İslâm tarihinde çok önemli bir yer teşkil eden Akabe Biatlarının ikincisi, Hz. Muhammed’e peygamberlik verildikten 13 sene sonraya rastlar. Birinci biatın yapıldığı yerde ve tam bir yıl sonra yapılan 2. Akabe Biatının gelişimini Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın esrinden aktarmaya devam edelim:
Bi’set’in 13. senesi Hac mevsiminde Mus’ab b. Umeyr Hazretleri, ikisi kadın olmak üzere 75 Müslümanla birlikte Mekke’ye geldi.
Temsilci grup Allah Resulü ile görüştü ve teşrik günlerinin ortasında Akabe’ de toplanmaya ve gecenin geç saatlerinde yapılacak bu toplantının gizli tutulmasına karar verildi. Günü geldiğinde de belirlenen yerde buluştular. Hz. Peygamber, toplantı yerine henüz Müslüman olmamış olan amcası Abbas ile geldi. İlk sözü alan Abbas, Hz. Peygamberin bir anlaşma yapıp Medinelilerle olmak istediğini; verdikleri sözü tutmak ve Peygamberi her tehlikeye karşı korumak hususunda kesin bir karara sahip olmalarını; şayet bunu yapamayacaklarsa şimdiden Allah Resulü’nü yalnız bırakmalar gerektiğini belirtti.
Bu sözler üzerine Medineliler; “”Ya Resûlullah; kendiniz nâmına, Allah nâmına istediğiniz andı alın; biz her şeye hazırız” dediler.
Onların bu gönül açışları ve teslimiyetleri, Allah Resûlü’ne derinden tesir etmişti. Senelerdir dışlanan, çile çeken Âlemlerin Efendisi, artık sırtını dayayacağı samimi, gönül ehli insanları bulmuştu.
Dava, bu mübarek insanların yardımıyla izzetini gösterecekti. Hz. Peygamber biraz Kur’an okuduktan sonra; “Kadınlarınızı ve çocuklarınızı nasıl koruyorsanız, Beni de öylece korumak üzere size elimi veriyorum” dedi.
O an öylesine güzel bir manevi hava oluşmuştu ki, Allah Resulü ile Medineliler sanki tek cesette 75 tane ruh olmuşlardı. Allah Resulü’nü kucaklayışlarında, kalplerinde zerre kadar hesap, zerre kadar pürüz, zerre kadar perde yoktu.
Nitekim ilk biat eden, namazda Kudüs’e değil Kâbe’ye dönmekte ısrar ettiği ve fitneye vesile olduğu için Allah Resulü tarafından ikaz edilmiş olan Berâ b. Ma’rûr olmuştu.
Aşkın girdiği yerde, kir ve pasın zerresi bulunabilir miydi?
Aşk öyle bir erdirici sırdır ki; aşıkı ötelerin ötesine götürür, hasretin ötesinde hasret yaşatır. İşte sahabeler, o an bu sırra ermişlerdi.
Allah Resûlü’ne sahip çıkmanın getireceği çileler, sıkıntılar, eziyetler, yokluklar… Hepsi silinmişti gözlerinden; bir nokta gibi olmuştu; hatta o kadar bile değildi. Onlar, o an ötelerin ötesini gözlüyor, düşünüyorlardı. Düşündükleri tek şey, Allah Resulünden ayrı düşmekti. Bu korkuyla Ebu’l-Heysem (r.a.) ayağa kalkıyor ve; “Biz bunu yaptıktan sonra, Siz de Allah’ın inayeti ile muvaffak olunca, bizi bırakıp kendi kavminizin yanına döner misiniz?” diyordu.
Hz. Peygamber gülümseyerek cevap verdiler; “Kanım sizin kanınızdır. Siz Bendensiniz; Ben de sizdenim, kiminle döğüşürseniz, Ben de onunla harp ederim. Kiminle sulh yaparsanız, Ben de onlarla sulh yaparım.” Bunun üzerine herkes biat etti. Biat tamamlanınca Hz. Peygamber, içlerinden 12 kişiyi nakib (temsilci) olarak seçmelerini söylediler. Onlar da üçü Evs, dokuzu da Hazreç kabilesinden olmak üzere nakibleri seçtiler. Hepsi de Allah Resûlü’ne, “Darlık ve genişlikte, her halükârda itaat etmeye, sözün ancak doğrusunu söylemeye ve Allah yolunda herhangi bir muahezeden korkmamaya” söz verdiler.
Seçilen on iki kişi, Müslüman olmuş on iki kabilenin reisiydiler.
Nükte: Dikkat edilirse, ilk Akabe biatında olduğu gibi, Allah Resulü, sadece İslamiyet’e dair bazı esasları tatbik üzere biat almadılar. İkinci Akabe’de; el ele gönül gönüle verip; gerçek mânâda kardeş olup, yek-vücut olarak, İslam’a yöneltilen her nevi saldırılara set olma yolunda biat aldılar. Sahabiler mallarıyla, evlatlarıyla, canlarıyla; kısacası her şeyleriyle kendilerini Allah yoluna vakfettiler; Cennet ve Cemâlullah karşılığında. (Prof. Dr. Haydar Baş, Rahmetenlilalemin Hz. Muhammed, Temmuz 2011, 1. Cilt, Sayfa 325-327)