Zikrullahın özel ve tasavvufî manası (1)

Bir meselenin iyi anlaşılması için çaba ortaya koymak maksadıyla uzun yazılar yazdığımın farkındayım. Çünkü okunabilir makalenin kısa ve öz olmasının gerektiğini de biliyorum.

Ancak yazılarımızı gönül sohbeti tadında ve anlaşılır kılmak için elimizden gelen çabayı sarf etmeğe kalkışınca, ister istemez yazılar çoğu zaman birkaç gün sürmektedir.

Aslında her makale kendi içinde anlaşılır bir bütünlük arz ettiği gibi takip eden makaleler de esas bütünün parçaları hükmündedir.

Mesela bu yazımız da iki gün sürecek ancak zikrullah konusunda yazılan yazılarımızın esas bütününü tamamlayacağını umuyoruz.

Gerçekten zikrullah konusu bu toplumda tasavvuf erbabının dışında hep farklı algılanmaya ya da farklı algılanmasını temin faaliyetlerine sahne olmaktadır.

İşi delalet ya da ihanet boyutunda ele alanlara sözün kâr etmeyeceğini biliyoruz. Bizim gayemiz hem tasavvuf ehline temel kaynaklarını ortaya koyarak kendini ifade edebilme şansını sunmak, hem de kalbinde hidayet kırıntıları olup gaflet batağında boğulmak üzere olanlara umut ışığı yakmaktır.

Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın bu konuda çok değerli tespitleri vardır. Yine onun şaheserlerine baş vurarak faydalanmaya çalışalım:

Kur’ân-ı Kerim’de zikir ve zikir kelimeleri, yetmiş sure ve ikiyüzellialtı yerde geçmektedir. Bu âyet-i kerimelerden birkaçı şöyledir:

“Rabb’inin ismini zikret, yalnız O’na yönel” (Müzemmil/8)

“Rabbini, gönülden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma. (A’raf/205)

“Haberiniz olsun ki; kalpler, ancak Allah’ı zikirle (yatışır, sakinleşir) tatmin olur.” (Ra’d/28)

“Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin. ” (Ahzâb/41)

“Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman, ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde iken, Allah’ı zikrediniz.” (Nisâ/103)

“Ben’i zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim.” (Bakara, 2/152)

Bütün bu açık delillerden sonra, bütün ibadetlerin özü olan zikrin inkârı şöyle dursun; kul için zikrin bir vecibe olduğundan şüpheye düşmek, iz’an ve akıl sahibi mü’minler için mümkün değildir.

Şöyle bir düşünce de yanlış ve çok tehlikelidir: “Zikretmekten maksat; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, Kur’ân okumaktır. Bunların dışında özel bir şekilde belirli zamanlarda, belirli virtleri, belirli sayılarda tekrarlamak şeklindeki zikir yapma uygulaması bid’attır.”

Böyle bir düşünce Kitap, Sünnet, İcmâ-i Ümmet önünde batıldır ve İslam’ın bidayetinden günümüze kadar yaşanmış, sonuçları açıkça görülmüş hatta tarihin hayır hanesine yazılmış olan hadiselerde en büyük katkının sahibi olan tasavvuf ve tasavvufî hayatla asla bağdaşmaz.

Yukarıda mealini verdiğimiz A’raf sûresinin 205. âyet-i kerimesinde geçen “yüksek olmayan bir sesle” tabiri zikre özel bir tarz tarif etmekte, “sabah ve akşam ‘dan söz edilmekle de bu özel zikir için günün faziletli saatleri belirtilmektedir.”) Prof. Dr. Haydar Baş / İslam ve Mevlâna / Sayfa 192-195) (Devam edecek)

Uğur Kepekçi

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …