Ekonomik, siyasi ve kültürel sorunların zirve yaptığı ülkemizde, geçtiğimiz günlerde Kayseri’de meydana gelen olaylarda büyük bir kargaşa yaşanmıştır.
Suriyelilere ait işyerleri ve araçları tahrip edilmiştir. Çok sayıda kişi sokaklara dökülmüş, göçmen sorununu protestoya kalkışan halkımız güvenlik güçleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Şiddeti ve kanunsuz hiçbir eylemi destekleyecek değiliz. Ancak, toplumun da bu noktaya adım adım geldiğini unutmamak lazımdır. Bardağı taşıran son damlanın Kayseri’de yaşandığı bir gerçektir. Yaşanan kaos ortamının güvenlik güçlerinin ve ilgililerin de çabasıyla daha fazla yayılmadan önlenmesi sevinç kaynağımızdır.
Türkiye’de olaylar bastırıldı derken bir el Suriye’de de düğmeye bastı. Orada da birileri Türk Bayrağını, nakliye araçlarını yakmaya başladıkları haberi duyulmaya başladı.
Olayların tırmanması sonucunda Türkiye sınır kapılarının geçici olarak kapatma kararı aldığı yönünde haberler yayılmaktadır. Hem Türk vatandaşları hem sığınmacılar tedirgin bir vaziyettedir. Kimsenin bir oyuna gelmemesi lazımdır. Güvenlik güçlerimiz her türlü sorunu çözecek kabiliyettedir. Onlara güvenimiz tamdır.
Memleketimiz adım adım bu duruma getirilmiştir. Ülkemizdeki yabancılara göçmen de deseniz sığınmacı da deseniz kaçak yabancı da deseniz; sessiz bir işgalle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini göz ardı edemezsiniz. Sosyal bilimciler, tarihçiler ve siyasetçilerin iddiasına göre 10-20 yıl sonra Türkiye’de Türk nüfustan fazla Arap olacaktır. Bu durum ulus devletin yok olması demektir.
Hükümetin Suriye politikasını destekleyenlere Gaziantep gibi Kilis gibi sığınmacının çok olduğu yerlere gelip bakmalarını tavsiye ederiz. Gece sokağa çıkmaya, çocuklarımızı kendi memleketimizde yalnız başına bir yere göndermeye korkar olduk. Eğitimsiz ve farklı kültürde olan insanlarla aynı yerde yaşamak çok zor bir durumdur.
Yaşadığımız yerlerde şahit oluyoruz ki; Suriyeli vatandaşlar, asla entegre olmak niyetinde değil bizi dönüştürme eğilimindeler. Kendi ticaret ağlarını kuruyorlar, kendi ilişkilerini kendi düğün-derneklerini kendi örflerine göre yapıyorlar. Ve durum ne olursa olsun kimsenin de memleketine dönme diye bir düşüncesi yoktur.
Türk vatandaşlarının kendi öz iradeleriyle sığınmacılarla birlikte yaşamak istemediklerini meşru yollardan dile getirmeleri en doğal haklarıdır. Muhacir Ensar numarasının da modası geçmiştir.
Başında Esad’ın olduğu meşru Suriye yönetimiyle anlaşarak herkesin kendi memleketine gitmesinden başka sorunun çözüm yoktur. Türkiye kimsenin yol geçen hanı olamaz, olmamalıdır. Hem onlar kendi doğup büyüdüğü yerlere gitmeli hem de Türk vatandaşları fabrika ayarlarına dönerek kendi topraklarında kendi kültürüyle yaşamaya devam etmelidir.
Gelinen son durumda hükümetin Suriye politikasının yanlış olduğunu yıllar önce haber veren Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız yine haklı çıkmıştır. Haydar Hocamız; Arap Baharı adı altındaki oyunun bölgedeki İslam ülkelerinin işgali ile sonuçlanacağını, Suriye halkının bir şekilde ülkelerinden göçe zorlanarak İsrail’e alan açılarak bölgede Büyük İsrail Devletinin kurulacağını, İktidar sahiplerinin bu işte piyon olarak kullanılacağını her platformda dile getirmişti. Siyasi irade ve yandaşları Haydar Hocamızı duymak istemedi. Duyanlar da bu çığlığı başkalarına taşımadı.
Gerçeklerin mutlaka meydana çıkmak gibi bir huyu oldu için bugün gerçekler bütün açıklığıyla meydana çıkmıştır. Mızrak o kadar büyüdü ki artık çuvalda gizlenemiyor.
Türk Hükümetinin acilen Esad’la masaya oturup, Sayın Erdoğan’ın “Kardeşim Esad dediği” döneme dönmekten başka çaresi kalmamıştır. Elbette bu da kolay olmayacaktır. Her yanlışın bir bedeli vardır. Bölgede dökülen masum insan kanlarının hesabını bu dünyada soran olur mu bilmem ama yüce Allah mahşerde soracaktır. Ama “yanlışın neresinden dönerseniz kârdır” dönemezseniz de her gün zarardır. Vesselam.