Yolunu ve haddini bilmek

“Nefisini bilen rabbini bilir” hadisi şerifi üzerinde çok düşünülmesi gereken çok önemli tespittir. Bazıları bu sözün hadis olmadığını savunadursun. Bu söz anlamına gelen o kadar ayet ve hadis var ki önemli olan vermek istenilen doğru mesajdır.

“Nefsini bilen rabbini bilir” buyruğunun madalyonun diğer tarafından bakınca “Nefisini bilmeyen Rabbini bilemez” anlamı çıkar.

Rabbini bilmeyen neyi bilir ki?

Nefis, Yaratan ile yaratılan arasında imtihanın sır noktasıdır. Nefsin ıslah edilmediği taktirde Allah’ın düşmanı olduğunu, terbiye edildiği taktirde de Allah’ın dostluğunu kazanmakta önemli bir çizgi olduğunu mutlaka idrak etmeliyiz.

Bu çizgi, üzerinde durulması gereken önemli bir çizgidir. Şayet nefisini bilmekle Rabbini bilmek arasındaki bağlantıyı görmezden gelirsek nefsin şeytanla iş birliğinin devamına imkân tanımış, elimizle kendimizi şeytanın tuzağına teslim eder; hem yolumuzu ve de haddimizi bilmekte sıkıntı yaşarız.

İnsana nefisini tanıtmak yolunda, bir insanı kamilin nezaretinde terbiye eğitimini mecbur kılan tasavvufun ilgi sahası olmazsa olmaz bir gerçektir.

“Tasavvufî sülûkün başlangıcında irade varsa da hürriyet yoktur. Mürit, mürşidin delaletiyle seyr-ü sülûk sırasında verdiği şiddetli bir mücadele sayesinde dünya ve nefis bağlarından kurtularak hürriyetini kazanır. Tasavvufî anlayışa göre insanın iradesi daima Allah’ın iradesine bağımlıdır. Hatta bu açıdan sufinin kendi iradesinden söz etmesi bile tasavvufî edeple bağdaşmaz.” (İLAHİYAT 1. SINIF /İSLAM AHLAK ESASLARI /4. ÜNİTE)

Bütün Müslümanların genel problemi tam da budur. Kendi irademizi mürşidin iradesinde yok edip “fenafişşeh” olamıyor ve yol alamıyoruz.

Çünkü nefsimizle şiddetli bir mücadele vermeyip nefsimizle barışık yol almaya kalkıyoruz. Sonra da yol haramileri yolumuzu kesip bizi yolumuzdan ediyor.

Halbuki yol uzun zaman azdır “Fenafişşeyh” ” Fenafirresul” “Fenafillah” makamları gibi seni İmam Ali’ye, Peygambere ve Allah’a götürecek vesilelere sarılmak için önümüzde çok yol var, yolda da haramiler var.

Kur’an-ı Kerim “nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense ziyan etmiştir” (Şems/91: 8-9) buyurarak bu gerçeğe vurgu yapmıştır.

 

Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız da nefisin terbiye okulu olan tasavvuf hakkında şu tespiti yapıyor:

“Kendinin âlimi olması zaruridir. Kendini bilen kişiye arif denir. Cehalet ise insanın varlığından gâfil olması, kendini bilmemesidir. Yunus’ un dediği gibi; “ilim, ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.”

Tasavvuf, insanın gönül yoluyla Allah’a gitmesidir. Buna “seyr ü sülûk” da denir. Seyr, daha evvel bu yolları geçmiş kâmil bir insanın tavassutu ile yapılır. Bir nehri bile vasıtasız geçemeyen insanın, Allah’a vasıtasız ulaşacağını düşünmek muhaldir. Peygamber Efendimiz (s.a.a.) bile Cebrail’e uyarak bunu nefsinde yaşamıştır.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Mûsâ’nın, Hızır ile olan dostluğu bu nükteyi ifade etmektedir.

Yine Kur’an’da, “Vesileye sarılınız” buyuruluyor. İşte bu vesile odur.

Tasavvufta kulun amacı Allah’a vuslat etmektir. Vuslat, mücerret manasıyla Allah’a kavuşmak demektir. (Prof. Dr. Haydar Baş / Dua ve Zikir /Sayfa 553-558)

Ya Rabbi yolunu ve haddini bilenlerden olmayı nasip eyle!

Uğur Kepekçi

Önerilen Makale

Sakın ‘demokrasi’ istemeyin siz de yargılanırsınız

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) ülke çapında il, ilçe olağan kongrelerini son sürat tamamlamaya sonunda da …