır.
İnsan psikolojisi, çocuk gelişimi üzerine yazılan kitap okuyanlar, bu konuda eğitim alanlar da ne demek istediğimizi anlayacaktır.
Ailenin ilk bireyi birinci çocuk, aile içinde el bebe gül bebe sevilir. Bir zaman sonra ikinci çocuğa gebe kalan anne, hamile olduğunu uygun bir zamanda aile bireylerine haber verir.
Bu haber, aile içinde sevinçle karşılanır. Bir de cinsiyeti falan belli olunca daha farklı duygular yaşanır.
Ben de hem Anamın ilki olmam hasebiyle, hem 3 erkek kardeşim olması hasebiyle; hem de evlatlar, torunlar sahibi olmam hasebiyle, bu duyguları yaşayan biri olarak yazıyorum bu satırları.
Allah eksikliklerini vermesin; mutluluk, sağlık haberleriyle bizi sevindirsin.
Gelelim annenin birinciden sonraki hamilelik döneminde evde yaşananlara:
Önce dünyaya gelen her çocuk, üzerine gelecek diğer çocuğu kıskanır. Eğer evde bu psikolojiyi bilen yürekli bir baba, şefkatli bir anne varsa, pek sorun yaşanmaz.
Çünkü o da büyüklerinden aldığı nasihatlere göre evde oluşabilecek, çocuklar arasındaki kıskançlıkları bertaraf eder.
Bazı evlerde mızıkçı çocuklar olur. Kendinden sonra bir çocuğun dünyaya gelmesine pek de memnun olmaz. “İstemem de istemem” diye ağlar dururlar. Veyahut ta doğacak bebeğe alınan eşyaları ya çalar ya tahrip eder, onun adı duyulduğu zaman çıldırır.
Hele bir de çocuk dünyaya gelince, seyreyleyin gümbürtüyü. Özellikle mızıkçı çocuklar, kardeşleri başkası tarafından sevilmesin diye; bütün hesaplarını “rol çalmak üzerine kurarlar.”
“Annem babam ya da çevrem, bu yeni doğan bebeği benden çok severse, işte o zaman ‘benim pabucum dama atılır’” korkusunu gönül aleminde yaşarlar…
“Pabucu dama atılmak” deyimi şu anlama gelir: “Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek.”
Prof. Dr. Haydar Baş “iş başa düştü” deyip siyasete girdiği günden beri; Ona atılmadık iftira, açılmadık mahkeme, başına getirilmedik çile kalmadı. Dost düşman herkesin malumudur.
Bu süreç içinde; küresel sermayeyi, siyasi gücü, kartel medyayı, satılık kalemşorları, medya şarlatanlarını yanına alabilenler; sürekli Onu halkından gizlemeye çalıştılar.
Prof. Dr. Haydar Baş ve “Bağımsız Türkiye Partisini” yıllardır karartmak, milletin gündeminden uzaklaştırmak için yapmadıkları kalmadı bu mızıkçıların…
Korona virüsle birlikte değişecek yeni dünyada, kapitalist sistemin çöküp “Milli Ekonomi Modeli” eksenli oluşumun gerçekleşeceğini fark eden evin mızıkçı çocukları, doğum olmasın diye çok uğraştılar. Baktılar ki doğumdan kaçış yok. Başladılar doğumu yakın olanın, malzemelerini aşırmaya; artistlik yapıp rol çalmaya.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın projelerini “bu benim, şu benim” diye ilan etmeye başlayan; sözde ekonomist ve sözde siyasetçilerin çakma ifadeleri, taraflı basının da desteğiyle kamuoyunun gündemine geldi.
Şimdi buradan mızıkçılık edenlere sesleniyorum: “Bu kadar mızıkçılık, bu kadar çalma-çırpma size ne kazandıracak? Uygulamasını bilmediğiniz şeyi gündem etmekle, milletin aklıyla alay mı ediyorsunuz?”
Bir fıkrayla bitireyim yazımı: Sarhoş adamın biri, hoca vaaz verdiği sırada; caminin önünden geçerken, hocanın bir sözünü duymuş. Hoca diyormuş ki “bir gavuru Müslüman eden, ebedi cennette kalacak” Sarhoşun bu ifade hoşuna gitmiş. Cebinden bıçağını çıkarmış, yakınlarda iman etmeyen birini bulmuş. Yatırmış yere “ulan kafir Müslüman ol” demiş. Adam da korkusundan “peki Müslüman olayım” demiş. Sarhoş, cenneti kapmanın sevinciyle giderken, biçare imansız sormuş “peki nasıl Müslüman olunur?”
Sarhoş hiç beklemediği bu soru karşısında çaresiz: “Vallahi ben de bilmiyorum. Hocadan bu kadarını duymuştum” demiş.
Rol çalmaya çalışan mızıkçılar, artistler! Bu millet size “dediğinizin yolu nedir?” diye sorunca; sizde sarhoşun düştüğü duruma düşeceksiniz. Milleti kendinize güldürüp maskara olmaktansa; işin ehline sorun da bu rezillik bitsin artık.
Uğur Kepekçi