Bağımsız Türkiye Partisi İstanbul İl Başkanlığının tertiplediği 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları programının onur konuğu Genel Başkan Av. Hüseyin Baş, gerçekten çok tarihi tespitler yaptı.
Benin en çok beğendiğim ve önemsediğim tespiti “son zafer” vurgusu oldu.
Cumhuriyet rejimini hala içine sindiremeyen, saltanat karşıtlığını sanki din karşıtlığı gibi algılayan fesli kalıntıları, genelde tarihte elde etiğimiz zaferlerin cumhuriyet öncesi olanlarına sahip çıkarlar.
Mesela Diyanet ve resmî ideoloji 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferinden bahseder, Alparslan’a rahmet okur, İstanbul’un 1. fethinden Fatih’ten bahseder; 30 Ağustos’ta Zafer kazanan, İzmir’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Çanakkale’de, vatanın her karış toprağında destan yazan Mustafa Kemal Atatürk’ü görmezden gelirler.
Bu acı bir durumdur. Halbuki güneşi balçıkla sıvamaya kimsenin gücü yetmez. Hakikatler er ya da geç meydana çıkar.
Bakınız değerli dostlarım, Av. Hüseyin Baş’ın şu tarihi tespitleri gerçekten son derece önemlidir. Cumhuriyet ve Atatürk aymazlarına çok güzel bir cevaptır:
“Türk milleti ne zaman zaferlerle muzaffer bir millet oldu, ne zaman yenilgiler aldı? Diye kendime sordum. Tarihe baktım, hep şunu gördüm. Türk milleti ne zaman ki Ehl-i Beyt’in nefesinden uzaklaşmış her zaman kaybetmiş, Türk milleti ne zaman ki Ehl-i Beyt’e sarılmış her zaman muzaffer bir millet olmuş. İşte Gazi Mustafa Kemal Atatürk o muzafferiyetini dedelerine borçlu. Nereye borçlu? İmam Rıza’ya borçlu, İmam Ali’ye borçlu, Ehl-i Beyt’e borçlu. Bugün bu zaferi kutlamak, yaşatmak istiyor muyuz, yeni savaşlarımızdan zaferle ayrılmak istiyor muyuz Türk milleti olarak? O zaman bileceğiz ki Ehl-i Beyt’e aynen Atatürk gibi sarılıp meydan dedesi olmaya çalışacağız. 26 Ağustos Büyük Taarruz’un başladığı gün. Başka bir gün de 26 Ağustos 1071 Malazgirt’te Alparslan’ın Anadolu kapılarını yine Ehl-i Beyt ruhuyla Türk milletine açtığı gündür. Şimdi öyle bir durumdayız ki, zaferleri yarıştırır olduk. Halbuki Ağustos bizim zafer ayımız, her gün bir zafer var… Kim ne söylerse söylesin işin bir de mantığı var. Eğer bizim “son zaferimiz” olmasaydı, önceki hiçbir zaferimizi kutlayamayacaktık. O yüzden sahip olduğumuz her şeyi, bu vatanı, toprağı, milleti, bayrağı, askeri, devleti, çiftçiyi, işçiyi… Hepsini Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. Bunu kıskananlar, çekemeyenler emin olun İngiliz uşağıdır, Yunanın askeridir başka hiçbir şey olamaz.”
Konuşmalarında bir diğer önemli ifadesi de şuydu: “Yine bu salonda tam bu noktada bizi anons ederek konuşmasını bize yaptırmıştı. O program üstadımızın son salon programıydı. Tabiri caiz ise programı orada bırakmıştık. Şimdi Bağımsız Türkiye sevdalıları söz veriyor muyuz; buradan programımıza devam ediyoruz. Şimdi biz vatanperverliğimizi ortaya koyuyoruz, bayramlarımızı kutluyoruz ve ‘Mustafa Kemal Atatürk’ü unutmayacağız’ diyoruz ama bize Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tanıtan, anlatan Haydar hocayı da hiçbir zaman unutmayacağız. Türk milleti şunu bilsin, biz vatanı sevmeyi Haydar hocadan öğrendik. Hiç endişe etmeyin bu devleti yönetmeyi de ondan öğrendik. Önümüzde çetin süreçler olabilir, zor süreçler geçirebiliriz, istediğimiz her şeye sahip olamayabiliriz ama inanın ve emin olun… Bizim dönemimiz başladı diyen Haydar hocanın vasiyeti ışığında biz bu ülkeyi de yöneteceğiz ve bu bayramları da layıkıyla kutlamaya devam edeceğiz.”
Hani dedik ya bir önceki makalemizde de gerçekten; “emanet emin ellerde” Av. Hüseyin Baş ve kadrosuyla muhteşem Bağımsız Türkiye sevdalılarını yetiştiren, Prof. Dr. Haydar Baş hocamızı bir kez daha rahmet, özlem ve minnetle anıyoruz.