Terör devleti olduğunu her fırsatta ispatlayan İsrail, günlerdir Filistin halkına soykırım uygulamaktadır. Dünyanın her yerinde vicdan sahibi bir avuç insan kendilerince bir tepki ortaya koymaya çalışarak meydanlarda pankart açıyor slogan atıyor. Bazı devletler de sözde kınama mesajlarıyla yapılan katliama seyirci kalıyor.
Asıl tepki koyması, çeşitli yaptırımlar uygulaması mümkün olan küçüklü büyüklü sözde Müslüman devletler ise sadece sembolik kınamalarla bilinen tiyatrolarını oynuyorlar.
En çarpıcı tepkiler sosyal medya üzerinde yapılmaktadır. Takipçilerine şu kadar şu duadan okursanız bir gecede İsrail deprem olmuş gibi yerle bir olarak helak olacaklarmış. Kendimce dini bütün biri olmama rağmen bu konuda şahsıma yollanan çok sayıda mesajı dikkate bile almadım.
Elbette kendimce dualar yapıyorum, zulme uğrayanların acılarının azalması için Allah’tan yardım talep ediyorum. İsrail’e ve dostlarına gece gündüz lanet okuyorum. Ancak asıl yapılması gerekenlerin bunlar olmadığını da çok iyi biliyorum.
Değerli dostlar elbette yüce Allah kulunun dua etmesini istiyor ama duanın şekli ve zamanı konusunda insanlar yanılgı içinde kalıyorlar.
Dua, fiili ve kavli dua denen (sözle yapılan dua) şeklinde ikiye ayrılır. Her birinin şekli ve zamanı farklıdır. Şöyle izah edelim: Tarlaya tohumu ekmek, zirai mücadelesini yapmak; sulamak, korumak bunlar fiili duadır. Zirai olarak yapılması gerekenleri yerine getirdikten sonra afetlerden korunması için ve ürünün bereketli olması için sözlü dua bundan sonra başlar.
Fiili dua olan tarlaya tohumu atmadan tarlanın başında gece gündüz dua okusanız Allah size o tarladan (gücü kudreti yetmesine rağmen) bir avuç ürün bile vermez. Çünkü neyin nasıl olacağını kurallara bağlayan Allah’ın sünnetullah denen kendine koyduğu kuralları vardır. Allah’ı kendi kurallarını dualarla çiğnemeye zorlayamazsınız.
Siyasi, ekonomik, askeri ve sivil bir savunma, korunma, birlik, beraberlik sağlamadan yapılan zulmün durdurulması mümkün değildir.
Terör uygulayan devletlerin durdurulması, onlarla mücadele yapması gerekenler, devletler olmalıdır.
Burada önümüze bir başka gereklilik çıkmaktadır. O da sivil halkın kendini yönetecekleri seçerken iç ve dış politikadaki fikrini de dikkate alması şarttır. Seçtikleri yöneticilerin kime dost kime düşman oldukları, kimlerle müttefik olacakları bilinmeli ve ona göre seçim yapılmalıdır.
Yıllardır dinlerarası diyalog çalışmalarında Yahudi ve Hristiyanlarla omuz omuza faaliyetler yürüten, her fırsatta onların elini güçlendiren, kilise ve havralar açanlar, yabancılara toprak satanlar, asla bunlarla mücadele edemezler. Gerekli tepki ve eylemleri yerine getiremezler. Çünkü onlar birbirilerinin dostudurlar…
Kendini Müslüman kabul edenler seçim zamanı oylarını kullanırken Yahudi ve Hristiyan’ı dost edinmeyecek kimseleri seçmeleri bir zarurettir.
Yüce Allah Kur’an’ı kerimde Mâide suresi 51. ayette bizleri onlarla dost olmamamız konusunda uyarmıştır: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.”
İsrail ve Amerika gibi Müslüman kanını içmekten zevk alan Yahudi ve Hristiyan devletler dün de bugün de bellidir. Bu devletlerle müttefik olmak, onların arzusuna göre tavır sergilemek Müslümanlara asla fayda sağlamayacaktır.
Bu sebeple diyoruz ki zulme karşı mücadele ve direniş sandıkta başlar…