İçindekiler Tablosu
16’NCI AFYONKARAHİSAR BTP GENÇLİK KAMPI 2
MİLLİ EKONOMİ MODELİ VE SOSYAL DEVLET MİLLİ DEVLET. 3
İDEAL TÜRK GENCİ NASIL OLMALIDIR?. 6
İDEAL TÜRK GENCİ “FUNDAMENTALİST DEĞİL DİNDAR OLMALIDIR”. 6
İDEAL TÜRK GENCİ “IRKÇI DEĞİL MİLLİYETÇİ OLMALIDIR”. 7
İDEAL TÜRK GENCİ “MANDACI DEĞİL BAĞIMSIZLIK YANLISI OLMALIDIR”. 8
YIKILMAZ KALE İCMAL GENÇLİĞİDİR. 9
İCMAL DERGİSİNİN DAVA BİLİNCİ EĞİTİMİNDEKİ ROLÜ.. 10
PROF. DR. HAYDAR BAŞ HOCAMIZDAN SONRA YAŞANANLAR. 12
BTP GENÇLİK KAMPLARININ MAKSADI 13
DAVA ADAMI VE DAVAYA SADAKAT. 14
BTP GENÇLİK KAMPINDA SAHNE ALAN GENÇLİĞİN MİMARI PROF. DR. HAYDAR BAŞ’TIR. 16
PROF. DR. HAYDAR BAŞ’LA BİRLİKTE OLUNCA NELER YAŞARDINIZ?. 17
İMAN VE İNSAN TEZİNİN TEMEL UNSURLARI 20
KÂMİL İMANIN İKİ BOYUTU; AKIL VE KALP. 22
İMAN VE İNSAN TEZİNİN DAYANAK NOKTALARI 26
ARAYIŞ VE KUTSAL HASRET GERÇEĞİ 26
İMAN VE İNSAN TEZİNİN İKİNCİ DAYANAK NOKTASI İSLAM GERÇEĞİ 28
BTP GENÇLİK KAMPI ANALİZİNİN SONUÇ BÖLÜMÜ.. 29
BTP gençlik kamplarının ana gayesi, Çağın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın hizmet edip kendi çağdaşlarına “İman ve İnsan” tezinin dava bilincini yerleştirmesi konusunda ortaya koyduğu çabalar ekseninde bir analiz hazırlamak istedik.
Yazdığı eserlerde, televizyon konuşmalarında, gazete ve dergi makalelerinde, yaptığı siyasi ve kültürel bütün çalışmalarında çağdaşlarına bir ölçü vermeye çalışmıştır.
Dava ehli ve seçilmişler görevli oldukları işleri yapmak için karşılarına çıkan bütün zorlukları aşmak, çağının insanına ölçü vermek zorundadırlar. Onlara yakın olan insanlar onların ne kadar fedakârlık yaptıklarını ne kadar çileye muhatap olduklarını ne büyük bir imana sahip olduklarını görür ve şahit olurlar.
Bu bilgiler ışığında gençlik kamplarının gayesi ve sosyal hayattaki yansımalarını ele alırken dava bilinci hakkında hazırladığımız analizimize başlıyoruz. Allah’ın rahmetine, Peygamberimizin, Onun Ehl-i Beyt’inin ve Onun yolunda seçilmiş olanların şefaatine talip olarak başlayalım.
16’NCI AFYONKARAHİSAR BTP GENÇLİK KAMPI
Bu yıl Afyonkarahisar’da 1-3 Ağustos tarihleri arasında 16’ncısı gerçekleştirilen gençlik kampına katıldık. Ebedi Genel Başkanımız, fikir ve gönül mimarımız merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız tarafından yıllar önce başlatılan gençlik kamplarının en büyük özelliği gençlerin aileleriyle birlikte katılım sağlayarak eski ve yeni kuşağın bir noktada buluşmasını sağlamaktır.
Bu kamplar sayesinde eski, yeni kuşak ayrışmasının önüne geçilmekte toplumsal bir ölçü verilmeye de çalışılmaktadır. Türk milletinin en çok muhtaç olduğu ve Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın değer verdiği birlik ve beraberlik temin edilmektedir.
Türkiye’nin hemen her yerinden geleneksel gençlik kampına gelen aileler ve gençler arasında Alevi’si Sünni’si, Kürt’ü Türk’ü gönül gönüle sevdalara dönüşen birliktelikler sağlayarak toplumu ayrıştırmaya çalışanlara en güzel mesajı vermektedirler.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın “siz bu toplumun sigortasısınız, birlik ve beraberliği siz sağlayacaksınız, bu milletin umudu sizler olacaksınız” tespitlerinin haklılığını görerek yaşıyoruz Elhamdülillah.
BTP Gençlik Kampı ile alakalı geniş bir analiz yapacağız inşallah. Çünkü bu kampta yapılan konuşmalar, yapılan eğitim seminerleri gençler ve onların ağabeylerinin ortaya koydukları fikirler Prof. Dr. Haydar Baş Hocalarından aldıkları eğitimin ürünleriydi.
MİLLİ EKONOMİ MODELİ VE SOSYAL DEVLET MİLLİ DEVLET
Çağın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız Türk Milletinin birliğini temin etmek için asker-sivil, devlet-millet bütünlüğünü korumak adına ömrünü tüketmiştir. Onu sağlığında Türkiye’de anlayanlar pek az oldu ama bir dünya onun fikirlerinden istifade etmek için adeta birbiriyle yarıştılar.
Başta Rusya olmak üzere neredeyse bütün devletler onun fikirlerinden esinlenerek parça parça da olsa Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Milli Devlet projelerinden ilham aldılar. Anlayabildikleri ve uygulayabildikleri kadar toplumda refah seviyesi arttı.
Ancak istenen başarıyı tam olarak elde edemediler. Çünkü Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Milli Devlet projeleri içerisinde bulunan her uygulama bir bütünün parçaları gibi olduğundan bütünlük sağlanamadığı için istenen başarı elde edilemedi.
Sistemi basit bir dişli sistemi olarak ele alacak olursak gücü ya da hareketi birbirine aktaran dişlilerden birinin eksik olması o dişli sistemin çalışmasına engel olur. Eksik olan dişli, sistemin en küçük dişlisi olsa bile sistemden istenen başarı elde edilemez.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız defalarca şu ifadeyi kullanırdı:
“Ben bu sistemi milletim için yazdım. Bunu benden ve kadromdan başka kimse uygulayamaz. Benden izin almadan sistemi kısmen uygulamaya kalkışanlar eline gözüne bulaştırır. Yarar yerine zarar görür. Sistemi uygulamak isteyen benden ya da kadromdan bilgi almalı. Benim kadrom, sadece Türkiye’yi değil dünyayı yönetecek kabiliyete sahiptir.”
Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Milli Devlet projeleri insanı esas alan “önce insan” parolasıyla yola çıkılan “iman ve insan” davası olarak adlandırılan eğitimin, yolculuğun adıdır. Burada dikkat çekmek istediğimiz, uygulamak istediğiniz bir hareketi ya da sistemi hayata geçirecek kadronuz olmadığı taktirde o sistemin doğal olarak başarılı olması imkansızdır.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın her fırsatta önce sistem mi insan mı konusunda verdiği bıçak örneği ne demek istediğimizi izah etmektedir: “Bir bıçak kasabın elinde rızık temin eden alet. Doktorun elinde tedavi eden can kurtaran bir alet, katilin elinde can alan bir alettir. Sorumlu olan eldeki bıçak değil bıçağı kullanan iradedir.”
Tasarladığınız bir hareketi ya da sistemi uygulamaya geçirmeden önce mutlaka o sistemi uygulayacak insanlardan oluşan kadronuzu yetiştirmek zorundasınız.
Dünyada uygulama sahasında bulunan bütün sistemlerin aksaklıkları ya da sistemin insanlara huzur, barış, zenginlik, birlik ve adalet getirmemesi de bundandır. Yani sitemi uygulayacak insanın eğitimi ihmal edilmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın genç yaşlı demeden fertten topluma eğitim projesinin önemi tam da burada meydana çıkmaktadır.
Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra Mescid-i Nebevi avlusu içerisinde ashabından bir grubu 10 yıl bizzat ilgilenerek yetiştirmesinin sebebi uygulamak istediği sistemi uygulayacak insanı yetiştirmektir.
Bu yıl 16’ncısı Afyonkarahisar da düzenlenen gençlik kampını değerlendirmeye başlamadan önce sistemi uygulayacak insanın fikir ve gönül olarak yetiştirilmesinin önemine değinmek için bu girişi yapmak istedik.
ÖNCE İNSAN MI SİSTEM Mİ?
Sistemleri uygulayacak, insana huzur verecek, insanca yaşamasına zemin oluşturacak adil paylaşımı sağlayacak olan insanın kendisi olduğuna göre insan meselesini halletmeden hiçbir sorunu halledemeyeceğimiz hakkında tespitler yapmıştık.
Şimdi de sistemden önce insanın yetiştirilmesini savunan Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın şu muhteşem tespitini aktaralım: “Siz ne kadar mükemmel nizam yaparsanız yapın, onu hayata geçirecek olan mükemmel insanı yetiştirmediğiniz sürece bütün sistemleriniz yok olmaya mahkûmdur.”
Bu bölümde de özlenen gençliğin yetiştirilmesi için mutlak manada doğru ölçülerin insana verilmesinin şart olduğuna sistemden önce insanın yetişmesi gerektiğine değineceğiz.
Elbette sistemlerin devamlılığını sağlamak için davaların sürekli olarak gençliğe emanet edilmesine dikkat etmek lazımdır. İnsan doğar, büyür ve sonunda ölür. Davaları ölümsüz kılmanın yolu, onu gençliğe emanet etmektir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yıkılmış yok olmuş parçalanmış bir imparatorluktan sonra meydana getirmeye çalıştığı Türk medeniyetini yeniden diriltmek görevini Türk gençliğine emanet etmiştir. Bu sebeple ideal bir yapıyı oluşturacak gençlik de büyük bir ideal sahibi olmalıdır.
Hiçbir ulus başka milletlerin inanç ve kültürüyle kendi medeniyetini inşa edemez. Göstermelik ve geçici bir oluş sağlam temeller üzerine bina edilemediği için kalıcı da olamaz.
Kokuşmuş ve denenmiş sistemlerin insanlara mutluluk getirmediği ayan beyan meydana çıktığına göre Türk milleti kendi medeniyetini kendi inanç ve kültür temeli üzerine bina etmek zorundadır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk kurduğu cumhuriyeti gençlere emanet ederken şu ifadesiyle onlara yüce bir ideal ve görev vermiştir: “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet’i biz kurduk, O’nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.”
İnşa edilecek bir yapının temel taşlarından tutun da en ince ayrıntısına varıncaya kadar bir ölçü dahilinde olması o yapının sağlamlığıyla da doğru orantılıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş, sistemlerin, mekânların, eşyanın ancak imanlı bilgili ve donanımlı insanın elinde hayat bulacağına, maddeyi imar edecek şahsın öncelikle ela alınmasına olan inancıyla yola koyuldu.
Türk’ün tahrip olmuş medeniyetini yeniden inşa etmeye talip olan Çağın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş çalışmalarının merkezine insanı almış ve “önce insan” parolasıyla işe koyulmuştur
İnsanı yetiştirmeyen, insanı merkeze almayan hiçbir görüşün, hiçbir sistemin başarıya erişemeyeceğini tahlil edip, tedavi ve çözümünü de ortaya koyan, ömrünü “iman ve insan” davasına adayan Çağın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş, ideal bir Türk gencinin portresini çizerek önce örnek insanın vasıfları, sonra yetişmesi sonra başarı elde edilebilmesi için mükemmel bir hedef ölçüsüyle yola çıktı:
“Maddeye esir olmayan, maddeyi esir alan, Hak için madde hakimiyeti kuran bir dünya, özellikle bir nesil bekliyoruz”
İDEAL TÜRK GENCİ NASIL OLMALIDIR?
Prof. Dr. Haydar Baş’ın istediği bu gencin fikir yapısı, inancı ve kültürüyle bir bütünlük arz etmesi için ideal Türk gencinin vasıflarını şöyle tarif etmiştir:
“İdeal bir Türk genci: Fundamentalist olmayacak, dindar olacak. Irkçı değil Milliyetçi olacak. Mandacı değil Bağımsızlık yanlısı olacak”
İDEAL TÜRK GENCİ “FUNDAMENTALİST DEĞİL DİNDAR OLMALIDIR”
Fundamentalizm: “Dini inanış içerisinde, sosyal hayat şeklinden düşünce şekline varıncaya kadar ilk çağlarda yaşanan din anlayışını esas kabul eden, kendinden başka hiçbir fikri kabul etmeyen, dinle siyaseti iç içe gören, fikrini başkalarına bu şartlarda kabul ettirmek isteyen”, görüş anlamında kullanılan yabancı kökenli bir anlayıştır.
Bu görüş sahipleri dini şekilsel objelerle, kıyafet ve tavırlarla yaşamayı kabul edip, başkalarının kendilerine bakışlarını dikkate almazlar. Yaşadıkları çağın gereği olan yaşamsal özelliklerden, teknolojik gelişmelerden dahi uzak durarak sözde dindarlık iddiasında bulunurlar.
İslam dinini kabul ettiği halde, fundamentalist anlayış sahipleri, Peygamberimizin; “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyruğunu gözden kaçırıp şekilsel özelliklere takılırlar. Sakal, sarık, cübbe, takke, tespih vs. gibi şekilsel objelerle dikkat çekerler.
Hâlbuki İslam’da haram-helal çerçevesi içerisinde kalmak şartıyla, giyim-kuşam, alışveriş, davranış ve yaşayış şekillerinde; yaşanılan bölge, belde ve kültürel farklılıklara açık bir anlayış vardır. Bunun aksini düşünmek zaten akılla bağdaşmaz.
Soğuk bir beldede yaşayan birinin Peygamberin kıyafet, sosyal yaşamını, beslenme kültürünü ve renklerini taklit etmek gibi bir düşüncesi olamaz.
Öyleyse İslam’ın fundamentalist dünya görüşüyle alakası yoktur. Müslümanlık, akla ve mantığa uygun; tevhit inancını esas alan, adalet, ahlak ve kültür birliğini, tamamen güzel ahlaklı bir hayatı savunan anlayışa sahiptir.
Bunu güzel bir lisanla Yunus Emre şöyle tarif eder: “Dervişlik hırka ile taç değildir, gönlünü derviş eden bunlara muhtaç değildir” (Dervişlikten kasıt, Allaha güzel bir kul olmaktır.)
İDEAL TÜRK GENCİ “IRKÇI DEĞİL MİLLİYETÇİ OLMALIDIR”
İnsanın yaratılıştan gelen hiçbir özelliğiyle başkalarına üstünlük iddiasında bulunmasının dayanağı yoktur.
Çünkü dünyaya gelen bir kişinin anne babasını, cinsiyetini, vücut yapısını, kan grubunu, göz rengini, boyunu, tenini, ırkını, bölge ve beldesini seçme şansı yoktur. Bu sebeple de kendinde bulunup başkasında bulunmayan hiçbir özellik onun gurur kaynağı da olmamalıdır.
Cahil toplumlarda gelişen hastalıklı bir fikir olarak bazı ırklar kendi ırklarını diğer ırklardan üstün görmüşler. Irklar arasında çeşitli aşağılamalar ve çatışmalar meydana gelmiştir.
Cahiliye adetleri olsa bile hala dünyada her toplumda bu hastalıklı görüşün temsilcileri var olup kendi ırkını başkalarına üstünlük olarak görebilmektedir.
İslam bu görüşü temelden reddeder. Üstünlüğün takvada olduğunu emreder. Hucurat suresi 13. ayet-i kerimede yüce Allah; “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.”
Peygamberimiz (s.a.a.) de Veda Hutbesinde ırkçılığın reddi konusunda son noktayı koymuştur:
“Ey insanlar! İyi biliniz ki muhakkak Rabbiniz birdir ve babanız da birdir. Bakınız, iyi kulak veriniz ne Arap’ın Acem’e ne Acem’in Arap’a ne beyazın siyaha ne de siyahın beyaza herhangi bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır.”
İDEAL TÜRK GENCİ “MANDACI DEĞİL BAĞIMSIZLIK YANLISI OLMALIDIR”
Bağımsızlık, bir devletin kendi bayrağı, kendi inancı, kendi kültürü, kendi parası, kendi kendine yeter bir yönetim şeklini kendi belirlemek, benimsemek ve egemenlik haklarının sonuna kadar kendi elinde olması anlamındadır.
Tük milletinin karakterini bir cümleyle izah eden Merhum Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Türk milletinin karakteri bağımsızlıktır” ifadesinin altını çizmiş ve bir ömür, bunu hayata geçirmek için çaba ortaya koyarak işgal olmuş bir milleti esaretten kurtarmakla kalmamış; sömürülen ve işgal edilen milletlerin gönlünde bağımsızlık meşalesini yakmıştır.
Atatürk, manda ve himaye isteyenlere rağmen; işgal kuvvetlerine karşı başlattığı kurtuluş mücadelesindeki verdiği kararını Nutuk da şöylece dile getirmiştir:
“Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu: Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Hâlbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde ya istiklal ya ölüm!
İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!
Peki efendim. Öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?
Şu farkla ki, istiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.” (NUTUK)
Milli benliğin korunması ve geliştirilmesi hakkında Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’taki farklı bir ifadesini aktaralım; “Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Dünyanın milletlerarası durumuna göre, böyle bir savaşın gerektirdiği ruhî unsurlar ile donanmış olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur.” (TBMM 1 Mart 1922).
Bağımsız Türkiye Partisi Ebedi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Milli Ekonomi Modeli” ve “Sosyal Devlet Milli Devlet” projeleriyle, milli para kavramıyla; milletimizi dışa bağımlılıktan kurtarmak, kendi ayaklarımız üzerinde durabilmemizi sağlamak, gelişmemiz ve milli benliğimizi tekrar kazanmamız için verdiği mücadeleyi şükranla anıyoruz.
Arzulanan bu gençlik, aileden başlayan ciddi bir eğitimi gerektirir. Aileden alınan ilk bilgiler okullarda sitemli bir hale gelir. Bundan sonra yapılacak iş öğrendikleri bilgileri hayat laboratuvarı manasına gelecek belli ortamlarda uygulamaya kalmaktadır.
BTP’nin Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Milli Devlet sistemini uygulayacak insanı yetiştirme adına yürüttüğü faaliyetler arasında gençlik kamplarının önemi büyüktür. Bu kamplarda 4 kuşak bir araya gelmektedir. Dede, baba, evlat, torun aynı çatı altında birkaç gün bir araya gelerek fikir ve gönül etkileşimi sağlanmaktadır. Davanın kuşaktan kuşağa devamını sağlamak için bu uygulama önem arz etmektedir.
YIKILMAZ KALE İCMAL GENÇLİĞİDİR
Dünya sahnesinde 600 yıl egemenlik kuran, dünyanın her yerine medeniyet, barış ve adalet götüren Osmanlının son dönemleri kaybedilen savaşlar, dış borçlanmalar yanlış tutum ve davranışlar sayesinde işgallerle geçmişti.
Yok olmuş, parçalanmış ve yanmış bir imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devletini gençlere emanet ettiğini izah ettik.
Yıkılmak ve parçalanmakla her an karşı karşıya olan harici ve dahili düşmanların sürekli tehditliyle karşı karşıya kalan Türkiye Cumhuriyeti Devletini korumak kollamakla görevlendirilen İdeal Türk gencinin nasıl olması gerektiği hakkında Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın tespitlerinden oluşan kısa bir analizi de aktardık.
Prof. Dr. Haydar Baş yetiştirdiği gençliğe olan inancını belirtmek adına kullandığı “benim yıkılmaz kalem icmal gençliğidir” ifadesi sıradan kullanılmış bir söz ve iddia değildir. Hakikatin ta kendisidir.
Çünkü bu gençliğin temellerini atan, eğitim ocağında gençlerin yetişmesini sağlayan ve hayırlı meyveleri olarak toplumun her kesiminde, milletine hizmet eden bir kadro yetiştiren kendisidir. Bu kadro dünyasını ahireti için yaşayan ve dünya ahiret dengesini kurabilen kutlu bir kadrodur.
İCMAL DERGİSİNİN DAVA BİLİNCİ EĞİTİMİNDEKİ ROLÜ
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın eğitim ocağı olan İcmal Dergisinin ve İcmal Gençliğinin temellerinin nasıl atıldığını ne gayeyle basım ve dağıtımının yapıldığının hikâyesini anlatayım size:
Haydar Hocamız 1983 senesinde bir grup eğitimci arkadaşıyla bir istişare toplantısı yaparlar. Hocamız arkadaşlarına şöyle bir konuşma yapar: “Milletin gittikçe dini ve milli değerlerinden koptuğunu görüyoruz. Şayet bu konuda önemli tedbirler alınmaz ise ilerde ne devlet ne millet ne de din diye bir şey kalmayacak. Ben bir dergi çıkartmak istiyorum. Gerekli bilgi ve donanıma sahip insanlarız. Bu bilgilerimizi halkımıza derli toplu bir şeklide sunmalıyız.”
Dava arkadaşlarıyla fikir olarak anlaşıyorlar ve bin bir çile ve imkânsız şartlarda imkân sağlayarak İcmal Dergisi yayın hayatına başlar.
Derginin dağıtım işini belde belde, sokak sokak, dolaşarak yazılardaki nükteleri anlatarak pazarlayan gönül erleriyle toplumda İcmal Gençliğinin ilk tohumları atılmış oldu.
Gelelim elden ve gönüllü dağıtım meselesine: İcmal Dergisi sıradan bir dergi değildir. Ağzı dualı, ilim, fikir ve gönül adamları tarafından kaleme alınan yazıların satılmasından çok okunmasını sağlamaktı vazife…
Bu konuda eğitim alan gençlerden biri de bendeniz olduğum için yaşadıklarımı aktarıyorum:
Dergi elimize ulaştığı an önce biz gönüllü dağıtıcılar okuruz. Dağıtıma çıktığımızda bu bilgileri anlatırız. Dergiyi bazı kişiler alır, bazı kişiler de dergi almaz ama bilgiye ulaşmış olur. Bu dağıtımın iki maksadı vardır.
Birinci maksadı: Öncelikle hiçbir çıkar düşünmeden Allah’ın davasını dava edinecek kişinin kendi nefsinin terbiye edilmesidir. Kapı çalmak kolay değil, alan olur almayan olur, seven olur, döven olur, çay içirip saygı duyan olur, kovan olur. Buna tahammül etmek yürek ister. O yüreğin sahibinin nefsini ayaklarının altına alması gerekir. Böylece genç hem nefis terbiyesi hem de İcmal mektebinde eğitim almış olur.
İkinci maksadı: Bilginin dilden dile inanmış, ağzı dualı kişiler tarafından muhataba ulaşmasını sağlamaktır. Bu sayede bilgiyi sunan ile muhatabı arasında gönül bağları kurulmasını, insan-ı kâmil gerçeği ile tanışmasını, irşadına vesile olacak nasiplilerin nasibi ile buluşturulmasını sağlamaktır. Yani İcmal mektebine öğrenci aramaktır.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın milli ve dini bütünlüğü esas alan; Allah’a Peygamber’e, Ehl-i Beyt’e, bayrağa, sancağa, milletine, devletine sevdalı; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Hünkâr Hacı Bektaş mayasıyla kurduğu Cumhuriyetin bekçileri nesiller yetiştirmesinde vesile kıldığı eğitim ocağının adıdır. “İcmal”
Bu sebeple Haydar Hocamızın tespiti; “Türkiye’nin yıkılmaz kalesi İcmal Gençliğidir.” içi dolu, hakikatin ta kendisidir.
Bizler de hakkı sahibine teslim etmek adına Çağın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ölmez fikirlerinden bir demet de olsa değerli dostlarımızla paylaşmakla onurlandık.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız, özlediği ve beğendiği bu gençliğin ekilen bir fidanın ulu bir çınara dönmesi gölgesinde bir milletin gölgelenebilmesi için belli bir aşamadan sonra siyasi bir partiye dönüşmüştür.
Bu fikirler Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) çatısı altında kadrosuyla lideriyle emin adımlarla yoluna devam etmektedir. Analizimize başlarken “Önemli olan sistem mi insan mı?” makalesinde izah etmek istediğimiz sistemleri ayakta tutacak ve uygulayacak olan insanın kendisi olduğunu izah etmiştik. Sistemi uygulayacak insanı yetiştirmediğiniz taktirde adı ne kadar yüce ve mükemmel olan sistem olursa olsun bir anlam ifade etmeyecektir.
Bu bilgiler ışığında Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) mücadelesinin sıradan bir mücadele olmayıp Türk Medeniyetini yeniden inşa etme faaliyeti olduğunu anlıyoruz. Özellikle içerden ve dışardan bazı güçlerin Hüseyin Baş ve kadrosunun Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) hareketini engelleme faaliyetleri asla iyi niyetle izah edilemez. Bu kutlu davada emek ortaya koyanların Allah yar ve yardımcısı olsun. Amin.
PROF. DR. HAYDAR BAŞ HOCAMIZDAN SONRA YAŞANANLAR
Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın vefatıyla birlikte Bağımsız Türkiye Partisi’nin siyasi ve kültürel faaliyetlerinin dağılacağını bekleyen iç ve dış mihraklar hocamızın hemen vefatından sonra birçok ayrılıklar ve fitne faaliyetleri tezgahladılar. Buradaki tezgahın ana gayesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ölümsüz fikirlerini öldürmek ve onun emanet ettiği Bağımsız Türkiye Partisi davasını yok etmekti.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın emanetine sahip çıkmak için beklenecek duracak zamanın kayıp zaman olacağını, onun davasına zarar vereceğini bilen onun güzide kadrosu MYK üyelerinin tamamının oyuyla Av. Hüseyin Baş’ı Genel Başkan olarak seçtik.
Bu seçim bazı aklı evvellerin dediği gibi babadan oğula bir değişim değil liyakatin ve gönüllüğün esas alındığı en doğru bir karardı. Gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz ki bu kutlu davaya hamallıkta liderlik edecek Hüseyin Baştan daha başarılı ve daha zeki birini göremiyorum.
Hüseyin Baş’ın, Ebedi Liderimiz Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın hizmet kurumlarının tamamını kuşatan bir vizyon ve zekaya sahip olması hem camiamız hem davamız hem ülkemiz için büyük bir şanstır.
Her fırsatta dile getirdiğimiz bir tespit vardır. Sayın Hüseyin Baş, Ebedi Liderimiz Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ayak izlerini takip ederek yürüyor. Hocamızın yapmak istedikleri ancak ömrünün vefa etmediği her şeyi yapmak için azami gayret sarf ediyor.
Gerek siyasi gerek kültürel bütün işlerde herkesten çok koşuyor herkesten çok çalışıyor herkesten çok daha fazla fedakârlık ediyor.
Afyonkarahisar Gençlik Kampında da gördük ve şahit olduk ki ideal bir gençliğin yetişmesi için yapılması gereken hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor.
16’ncısı düzenlenen Afyonkarahisar Gençlik Kampının ana teması “dava ve dava adamı” üzerine idi. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın yetiştirdiği güzide kadro ve gençler muhteşem bir performans göstererek dava bilinci konusunda harika bilgiler veren sunumlar gerçekleştirdiler.
İlerleyen bölümlerde, BTP Gençlik Kampındaki sunumlardan bölümler ve bizim de dava ve dava adamı konusunda tespitlerimizi paylaşacağız. Bu analizden maksadımız kampa katılamayan vatandaşlarımıza BTP kamplarının maksadı ve Afyonkarahisar’da düzenlenen kampta edindiğimiz bilgileri paylaşarak fayda sağlamak ve tarihe not düşmektir.
BTP GENÇLİK KAMPLARININ MAKSADI
BTP Gençlik Kamplarından maksadın ideal Türk gencini yetiştirmek, kabiliyetli ve fedakar bir kadro oluşturmak için önemli bir faaliyet olduğunu söyleyebiliriz.
BTP kamplarını diğer kamplardan ayıran en önemli fark; gencin ailesiyle birlikte katılımını sağlamaktır. Bir yandan gençler yeni arkadaşlar edinmekte bir yandan da aileler birbiriyle tanış olmakta hatta bazı yuvaların temelleri bile bu kampta atılmaktadır. Böylece çekirdek aile yapısı oluşmakta kuşaklar, aileler ve kültür farklılıkları uyuşmazlıklarının önüne geçilmektedir.
Birileri etnik ayrılıkları bahane ederek Türkiye’yi bölmenin parçalamanın planını yaparken BTP kamplarında etnik farklılıkların herhangi bir ayrılık sebebi olmadığını ispat etmektedirler. Türk, Kürt, Arap; Alevi, Sünni; başı açık, başı kapalı; uzun saçlı, kısa saçlı; kulağı küpeli, kolu döğmeli gençler birbirleriyle dava ve dava adamlığı ekseninde birlikte olmaya çalışmaktadırlar. Daha açık bir ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bekası ve milletinin selameti için bir potada erimenin yolunu öğreniyorlar.
İnandıkları dava önderi olan ağabeylerinden, örnek kadrodan ilim fikir ve edep öğreniyorlar. Düzenlenen sunumları can kulağıyla dinleyip notlar ve kayıtlar alıp bilgilerine bilgi ve görgü katmaya çalışıyorlar.
Sadece bilgi mi? Elbette hayır. Büyükler termal havuzlarda şifalanmaya çalışırken gençler yüzme havuzlarında farklı farklı yerde kendilerince yüzmeye ve havuz maçları yapmaya çalışıyorlar. Spor müsabakaları, penaltı yarışmaları, halat yarışları gibi yarışmalar, gece eğlence programları, bilgi yarışmaları tertipliyorlar. Şarkılar söylüyorlar, halay çekip oyun oynuyorlar. Bu programların hemen hemen tamamına BTP Genel Başkanı Sayın Hüseyin Baş da eşlik ediyor. beraber oynuyor beraber şarkı söylüyor, gençleri dinliyor gençlere sohbet ediyor.
Daha önceden hazırlanmış olan gençlerin söz kesme ve nişan merasimleri yapılıyor. Yapılan bütün programlarda ana gaye sözde değil özde dava adamı yetiştirmektir.
Rahmetli Haydar Baş Hocamızla tanıştığımız seksenli yıllarda bir avuç insanla çıkılan yolculukta geldiğimiz noktadan geriye dönüp baktığımızda fersah fersah ilerde olduğumuza davanın 4. Kuşağa ulaştığına şahit oluyor ve gururlanıyoruz.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) temellerini atan merhum liderimiz Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın davasını emanet ettiği kadronun dimdik ayakta oluşu Sayın Hüseyin Baş’la her gün daha ileriye gidişi dostları sevindirdiği kadar kimilerini de rahatsız ettiğini de çok iyi biliyoruz. Rabbim bizleri Hocamızın temelini attığı her bir hizmetten bir adım dahi geri koymasın. Amin.
DAVA ADAMI VE DAVAYA SADAKAT
BTP 16’ncı Gençlik Kampında sunulan konuşmalarda ana tema; dava, dava adamı ve davaya sadakat konuları işlendi. Genç yaşlı hemen herkes Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızdan aldıkları ilim, irfan ve edeple alakalı örnekler verirken Merhum Hocamızla aralarında geçen hatıraları anlatmaları kayda değerdi. Çünkü arkadaşların Hocamızla kendi aralarında yaşanan ancak başkası tarafından bilinmeyen hatıraları anlatması bilgilenmek açısından çok değerliydi. Şahsım Kampın her anından ayrı bir bilgi ve keyf aldım.
Kampta anlatılanlardan kendi dağarcığımda kalan bilgileri aktarırken kendi fikirlerimi de katacağım. Ama genelde konuşan kişilerden çok konuşulanlar odaklı bir paylaşımla maksadımıza ulaşmaya çalışacağım. İnşallah.
Afyonkarahisar kampındaki ana tema dava hakkında yapılan konuşmalardan esinlenerek dava nedir? Dava adamı nasıl olur. Davaya sadakatin önemi nedir? Sorularına cevap vermeye çalışacağız.
Dava: Türk Dil Kurumunda Ülkü olarak belirtilir. Yine TDK da Ülkü ‘Amaç edinilen, ulaşılmak istenen, şey’ biçiminde ifade ediliyor.
Dava Adamı: Türk Dil Kurumunca “Bir ülkü uğrunda sürekli çalışan kimse” olarak tanımlanan sözcüktür.
Davaya Sadakat: Sadakat ifadesi TDK açıklamalarında isim anlamında olan şu ifadeler dikkat çeker: Güçlü ve sağlam bir dostluk anlamına gelir, İçten bağlı olmak anlamına gelir.
Lider: Lider demek TDK’ya göre Önder ve Şef demektir. Liderin Özelliklerinden en belirgin olanları
– Lider olan kişiler vizyon sahibi olan kişilerdir.
– Son derecede tutkulu ve fedakâr kişilerdir.
– Motive edici kişilerdir.
Bir davanın başarıya ulaşması için o davayı en iyi bilen en fedakar ve gayretli kişiye yani davayı şahsında yaşayabilen bir lidere öndere ihtiyaç vardır.
Örnek verecek olursak Kur’an ve Allah’ın emirleri bir dava hükmündeyse Peygamber de önder, lider, rehber, davasını hayatına eksiksiz olarak yansıtan demektir. Peygamberimiz, yaratılanlar arasında en mükemmel lider ve önderdir. Bu sebeple Peygambersiz din olmaz tespiti değişmez bir hakikattir.
Dünya kurulduktan bu yana Allah’ın Hak davasını dava edinen peygamberler, en çok çileyi çekmiş en çok gayreti onlar ortaya koymuştur.
Örneği olmayan bir davanın sadece hayallerde yaşaması imkansızdır. Dünya tarihinde ister hak ister batıl olsun bütün davalar bir lider etrafında toplanan destekçilerle kazanılmıştır.
Bu bilgilere göre tasarlanan hedefe varabilmek için o hedefi dava edinmiş bir lider, o liderin etrafında kenetlenmiş dava adamı olunmalı ve davaya sadakat gösterilmelidir. Başarıya ulaşmış bütün hayallerin temelinde bu düşünce ve inanç yatar.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) bir siyasi parti olup dava ettiği bir davası bir lideri ve gerek davasına gerek liderine sadakatli kadroları olan bir harekettir.
BTP’nin dava lideri Prof. Dr. Haydar Baştır. Davasının adı iman ve insan davasıdır. Davanın başarıya ulaşması için önderlik eden lider görevini hakkıyla yerine getirerek açtığı bayrağı taşıyacak kadroları yetiştirmiştir.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız iman ve insan davasının temellerini atmış ömrünü davası uğruna tüketmiş ölümsüz fikirler ortaya koyarak ebedi aleme göçmüştür. Bu aşamadan sonra yapılacak iş bellidir. Onun emanet ettiği davayı dava eden bir lider vardır. O lider Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Sayın Hüseyin Baş’tır. Bu liderin etrafında oluşan bir kadro vardır.
Şimdi dava adamlığı ve davaya sadakat dönemidir. Dini ve Milli bütünlüğü, Allah’a kulluk ölçüleriyle millete hizmetkârlığı esas alan bu davanın başarıya ulaşması kadronun sadakatiyle doğru orantılıdır.
Bu kampta dava adamlığı ve sadakat üstünde durulmasının sebebi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın attığı tohumların ziyan olmasının önüne geçmek ve ideal Türk genci vasıflarına sahip nesiller yetiştirmektir.
BTP GENÇLİK KAMPINDA SAHNE ALAN GENÇLİĞİN MİMARI PROF. DR. HAYDAR BAŞ’TIR
BTP Gençlik Kamplarında göz dolduran bu kadronun genciyle, yaşlısıyla bir bütünlük arz etmesi, hayatta olan en yaşlı kuşakla en genç son kuşağın bir arada olmasıyla sağlanan etkileşim sayesinde, davanın bir yaşam tarzı olmasından kaynaklanmaktadır.
Yukarıdaki tespitle şunu demek istedik: Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın “biz dünyamızı ahiretimiz için yaşarız” sözünün görünen yansıması, kamplar olsa da bu kadro sosyal yaşamın her alanında birlikte hareket etmeyi düstur edinmiştir.
Bu kadro iktidar yandaşlığı yapmaz.
Yanaşma düzenlerinden nemalanmaz.
Yağmur nereye yağıyorsa tarlasını oraya taşımaz.
İmanını parayla satmaz.
Dava şuurunu, aynı çağda birlikte yaşadığı Prof. Dr. Haydar Baş’tan öğrenmeye çalışmıştır. Allaha kulluğu; vatanına, milletine, davasına sadakati görerek, duyarak, yaşayarak öğrenmiştir. Bu sebeple “benim yıkılmaz kalem icmal gençliğidir” tespitini yapmıştır. Çünkü bu kadro büyük bir emeğin ürünüdür. Bu verimli tarlaların bahçıvanı Prof. Dr. Haydar Baş’tır.
Onun dava şuurundan bir derece açı farkı yapanların bugün yerlerinde yeller esmesi ondandır. Kutlu davaların yolcuları, gerçekten iman etmişlerdir. Bu sebeple kimsenin iknasına pek gerek duyulmaz.
Bir hatıram geldi aklıma onu paylaşayım. Merhum hocamızın organize ettiği bir mübarek gece programına katılmak üzere çok değerli dava arkadaşım Prof. Dr. Ömer Eyercioğlu ile Akçaabat’a gitmiştik. Gayet muhabbetli bir program icra edilirken bir anda eline mikrofonu aldı ve programa ara verdi.
Dikkatle bekliyorduk acaba hocamız ne diyecek diye. Bir anda dillerinden şu ifadelerin döküldüğüne şahit olduk: “Bu dava kutlu bir davadır. Bu davanın kapısı çok büyüktür. Gelen herkese açıktır. Ancak gidene de açıktır. Gönlünde dünyalık bir makam, mevki, rütbe, çıkar olan birileri varsa boşuna burada kalmasın ve gitsin.”
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın “İman ve İnsan Davası” diye isimlendirdiği kutlu davası; hile, hurda, yalan, dolan, artistlik kabul etmez. Bunlara kalkışanlar, gün olur harman olur; veda etmeye bile fırsat bulamadan saf dışı kalır giderler. Vesselam.
Şimdi de Afyonkarahisar kampının ana teması olan İman ve İnsan Davası hakkında tasarladığımız bölüme geçelim müsaadenizle.
PROF. DR. HAYDAR BAŞ’LA BİRLİKTE OLUNCA NELER YAŞARDINIZ?
Prof. Dr. Haydar Baş seçilmiş insanlardan biriydi.
Onunla birlikte olduğunuz zaman başka alemlere dalardınız.
Onunla çok huzurlu olurdunuz.
Güven duyardınız.
Beyniniz fikir, gönlünüz muhabbet dolardı.
Sorularınıza cevap, karanlık tünellerinizden aydınlık çıkış bulurdunuz.
Bir liderde olması gereken dava bilgisi ve davasına sadakatinin ne olduğunu ondan görürdünüz, hissederdiniz.
Evladının üzerine kanat geren bir babanın şefkat hissini yaşardınız.
O bir şeyi söylemeden önce kendisi yapardı.
Yapmadığı bir şeyi söylemenin Allah’ı gazaba getireceğini bilirdi.
Değerli dostlarım. Dava adamlığının derecesi, kişinin davasıyla olan bütünlüğünden anlaşılır.
Davanın hayalden (niyetten) eyleme geçmesi dava adamlığıyla eş değer olduğu için şüphelerden arınmış, iman etmiş kişilere ihtiyaç olduğu için Prof. Dr. Haydar Baş davasına iman ve insan davası demiştir.
Bu konuda bir eser kaleme almış, imanın, davanın ve dava adamlığının kitabını yazmıştır. Onun İman ve İnsan eserinin ön sözünü paylaşacağız inşallah.
İMAN VE İNSAN
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın bayraktarlığını yaptığı davasının kitabı olan İman ve İnsan eserinin önsözünü paylaşarak analizimize devam edelim:
ÖNSÖZ
“Bugün insanlığın siyasi, ictimaî, iktisadî… pek çok probleminin olduğu aşikârdır. Bu problemlerin aşılması için de yoğun çabaların harcandığı görülmektedir. Bu cümleden olarak tarih boyunca işin erbabı olan yahut olmayan sayısız insanların fikir beyan ettikleri, çare bulmaya çalıştıkları gözden kaçmamaktadır. Ancak bütün bu çabalara rağmen insanlığın geldiği nokta hiç de iç açıcı değildir; teknolojinin baş döndürücü gelişmesine ve büyümesine paralel olarak insan küçülmüş ve değerini yitirmeye başlamıştır.
Değerini ve merkeziyetini kaybetmeye başlayan insanoğlu ile ilgili araştırmaların çok yeni olmasına bakılırsa, insanın künhüne vakıf olmanın ehemmiyetinin kavranmadığı da görülür. Diğer yandan insanın, nasıl kendi kendisinin deneği olacağı konusu da “insan ilmi” bakımından çok ciddi bir problem olarak durmaktadır. Bu noktada akıl sahibinin kendisiyle ilgili cehaleti giderek koyulaşırken, pozitif ilimlerin bu sahada söyleyebildikleri en şümullü ifade “İnsan bu meçhul!” den öteye gidememektedir. İnsanı bu labirentten, bu meçhul oluş ve çıkmazdan kurtaracak bir soluk bulunamazsa insanda kimlik bunalımı olacağı şüphesizdir. O halde çare nedir?
İşte çalışmamızın esası bu zemin üzerine oturmaktadır. İnsan kimdir? İnsanı ne kadar tanıyoruz? İnsanı, kendisine kim tanıtmalı? İnsan niçin vardır? İnsan nereye varacaktır? Bu ve benzeri sualler, düşünmeye fırsat bulabilenler için şüphesiz söz konusudur. Ancak salt akli tefekkürün de bu suallere cevap bulması zordur, belki de mümkün değildir.
Zira akıl, insan üzerindeki tefekkürüyle mutlak neticeler elde edebilmek için tefekkürüne dayanak olacak mutlak insânî kavramlara ihtiyaç duymaktadır. Bu mutlak kavramlar ise ancak vahyin verileri olarak vardır. Bu sebeple kişinin kendini akli ve fikrî boyutu nispetinde tanıyabilmesi için vahyin nuru şarttır. Mevlânâ’nın teşbihiyle “bataklığa saplanıp çırpınan eşek’ in benzeri olan salt akıl ve bu aklın sahibi olan insan, ancak vahyin nuruyla kendini tanıyabilir ve gerçek kimliğine ancak vahiyle kavuşabilir. Zaten aklın, ruh hakkında konuşma yeteneği bile yoktur. Dolayısıyla akıl için vahiy mutlak ihtiyaçtır.
Bu cümleden olarak, çalışmamızda insanı, vahyin nuruyla ele aldık. İnsanı, onu en iyi bilen Hâlik-i zül Celâl’in işaretleriyle tanımladık. 0’nun gösterdiği adrese insanı taşıdık. Bu cümleden olarak görünen o ki, insanın gerçek kimliği imanıyla, inancıyla ortaya çıkar. Tarihi boyunca iman da insan kadar gerçektir.
İmandan soyutlanan insan kendi kimliğinden uzaklaşır ve aşağı derecelerdeki varlıkların hayvanî kimliğine bürünür. Bu kimlik yine insanda gizli bulunan behimî motiflerle oluşur. Dolayısıyla kâmil bir insan oluşun, ancak içimizdeki bu behimî, beşerî, hayvanî çizgilerden kurtulmakla mümkün olacağını tespit ettik. Bu kurtuluşun usûl ve metotlarını ortaya koyduk. Hakikî insan oluşun kul olmak ile, kul olmanın ise Hakk’a vasıl olmakla eşdeğer olduğunu gözler önüne serdik. Bu vuslat yolculuğunu ele aldık.
İlk insandan günümüze uzanan bu fıtri arayış ve yolculuğu “İman ve İnsan” gerçeğiyle temellendirip, oradan ferdin uzandığı sosyal boyutlara yöneldik. Zira insan ve iman gerçeğinden azâde kılınarak ele alınan hiçbir sosyal meselenin tahlilinden doğru neticelerin elde edilemeyeceği bir vakıadır.
Çalışmamız ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (as) ile başlayan ve kıyametin eşiğine baş koyacak olan son insanı da kuşatan “İman ve İnsan” gerçeğini özetlemektedir. Beşer olmamız sebebiyle bu kâmil ve evrensel oluşu takdim etmekte noksanlıklarımızın olacağı şüphesizdir.
Cenab-ı Hakk’dan eksikliklerimizi gidermesini niyaz eder, bu vesile ile aşkı ve muhabbetiyle insanlığı feyizyâb eylemesini dilerim.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / Önsöz)
Yukarıda İman ve İnsan davasını tez olarak kitaplaştıran Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın “İman ve İnsan” eserinin önsözünü paylaştık.
267 sayfalık bir eserin her satırı önem arz etmektedir. Ancak sizler de taktir edersiniz ki kitabın tamamını makale kapsamında ele almak mümkün değildir. Bu konuda Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız tarafından yazılmış olan “İman ve İnsan” eserini satır satır okumak ya da internet ortamında dinlemekle meseleye vakıf olmak şansına sahipsiniz.
Biz ancak İman ve İnsan tezinin ana hatları olan imanı ve insanı çok kısaca ele alıp bu konuda fayda sağlamak amacını taşımaktayız. Bu konuda da eserden faydalanacağız. İnşallah.
İnsanlığın yaratılış gayesini ona hatırlatacak, dünya imtihanında onu nefsinin esaretinden kurtarıp gerçek özgürlük olan Allah’a kulluk yolunu izah edecek, bu kadar önemli bir tezin elbette temel unsurları olacaktır. Şimdi de İman ve İnsan tezinin temel unsurları konusuna değineceğiz.
İMAN VE İNSAN TEZİNİN TEMEL UNSURLARI
İlk insan olan Hz. Adem’in (as) aynı zamanda ilk peygamber olarak’ omuzladığı, ardından yüzbinlerce Allah elçisinin gayreti ile günümüze kadar uzanan bu dava, insanı hedef alan bir iman davasıdır. Bu mânâda sahipleri Allah ve O’nun seçkin kulları olan dâvâ, Hak adına omuzlanan bütün hayırlı hizmetleri ve ulvi vazifeleri kuşatıcı, teşvik ve takdir edici bir “İMAN VE INSAN DÂVÂSI” olarak adlandırılabilir.
Bu ezelî ve ebedi yüce dâvânın, günümüz şartlarında gerekli ve en uygun metotlarla takdimi ise, güçlü bir tez mantığını zaruri kılar. Dolayısıyla evrensel planda ve hatta daha da ötesinde ölçüler takdim eden davanın bir antitez olarak, bir reaksiyon veya tepki hareketi olarak görülmesi yahut adlandırılması tarihî bir hata ve ciddî bir ihanet olur.
TEZ NEDİR?
Bu sualin cevabı, tez ve dava mantığını bütünleştirici mahiyet arz eder. Diğer bir ifade ile Hak olan dâvâ, ancak bir tez mantığı ile ortaya konulabilir. Bu, dâvânın bütünlüğü kadar cihanşümul oluşunu da ifade eder.
Dâvânın, dayanakları, gerekçeleri, vasıfları ve sonuçları ile bir bütün olarak takdim edilmesi, ister istemez ezel ve ebed çizgisi kadar köklü bir tezi gündeme getirir.
Tezin gerekçesi, dâvâ edinilen Hakk’ın kaynağındaki haklılık ve doğru oluştur. Bu sebeple dâvâ tezi, hiçbir fikir ve anlayışın arazı, yansıması yahut sonucu değildir. Bu tez, hiçbir şekilde reaksiyon tezi ve tepki anlayışı da değildir.
Dâvâ Hak’ tır ve nev-i şahsına münhasırdır. Tez O’nun sunuluş şekli ve metodudur. Kısaca dâvâ, beşeriyetin kurtuluşuna, insanlığın imar ve ıslahına talip, soylu bir dâvâ ve istikbal vadeden kalıcı aksiyondur.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 3-6)
İman ve İnsan tezinde bu iki unsur asıl rükünlerdir. Bir bütünün birbirini tamamlayan iki esasıdır. tezin iyice anlaşılması için imanı ve insanı iki ayrı başlık olarak önce iman, sonra da insan meselesini kısaca ele alacağız.
İMAN
İman ezelî ve ebedi hakikatin en bariz ifadesi olarak tezin esasını oluşturur. Nitekim, insanlık tarihinin akışı içerisinde en köklü hakikat imandır. Onun dışında hiçbir gerçek, bu derece etkili ve belirgin olmamıştır, denilse; yanlış olmaz. “İman değişmez bir hakikattir.” (Şura /13)
Değişen şeyler, teferruata yönelik muamelat ile ilgili hususlardır. Temel ölçü ve esas değişmemiştir. İman ve tevhit akidesinin esası, insanın Allah’ı bilmesidir; kalb, ruh, amel ve fikir olarak O’na yönelmesidir. “İşte Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka tanrı yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O’na kulluk edin. O her şeyde vekildir.” (Enam / 102) ayet-i kerimesi bu hakikati vurgulamaktadır.
Tevhid inancı, Cenab-ı Hakk’ın birliğini, kuvvet ve kudretini özetlerken, ahiret hayatının büyük muhasebesine her fırsatta dikkat çekmektedir. Allah ve Resulüne gönülden bağlanmanın yanı sıra imanın en belirgin esası ahiret gerçeğine boyun eğmek, bu gerçeği kabullenmektir:
“Allah’tan başka ilah yoktur. Geleceğinden şüphe olmayan kıyamet günü O, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?!” (Nisa / 87)
İmanda tevhit gerçeği vurgulanırken şirk unsurları da reddedilir. Nitekim “Andolsun ki ‘Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır. Oysa Allah, ancak tek olan ilahtır. Lakırdılarından vazgeçmezlerse andolsun ki onlardan inkarcı olanlar, elem verici bir azaba uğrayacaklardır” (Maide / 73) ayet-i kerimesi İslam’ın takdim ettiği iman dışındaki bütün şirk ve nifak dolu anlayışları reddeder.
İmanın, sıhhati için, şirkten, hurafelerden ve nifak unsurlarından ârî kalması şart ve esastır. Bu mânâda imandan maksat Allah Teâlâ’nın varlığı, birliği, noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla muttasıf olduğunu temel alan tevhid anlayışıdır. Bir diğer ifadeyle Vahdaniyettir.
Güzel isimlerin sahibi olan Rabbimizin en güzel isimlerinden ikisi Tevhid’i vurgulamaktadır. Ehad (ihlas / 1) kelimesi Allah’ın zatında bir, Vahid (Nisa / 71) ismi ise 14 sıfatın sahibi olarak tek olduğunu ifade eder, Varlık sahnesinde, ferdî plandan sosyal hayata uzanan vahdet ve kesret dinamizmi, bu Esma ve sıfatların tecellileridir.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 3-6)
Değerli dostlarım! Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın İman ve İnsan tezinin anlaşılması insanın dünya ve ahiret saadetini elde edebilmesi için çok önemli bir fırsattır. Makale-Analiz boyutunda ele almaya çalıştığımız temel konuların özeti şeklinde değerlendirilmelidir. Konunun ana hatlarıyla anlaşılması için analizimizin bir bütün olarak okunması gerekir. İman ve İnsan iman konusunu ele almaya devam ediyoruz.
KÂMİL İMANIN İKİ BOYUTU; AKIL VE KALP
Tevhide dayalı kâmil imanın akli boyutu vardır. Bu boyut, bütün ilimleri ve aklın sıhhatli tefekkürünün kuralların ihata eder. Aynı zamanda aklın sınırlarını da gösterir.
Ancak her teferruatın bir ana kaynağı vardır. İlimler, hadiselerin nasıllığını tespit etmeleri ve anlatmaları bakımından bir nevî teferruat mecmuudurlar. Fakat olayların niçinliğine inen, arka plandaki kudreti vurgulayan tevhit, bütün ilimlerin kaynağı durumundadır. Bu sebeple imanın akli boyutuna ilimlerin ilmi yahut ‘müsebbib’ul-esbâb” ilmi demek mümkündür. Bu akli boyutun, bütün olayların arka planında Allah olduğu hakikatini ifade eden tevhidin insanların seviyesine göre takdiminde yardıma olduğu aşikârdır. Lakin bu, tezin ferî rükünlerindendir.
Tevhide dayalı kamil imanın kalbi boyutu vardır. İmanda aslolan da budur. ‘İman kalp merkezli bir oluştur.’ Tevhidin kalbi boyutu, Hakkın Vahdaniyetini her türlü şirk ve nifak unsurlarından uzak olarak tasdik etmektir. Bu bir kalp inkılabıdır. Bir teslimiyet, bir yakîn ifadesidir. Kaynağı ise Hakk’ın nazargâhu olan kalptir.
İmanın nurlanmış akli boyutu, her türlü cehalet ve inkâr bahanelerini reddederken; aslolan kalbî boyut ise her türlü şirk, hurafe ve batıl inançları ayıklayarak insanı hür, diri ve güçlü kılar. Varlığın ve insanın yaratılış, bu imanın tasdiki ve kulluk olarak ikrarına yöneliktir.
VARLIK VE İNSAN
Allah bu sonsuz kâinatı ve onda mevcut olanları insan için yaratmıştır. İnsan yaratılmamış olsaydı bu âlemin hiçbir anlamı olmayacaktı. Dolayısıyla kâinatın değeri, kıymeti onu şereflendiren insandan gelmektedir. Alemde mevcut olan değerler, kıymetler, rütbeler ve mevkiler de sadece insan içindir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “Yerde ve gökte, canlı ve cansız ne varsa hepsini Allah, sizin emrinize vermiştir.” (Lokman / 20) buyurmaktadır.
Nasıl âlem, insan için yaratılmışsa ve evren, insana hizmet ettiği ölçüde mükemmelse, insan da kulluk için yaratılmış ve varlıklar içinden “Allah’ın halifesi’ sıfatına mazhar kılınarak seçilmiştir.” (Bakara / 30)
Dolayısıyla o da Rabbini bildiği ve O’na kul olduğu nispette mükemmeldir. Bu sebeple insanın insan olması, fıtratındaki imana erişip, oluşunu idrak etmesi ve Allah’a kul olmasıyla mümkün olur. İnsan olmanın şartı, Allah’a kul olmaktır. Allaha kul olamayan, şekil itibariyle insan görüntüsü taşısa da kendi fıtri varlığının aşağılarına düşmektedir.
Bu mânâda tezimizdeki iman unsuru, âlemdeki varoluş hikmetlerinin kendisinde ifade bulduğu, bütün müspetlerin toplandığı bir yüce mânâdır. Yoksa körü körüne bir saplanış ve şartlanış değildir.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 6-8)
İman ve insan tezinin iman konusunu yukarıdaki bölümde Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın iman ve insan eserinden alıntılar yaparak izah ettik. Şimdi de insan konusunu izah edeceğiz.
İNSAN
İnsan, Cenab-ı Hakk’ın iradesinin yeryüzündeki tahakkukunu gerçekleştirmekle mükellef büyük bir varlıktır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olmak suretiyle kulluğunu ortaya koyması gereken bu yüce varlık, şerefli bir mahluktur. Onun büyüklüğü nefha-i ilâhîyye’ye mahal olmasından ve Hakk’ın O’ndaki tecellisindendir”.
Beşer cihetiyle bir hiç olan, yokluğa mahkum olan insan, Allah Teala’nın kendisi için tayin ettiği yüce mevki ve gaye sebebiyle yaratılmışların en şereflisidir. Ancak insanı ve varoluş gayesini kavrayabilmek için, insanın yaratılışındaki nükteler ve hikmetleri kavramak gerekir.
Bilindiği gibi insan Bezmi Elestte önce ruh olarak yaratılmıştır. Bütün ruhlara Cenab-ı Hakk’ın, “Ben sizin Rabbiniz ve Hâlıkınız değil miyim?” şeklinde tecelli eden suali, “Sen bizim Rabbimiz ve Hâlikımızsın” diye cevap bulmuştu.
Bu bellerinden husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“Kıyamet gününde ‘Biz bundan habersizdik’ diyemeyesiniz diye Rabbin, zürriyetlerini çıkardı ve onları kendilerine şahit tuttu; dedi ki: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), ‘evet (Rabbimiz olduğuna) şahid olduk’ dediler.” (Araf / 172)
Bu ayet-i kerime insan ruhunun fıtri olarak Allah’a yönelmek istediğini vurgulayan bir gerçektir. Ruhun itaatten yana olup Allah’a muhtaç olduğunu, huzurunun ancak Allah’a yönelmekle tahakkuk edeceğini anlatan bir hakikattir.
Daha sonra insan, çamur kalıbıyla inşa edilmiş ve bu kalıp, ruhla bütünleş tirilmiş tir. Orijinal ifadesiyle çamur kalıbına Cenab-ı Hak tarafından ruh üflenmiş tir. İnsanın yaratılışı, yaratılış safhaları, kendisine verilen nimetler, ilahî emaneti yüklenişi… Bütün bunların kulluk maksadıyla oluşu ve insanın Allah’a saygı duyması, itaat etmesi gerektiği Kur’an-ı Kerim’ de anlatılır:
İNSANLA ALAKALI AYETLER
“Rabbin meleklere demişti ki: “‘Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onun şeklini düzeltip ona ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona secdeye kapanın.’ Meleklerin hepsi bir bütün olarak secde ettiler. Yalnız iblis etmedi, büyüklük tasladı ve kafirlerden oldu.” (Sad / 71)
Şimdi de insanın geçirdiği safhalara bakalım: “O ki (önce) sizi topraktan, sonra nutfe (sperm) den, sonra kan pıhtısından yarattı. Ardından sizi çocuk olarak (annelerinizin karnından) çıkarıyor. Nitekim güçlü çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye yaşatıyor. İçinizden kimi de daha önce öldürülüyor. Tefekkür imkânı sağlayıcı belli süreye erişmeniz ve aklınızı kullanıp Allah’ın bundaki hikmetlerini anlamanız için böyle yapıyor.” (Mümin / 67) (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 9-11)
“Andolsun biz, Ademoğullarına (güzel biçim, mizaç ve akli kabiliyetler vermek suretiyle) çok ikram ettik. Onları karada ve denizde (hayvanlar ve taşıtlar üzerinde) taşıdık. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra / 70)
“Onun ayetlerinden biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra (yeryüzüne) yayılan insanlar oluverdiniz.” (Rum / 20)
“Ey insanlar, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi, milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haberdar olandır.” (Hucurat / 13)
“O’nun ayetlerinden biri de göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum / 22)
Cenab-ı Hak, insanı yaratılış hikmeti istikametinde kendine, cennetine çağırıyor. Kulluğa, kulluğun nihaî gayesine davet ediyor:
“Ey huzura eren nefs! Allah senden razı ve sen de Allah’tan razı olarak Rabbine dön. İyi kullarım arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr / 27)
Ve insan bu çağrı istikametinde ilahi emaneti yüklenmiştir:
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk, onu yüklenmekten kaçındılar. Onun mesuliyetinden korktular, onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim ve çok cahildir. “ (Ahzab / 72)
İnsan en azından bütün bu nimetler sebebiyle, bu üstünlük ve seçilmişlik halinden dolayı Allah’a şükretmeli, saygı duymalıdır: “Size ne oluyor ki, Allah için saygı göstermek istemiyorsunuz. Oysa 0, sizi çeşitli merhaleler halinde yarattı.” (Nuh / 14)
İnsan Allah’ tan gelmiştir ve tekrar O’na dönecektir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de vurgulanır: “Biz Allah için varız ve Ona döneceğiz.” (Bakara / 156) O halde insan fıtratı Allah’ı arar ve O’nu ister. İnsanı başka hiçbir şey mutlu ve mutmain edemez.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 10-11)
İman ve İnsan tezinin dayanak noktaları hakkında da kısaca bilgi vermemiz gerekiyor. Yine Hocamızın eserinden alıntılar yapacağız.
İMAN VE İNSAN TEZİNİN DAYANAK NOKTALARI
Tezin dayanak noktaları; arayış ve kutsal hasret gerçeği, İslam gerçeği olarak iki ana başlık altında değerlendirilecektir.
ARAYIŞ VE KUTSAL HASRET GERÇEĞİ
Mekân ve zaman boyutunun ötesinde vuku bulan bu oluş, zaman ve mekân boyutuyla sınırlı aklın kavramakta zorlanacağı bir hakikattir. Zira akıl, oluşa iştirak etmiş değildir. aklı aşan bu arayış gerçeği, bütün insanlarda ortak olan fıtri bir oluştur.
Ruhlar madde kalıbına girmeden evvel yaratılmışlardır. Murad-ı İlahi böyle tecelli etmiş ve insan evvela mana (ruh) cevheri olarak halk edilmiştir. bu varlığa ilk hitap “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dir. (Araf / 172). Böylece güzeller güzeline gerçeklerin gerçeğine canların cananına kara sevda bu seyir ve müşahede zevkinden başlamıştır.
Kara sevda diye nitelendirilebilen bu arayış bütün insanlara şamil ve bütün insanlara ortaktır. Kâfiri mümini putperesti paganisti…vs. her biri bu arayışın içindedir.
Bu öyle bir sevda ve muhabbettir ki madde aleminde ‘hayır sen yoksun ben varım’ diyerek ilahlık iddiasında bulunan Nemrutlar, Firavunlar ve hatta madde alemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Hz. Muhammed’in karşısına çıkan Ebu Cehil bile O güzele o hüsnü mutlağa ve gerçeğe “evet sen bizi yaratansın” demiş onun uluhiyetini tasdik ve kendi acizini kabul etmiştir. (Ancak Muhammed’i peygamber olarak kabul etmeyip inadi küfrüne devam etmiştir.) (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 21)
İman ve insan tezinin dayanak noktalarını izaha devam ediyoruz. Arayışta hikmet nedir sorusunun cevabını İman ve İnsan eserinden aktarmaya devam ediyoruz. Bu bölümde de arayıştaki hikmet konusunu aktaracağız:
ARAYIŞTAKİ HİKMET NEDİR?
Vaktaki Allah (cc), murad-ı ilâhîsine muvafık olarak bir imtihan sırrının bilinmesi için insanı denemek üzere bu denî âleme, dünyaya göndermiş tir; insan ile kulu olmağa söz verdiği Rabbi arasına çok muazzam bir perde çekilmiş; O” Güzel”, O “koku”, O “nida” birçok perdelerle perdelenmiş, kendini gizlemiştir. Gizlemiştir ama, O’nun vecd sarayından kopan ruh ne hâle gelmiştir? Elbette altın kafes içine konulan kuş gibi “ah vatan, ah!” diyerek “Kalû Bela”nın hasretini çekegelmiştir”.
İnsanın derûnundan yükselen bu şiddetli arayışına ve kutsal hasretine cevap olarak Allah, âdemoğlunu kendi haline bırakmamış; ona, kendine dönüşü kolaylaştıran bir yol, bir cadde açmıştır. Bu cadde ise İslam’dır. İlk insandan günümüze, peygamberlerin ve Allah’ın seçkin kullarının önderlik ettiği bu cadde hep “İslâm” ismiyle anılagelmiştir.
Fakat insanda itiraz kuvveti olarak nefsin varlığı bir vakıadır. O cevherde itiraz kuvveti nefis olduğu için de şımarmasın, yanılmasın, düşmesin, kaybolmasın diye, yine insan cinsinden ve fakat seçilmiş, sevilmiş, takdir ve tasdik edilmiş peygamberler, peygamberlerin yolunda giden veliler gönderilmiş, lütfedilmiştir. Bu sebepledir ki ilk insan aynı zamanda ilk peygamberdir.
Bu ise insan terbiyesini kolaylaştıran bir ilahi nimet olmuştur. Zira, insanın terbiyesi ve irşadı için onun iç tabiatının bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi zaruridir. İnsanın iç tabiat ise fıtratından kaynaklanır. O halde insanın eğitimi ve irşadı ancak onun fıtri özelliklerine göre gerçekleşecek demektir.
Hulasa ilmen, aklen, naklen ve tecrübe ile sabittir ki, insan fıtratı köklü bir arayış içindedir. Aslında insanın aradığı Allah’tır. İnsan her şeyi ile O’ndan gelmiş yine O’na dönecektir.
“Biz Allah için varız. Ve biz sonunda Oʻna döneceğiz” (Bakara / 156) ayet-i kerimesi bu evrensel hakikati vurgulamaktadır.
İnsan fıtratı Hakk’ı arama istidadı ile donatılmış; bu hal onda köklü bir sevdaya dönüşmüştür. Bu meyli, bu iştiyakı kırmak veya kökünü kesmek mümkün değildir. Tek çare bu arayışı, fıtratın yöneldiği ve istediği istikamete (sırat-ı müstakime) kanalize etmektir. Aksi halde fıtratı tahrip eden ve insanı mutsuz kılan bir uygulama ile karşı karşıya kalınmış demektir.
Arayış vardır ve devamlıdır. Mühim olan arayışın fıtri istikamet üzere Allah’a yöneltilmesidir. Terbiye ve irşadın manası budur. Risalet ve tebliğ görevi de bunu tahakkuk ettirmek için ilâhî bir düzenlemedir. Hulasa peygamberler, özellikle de Resul-i Ekrem (sav), insandaki köklü arayış duygusunu hak olan istikamete kanalize etmek için gönderilmişlerdir.
Ayrıca insanın Hakk’ı arayışı ve ona yaklaşmak gayreti, maddî bir saikle izah edilemez. Allah’a gidiş kalp iledir. Fikir, kalbin destekçisidir. Vahiy ise, kalbi, fikri ve topyekûn fıtratı kuşatmıştır. İnsan, Allah’a nefsini terbiye ile yaklaşır. İnsandaki hayvanî hassalar, maddi aleme dönük zulmet perdeleri, fıtrata uygun tarzda mücahede ile terbiye edilip aralanınca, ruh, kafesten çıkmış kuş misali, taşıdığı nefha-i ilahî ile asli vatana, Allah’a rücu eder. Bu mânâda Hakk’a gidişin burağı iman ve marifettir. Ve onu destekleyen sâlih amellerdir.
Amellerin özü ise ihlastır ki ibadet, sadece Allah’a has kılınsın, kalp ayağı tökezlemesin. Esasen hüsrana ve buhrana giden insanlığın kurtuluş reçetesini “Asr Suresi” tarif etmiştir:
“Asra yemin ederim ki, insan gerçekten hüsrandadır. Bundan ancak iman edip, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 21-24)
İMAN VE İNSAN TEZİNİN İKİNCİ DAYANAK NOKTASI İSLAM GERÇEĞİ
Tarihten günümüze, Hz. Adem’den (as) kıyamete değin devam eden ve edecek olan Hakk’ın davasını “İman ve İnsan Davası” olarak tespit etmiştik. Bütün zaman ve mekanlarda “iman ve İnsan” tezinin temeli, istinat noktası ve evrensel plandaki adı İslam’dır. Bu meyanda Hz. Adem’in (as), Hz. Nuh’un (as), Hz. İbrahim’in (as), Hz. Musa’nın (as), Hz. İsa’nın (as) ve Hz. Peygamber’in (sav) insanlığa tebliğ ettikleri mesajın değişmez ismi de ‘İslam’dır.’
Kendinden önceki bütün ilahi kitapları ve hak peygamberleri doğrulayan Kur’an-ı Kerim ve Alemlerin Efendisi Hz. Muhammed (sav), İslam’ın en kâmil ve artık değişmez olan örneğini bütün insanlığa tebliğ etmiştir. Allah katındaki din, ancak İslâm’dır. O’nun tebliğcisi Hz. Muhammed (sav), Peygamberlerin sonuncusu ve âlemlerin efendisidir. “Kim artık bundan başka bir yol, bir din ararsa, onun arayışı boşunadır; Hak katında makbul değildir.” (Al-i İmran / 85). Bu noktada mülkün sahibinin yoluna dönülmedikten ve caddedeki kılavuzlara gönül verilmedikten sonra bu arayış bitmeyecektir.
En derin ve en ulvi manası Kur’an’ı Kerimde toplanan İslam’ın müşahhas örneği en açık en pratik manası Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Ashabı Kiram’ın şahsında ortaya çıkar. Hakkın murad ettiği din murad olunan insanlara apaçık bir tarzda ortaya konur, yaşanır ve hayat olarak nesillere miras olarak bırakılır.” (Dr. Haydar Baş / İman ve İnsan / Temmuz 1994 / sayfa 23-33)
BTP GENÇLİK KAMPI ANALİZİNİN SONUÇ BÖLÜMÜ
BTP Afyonkarahisar 16’ncı Gençlik kampı analizini yapmaya başladığımızda amacımız hem BTP gençlik kamplarının sosyal hayatta etkisi hem orada paylaşılan fikirleri paylaşmak hem de konu hakkında geniş bir çalışma yapmaktı.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın İman ve İnsan tezi hakkında bilgiler paylaşarak derli toplu bir analiz çalışması yaptık. Bu bölümle analizimizi tamamlamaya çalışacağız.
Nasip olursa analizimiz tamamlanınca da yine diğer analizlerimiz gibi bunu da arşiv olarak paylaşacağız. Umarız bu çalışmamızı da tarihin derinliğine bir hatıra bir not olarak düşeceğiz. Bu dünyadan göçenler kervanına katılınca bu kaynaklar sayesinde bizi hayırla yad edenler çıkarsa asıl kazancımız o olacaktır.
Değerli dostlarım. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Ademle birlikte dünya sahnesine gönderilen tevhit dini İslam kitaplarıyla peygamberleriyle Alemlerin Rabbi olan Allah’ın mesajını insanlara getirmişler ve yaşamışlar. Son din ve son peygamberle birlikte kemale eren İslam’ın mesajını Peygamberden sonra Ehl-i Beyt’i ve onların yolunda giden emanet ehli seçilmişler insanlığa nesilden nesile aktarmışlar.
Bu yol kıyamet sabahına kadar devam edecek asla kesintiye uğramayacak kutlu bir yoldu. Bu yol ve bu dava Allah’ın davası olduğundan seçilmişler kendi vazifelerini yapar ve dünyada hoş bir seda bırakır ve giderler.
Bu kutlu yolun kutlu insanlarından biri de Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızdır. O’nun emanet ettiği dava da İman ve İnsan davasıdır. Onun çağdaşı olmak şerefine erişen değerli kadrosunun yaptığı ve yapmak zorunda olduğu iş Onun emanetine sahip çıkıp bu kutlu davanın nesilden nesile devamını sağlamaktır.
Dünyada yaşanan sistemsel ve sosyal bütün olayların temelinde yatan sebebi o çağın bilgesi konumunda olan seçilmişler tespit eder ve çözümler üretirler. Bu sebeple Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın şu ikazı çok önemlidir. “Çağının kâmilleriyle bütünleşemeyen toplumlar sorunlarına çare üretemezler.”
Çağımızın Bilgesi Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızı anlamakta geciken ve inadi bir inkarla ona karşı çıkanlar yüzünden hem ülkemiz hem çağımız insanı zifiri bir karanlığa gömülmüştür.
Kendisinin ifadesiyle “Beni kaçırdınız ama kadromun kıymetini bilin, onlar sizi bu karanlıktan çıkartacak güçtedir.” dediği kadrosu, lideriyle gençleriyle dimdik ayakta ve emanet edilen bütün kurumların hizmetlerini ayakta tutmaya çalışmaktadır. Hizmet kervanının kutlu elçilerinin bir araya geldiği Gençlik Kampları sayesinde dava adamlarının heyecanı ve hayallerinin capcanlı ayakta olduğuna şahit olduk.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk kurduğu cumhuriyeti gençlere emanet ederken şu ifadesiyle onlara yüce bir ideal ve görev vermiştir: “Ey yükselen yeni nesil, istikbal sizindir. Cumhuriyet’i biz kurduk, O’nu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz.”
Atamızın davasını emanet ettiği gençliği BTP Gençlik Kampında görmenin mutluluğunu yaşadık.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın kulluk şuuru içerisinde “Maddeye esir olmayan, maddeyi esir alan, Hak için madde hakimiyeti kuran bir dünya, özellikle bir nesil bekliyoruz” dediği gençlerin ayak sesleri duyulmaya başlamıştır.
Bu gençliğin yürüyüşünde onlara destek vermek onlarla beraber olmak ülkemizin ve milletimizin beka sorundur.
Bu davanın kesintisiz devam etmesini sağlamaya çalışan değerli Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanımız Hüseyin Baş’a ve kadrosuna da ayrıca teşekkür ederiz. Rabbim iman ve İnsan davasında bir çakıl taşı olmak şerefini elimizden almasın.
Gayret bizden tercih sizden hidayet Allah’tandır.
Müsaadenizle yaptığımız analizin sonunda kamp dönüşü yolculuğunda yazdığımız şiirimizi paylaşmak isterim:
GENÇLİK KAMPI – ŞİİR
Afyon gençlik kampında gençler birlikte oldu
Beyinler fikir ile kalpler aşk ile doldu
Arayan aradığı ruhu orada buldu
Afyon gençlik kampımız hayırlı kutlu olsun
Kampa gelen gençleri gören imrendi şaştı
Salonlar pırıl pırıl gençlerle doldu taştı
Herkes kendi gönlünde ciddi engeller aştı
Afyon gençlik kampımız hayırlı kutlu olsun
Bu kutlu yolu bize Haydar Hocamız açtı
Etrafına dünyaya ilim ve irfan saçtı
Kalbinde nifak olan onu görünce kaçtı
Afyon gençlik kampımız hayırlı kutlu olsun
Nazarî’yem bu kampta her şeye hayran kaldım
Hocamla yaşadığım hatıralara daldım
Hüseyin Baş’la daim dost olmaktan zevk aldım
Afyon gençlik kampımız hayırlı kutlu olsun.
(UĞUR KEPEKÇİ / 3.8.2025 / Afyonkarahisar)