Prof. Dr. Haydar Baş’ın derdi tasası, vermek istediği mesajı, Allaha kulluk vatana millete hizmet ve aidiyet duygusunu uyandırmaktı.
Hiç durmazdı her yerde her gördüğüne; genç- yaşlı, kadın-erkek kimi bulursa ona bir mesaj bir nasihat vermekle uğraşırdı. Bir yandan yaşadığı çağın insanına bir şeyler vermekle uğraşırdı bir yandan da gençliğe çok ama çok önem verirdi.
Küçük bir çocuk gördüğünde ona ideal aşısı vururdu, sözüyle davranışıyla. “Ne kadar yakışıklısın sen böyle, senden çok iyi bir doktor olur.” “Senin adın ne bakim ne güzel bir adın varmış öyle, sen adına layık biri olacak kabiliyettesin”
Benim oğlum Muhammed İzzetin çok küçük yaşlardaydı. Eline bir fotoğraf makinası almış “Haydar dede bir poz ver bana bakim” diye seslendi. Biz o kadar misafirin yanında güya mahcup olduk. O da “peki” dedi. Çocuk aklı ya “sağa bak sola bak yok öyle olmaz şöyle poz vereceksin” diye talimatlar veriyor hocamıza. Biz ise mahcubiyetten yerin dibine giriyoruz adeta. İzzettin “tamam oldu” deyinceye kadar sürdü bu manzara. Sonunda “gel bakayım bana” dedi aldı onu kucağına “bak senden çok iyi bir fotoğrafçı, haberci, muhabir olur. Kendini iyi geliştir oldu mu” dedi. Bakınız daha çok küçük, “bu bir şey anlamaz” falan demeden çocuğa gençlik ideal ve hidayet aşısı vurmaktı O’nun işi…
İzzetin şimdi gerçekten ödül alacak kabiliyette fotoğraflar çeker, sırtında çantasındaki kamerasını, fotoğraf makinasını, kendinin bir parçası olarak görür. Elhamdülillah hocamın istediği manada bir kul ve vatansever olarak; hayatını davasında bir nefer olarak sürdürüyor.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın özlemi hep gençlikti. Öyle bir gayret ortaya koydu ki; önce o gençlerin anasını, babasını şekillendirdi, onlara da evlatlarını yetiştirmeyi öğretti. Özlediği genci de böyle tarif etti şiirinde:
“Gel ey zamandan üstün makamları aşan genç; Cennet senin mekânın, Hak yolunda koşan genç.
Büyük tarih dirilsin senin varlık ülkende, Kaybolsun gitsin zaman ebediyyen gölgende.
Zaman, mekân seninle hakikate gömülsün, Tarihine sahip çık, ağlayan yüzler gülsün.
Yokluğa mahkûm etti Allah seni Zatında, Ezeli ahidleşme yapmıştı ya katında!
Hak davanın içinde ta ezelden berisin, Yokluk senin gönlünde köpük köpük erisin.
Bütün insanlık sende medeniyeti bulur, Sendeki asalete insanlık ortak olur.
Aşk sende, sabır sende, kâmil kul olmak için, Ölüm sana vuslattır, Hakk’a kavuşmak için.
Ölüm sende dirildi, ölümsüz oldu ölüm, Bütün çirkin tablolar kayboldu bölüm bölüm.
Haydi gel yeter artık, cihana can veren genç, Işık sana sevdalı, hakikate eren genç,
Gel ey kara sevdalı genç, hep seni özlüyorum, Sevdan beni diriltsin, yolunu gözlüyorum,
Sen şehit doğuracak duvak altında gelin, Yıkılmış harabeyi kaldırsın güçlü elin.
Sen ey genç, özlediğim, beklediğim emelsin, Bu çökük harabeyi yükseltecek tek elsin.
Sen, ezel anasından doğdun ölmemek için, Tecellilere ermek, maddeyi delmek için.
Ebediyet yolcusu, nasıl sığarsın kaba? Sen insanlığa örnek en mükemmel bir baba.
Ezeli ayrılıktan sadık gönlün kanasın, Peygamberin müjdesi mübarek bir anasın.
Ayağını öpecek cennetlik olmak için, Bir tarih dirilecek seni doğurmak için” (Prof. Dr. Haydar BAŞ)
Uğur Kepekçi