Yapılan araştırmalar, insanoğlunun gittikçe daha huzursuz, daha sağlıksız dönemler yaşadığını göstermektedir. Toplumsal bir hastalık halini alan huzursuzluk ve sağlıksız bir hayattan, herkesin şikâyetleri duyulmaktadır.
Yapılan istatistiklere göre dünyada en çok kullanılan ilaçlar sıralamasında, antideprasan ilaçların en önde olduğunu gösteriyor. Bu demek oluyor ki; huzursuz ve sağlıksız yaşam, toplumun bünyesine hâkim olmuştur. İnsanlar mutlu değildir.
Aslında dünyayı yaşanmaz hale getiren etkenlerin başında; insanın kendisi olduğunu kabullenmek zorundayız. Hiçbir durum, kendiliğinden oluşmayacağı için sebepleri araştırdığımız zaman; sorunun kaynağının da insanın kendisinin olduğu karşımıza çıkmaktadır.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın bıçak örneğini tekrar hatırlarsak; “Bıçak annelerimizin elinde mutfakta yemek yapmak için bir alet, doktorun elinde cankurtaran bir alet, katilin elinde tasavvur ettiği cinayeti işlemek için bir alet hükmündedir.”
Buradan anladığımız; bıçak, kullanıcının elinde değer kazanarak, kullanıcının niyetini icra eden bir şekil arz etmektedir. O zaman maddeyi kullanan insanın imanının ve ahlakının güzel olmasına dikkat etmek gerekmektedir.
Maddeye ve nefsine esir olmuş, kulluk şuurundan mahrum yetişen insanlardan oluşan toplumun halinin bundan daha iyi olacağını beklemek imkânsızdır.
Çözüm adına atılacak ilk adım; önce insanın kendi namına kurtarılması, yetiştirilmesi lazımdır. Aklıselim hale gelen, yetişmeye yönelmiş insan; kendisini muhasebeye çekerek, kusurlarını tedavi ederek, faydalı bir birey olabilir. Bu sayede kişi hem kendisine, hem de yaşadığımız topluma fayda sağlayabilir.
Elbette yaşadığımız toplumda örnek alınacak şahsiyetler vardır. Onları örnek alarak, ya da kâmil insanların eğitimiyle güzel ahlaka kavuşabiliriz.
Allah’ı seven, Allah’ın sevdiği, seçilmiş insanlar; kıyamete kadar aramızda olacaklar. Onların tavsiyeleri, zaten insanlara kulluk görevlerini hatırlatmak; iyiliye teşvik etmek ve kötülüklerden uzaklaştırmaktır.
Kâmil insanlardan birinin tavsiyesi niteliğinde bir kıssa ile yazımıza son verelim:
Sakinliği ile dikkat çeken bir hayat yaşayan, arif bir zat varmış.
Etraftaki kimseler onun bu özelliğini nasıl elde ettiğini sormak için huzura gelirler.
Arif zata sorarlar: Neden bu kadar sakin siniz?
Arif zat, cevaben şöyle buyurmuş: Bilgim ve tecrübelerim neticesinde hayatımı şu esaslar üzerine kurdum:
Benim rızkımı kimsenin yiyemeyeceğini anladım ve sakinleştim.
Allah’ın beni daima gördüğünü anladım ve hayâ ettim.
Benim işimi kimsenin yapamayacağını anladım ve çalışmaya koyuldum.
Anladım ki işimin sonu ölümdür ve ona hazırlandım.
Anladım ki iyilik ve kötülük her ikisi de kalıcıdır, dolayısıyla iyiliklerimi çoğalttım ve kötülüklerimi terk etmeye çalıştım.”
Uğur Kepekçi