Kapitalist sistemin temel felsefesi sürdürülebilir borçtur. Sürdürülebilir borç; Ölümü ötelemek demektir. Anlaşılır bir dille söylersek: Beyin ölümü gerçekleşmiş bir hastanın, destek üniteleriyle ölümünü biraz daha ertelemektir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ekonomik tablosu budur.
Kapitalist sistemlerin oluşturduğu borç batağının aksine; Prof. Dr. Haydar Baş’ın ortaya koyduğu Milli Ekonomi Modelinde ise sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir istihdam, sürdürülebilir ekonominin formülleri ortaya konmuştur.
Geçen gün Elazığ’da Bağımsız Türkiye Partisi tarafından düzenlenen; “Çare: Bir ve beraber olmak” ve aday tanıtım programında konuşan Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu öyle bir konuşma yaptı ki devletin ve milletin gerçek hali bundan daha iyi nasıl anlatılır bilmem.
Yapılan konuşmadan bir vatandaş olarak benim anladığım: Osmanlının yıkılmadan önce yaptığı borçlanma sistemi ile şimdiki sistemin bire bir aynısı olduğudur.
Bu durumu Sayın Eyercioğlu bakınız nasıl dile getiriyor: “İthal ederken, hangi parayla alıyoruz diye sormak lazım. Bunları borç parayla alıyoruz. Biz bu sevdaya 2001 yılında başladık. Hatırlayın o günler Kemal Derviş gelmişti, bir günde 15 tane yasa çıktı. Bu 15 yasayı çıkarırlarken üst kurullar kuruldu Türkiye’de. Bu üst kurullar devlet idaresinin etkisi altında olmayan fakat küresel sermayenin ülke içindeki tahsildarları hükmünde olan üst kurullardı. Bu Osmanlı’nın son dönemindeki Duyun-u Umumiye idaresine benziyor. Osmanlı aldı borcu, ödeyemeyince Duyun-u Umumiye idaresi kuruldu. Yani tütününü milletin elinden Tütün İdaresi Kurumu alacak, onların istediği fiyattan devredecek ve satışında elde edilen kârı da doğrudan doğruya borçlar karşılığında onlar alacak. Bu bütün üretimimize karşılık, liman gelirlerimize karşılık ve hatta Bursa’daki ipek böceğinden elde edilen gelire bile bir üst kurul kurulmuştu. Şimdi Türkiye’de 40’a yakın üst kurul var. O zaman bunu Kemal Derviş kurdu. Ortaya koyduğu mantık şuydu; ülkenin ayakta kalabilmesi için sürdürülebilir bir borçlanma yapısı elde etmesi lazım. Yani borç almaya devam edebilmeniz lazım. Bu borçlar nasıl ödenir veya bu işin sonu nereye varır bu konuda hiç kimse fikir yürütmüyor. Elde edilen çözüm bu. İşte bu yasalar gereği Türkiye’de var olan bütün Kamu İktisadi Teşekkülleri satıldı. O günden bugüne borcumuz vatandaş bazında arttığı gibi devlet bazında da arttı. O zamanda ithalat ile ihracat arasındaki açığımız 6.1 milyar dolardı, şu anda sadece 1 yıllık bütçe açığımız 54 milyar dolar. Hem de bütün bu kurumlar elimizden çıkmış olmasına rağmen.”
Sayın Eyercioğlu, sürdürülebilir borç kavramını tarif ederken, bisiklet örneğini verdi: “Bisiklet kullananlar bilir, ayakta kalmak için mutlaka pedalı çevirmek lazımdır. Pedal çevirmeyi bırakınca bisiklet devrilir. Peki, siz bisikleti sürmek için pedal çevirmeye devam ederken; yolunuz yanlış, sonu uçurum olan bir yöne doğru gidiyorsanız? Kendinizce bisikleti sürdürülebilir halde tutsanız bile uçurumdan aşağı yuvarlanır, hayatınızı kaybedersiniz. İşte Türkiye’nin hali budur.”
Konuşmasını şu tespitle bitirdi Sayın Eyercioğlu: “Bunun tek sorumlusu Prof. Dr. Haydar Baş’a kulak vermeyen idare ve O’nu bir türlü anlamak istemeyen milletimizdir”
Ne yapalım “Kendi düşen ağlamaz” derler. “Görünen köy kılavuz istemez.”
Uğur Kepekçi
26 Ocak 2019