Madde ve manada; doğal yaşam tercih edilmelidir/İCMAL DERGİSİ / NİSAN 2019

Yıllardır uygulanan yanlış politikalarla, yabancı tohumlarla, Genetiği Değiştirilen Ürünlerle hasta bir toplum haline geldik. Ne tarım kaldı ne hayvancılık. Neredeyse sağlıklı insan bulmak zor oldu.

Sofralarımızda bizi hastalıkla karşı karşıya getirmeyen ürün kalmadı neredeyse. Sağlıksız beslenme sayesinde obezite ve benzeri hastalıklar çocuklarda bile yaygın hale gelmiştir.

Gıda üzerine uzman kişiler ekmekten tutun, yediğimiz hayvansal ve bitkisel hemen hemen bütün ürünlerin sağlığımızı her yönden tehdit ettiğini;  gıda değil zehir yediğimizden bahsediyorlar.

Yediğimiz, içtiğimiz her şeyin sağlığımıza zarar verdiğini, mutlaka doğal beslenmemizin gereğinden bahsediyorlar. Gerçekten de Allah’ın bize emaneti hükmünde olan vücudumuzu doğal olmayan ve zararına bakmadan beslemeye kalktık. Netice olarak da hastalıklı bir bedene sahip hale geldik.

Daha önce adını bile duymadığımız, o kadar çok hastalık meydana çıktı ki özellikle de kanser vakaları o kadar arttı ki neredeyse her eve kanser vakası girmeye başladı.

Sizlerde takdir edersiniz ki bu hallere bir anda gelinmedi. Bizleri yöneten siyasi otoritelerin çok ciddi hataları vardır. Daha önceleri yerli ve kaliteli tohumlar gübreler kullanılırdı. Tarımla uğraşan halkımız, atadan dededen kalma asırlık bilgi birikimiyle sağlıklı ürünler yetiştirir ve beslenirdi. Böylece, daha sağlıklı bir toplum yapısına sahiptik.

Batılılaşma sürecinde sözde dost ve müttefiklerimiz Türk milletinin en stratejik konusu olan tarımımızı bitirme planları çerçevesinde milli ve yerli tohum yerine, ithal ve genetiği ile oynanmış tohum kullanımını teşvik ettiler. Hatta siyasilerimiz ithal tohum kullanılması hakkında kanunlar çıkardılar. Millet olarak teslimiyetçi bir yapıya sahip olduğumuzdan, siyasi otoritenin bu yanlışına halkımız aldandı. Böylece küresel güçler, yerli işbirlikçilerle birlikte bizi can evimizden vurdular.

Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, tarım meselesinin stratejik bir mesele olduğunu, tarımla alakalı batılı güçlerin oyununa gelinmemesini her fırsatta dile getirdi. Siyasi otoriteyi ikaz etti ama onlar batının oyununa gelmeyi tercih ettiler. Sayın Baş’ın şu ikazı sık sık tekrar ettiğine tarih şahittir:

“Tarım stratejik bir sahadır. Bir insan karnı aç savaşamaz. Ekmeği olmadan mücadele edemez. Silah bundan sonra gelir. Senin yiyeceğin ekmeğin yok ise mağlubiyete mahkûmsun. Onun için tarımı ayağa kaldırmak mecburiyetindeyiz.”

Yaşanan bu kadar olumsuzluktan sonra, nihayet toplumda bazı kesimlerde uyanma başlamış, doğal yaşamın yollarını araştıran bir kesim oluşmaya başlamıştır.

Son zamanların moda terimi “organik ve doğal yaşam tercih edilmelidir.” Evlerde doğal yoğurt, doğal sirke yapmak özendirilmekte; doğal imkânlarla, doğal ve organik meyve sebze yetiştirmek, beslenmek konusunda kamuoyu oluşturulmaktadır.

Sağlıklı beslenmek konusunda atılan bu adımlar elbette güzel şeyler. Bu yolda atılacak adımlar devlet eliyle destek bulur ulusal bir beslenme politikası uygulanırsa, belki sağlıklı nesillere tekrar kavuşuruz. Aksi takdirde sağlıklı beslenme fert bazında kalır; sağlıklı bir nesil yetiştirmek hayalde kalır.

Mana âleminde doğallık

İnsanoğlu maddesiyle manasıyla bütün bir varlıktır. Maddesi de manası da doğal yollarla beslenmezse mutlaka hasta olur.

Bu güne kadar insanın maddi cephesindeki hastalıklar ve tedavi yolları araştırıldı. Çok modern tedavi merkezleri oluşturuldu. Ama mana cephesi hep ihmal edildi.

Madde cephesi olan bedenin sağlığı için beklenilen doğal yaşam şartları, mana âleminde de başlatılmadığı takdirde insanın ruh sağlığı yerine gelmeyecektir.

Mana cephesi dediğimiz ruh yapısı; ilahi, doğru ve doğal bilgilerle beslenmediği taktirde o da hastalanmaktadır. Yanlış bilgiler, kaynağı doğru olmayan, yanlış kimselerden alınan bilgiler “Genetiği Değişmiş Fikirler” halinde insanın mana bünyesine girince, hastalık manevi hastalıklar olarak meydana çıkmaktadır. Kibir, ucup, riya, nifak, haset, küfür v.s. olarak bünyeyi esir alıp günahkâr bir hayata ve sonunda cehenneme layık bir hale getirmektedir. Bu insanların, oluşan hatalar zinciriyle de dünyamız adeta yaşanmaz bir cehenneme dönüşmektedir.

Bildiğiniz gibi genetiği değişmek; yaratılış şekliyle oynamak, aslından koparılmak manasına gelir. Yaratılan her şeyin aslı değiştirildiği zaman ortaya farklılıklar çıkar. Bu farklılıklar özellikle insan üzerinde yapıldığı zaman daha tehlikeli ve zararlı sonuçlar doğurmaktadır.

İnsanoğlu üzerinde düşünülen değişiklikler, fiziki özelliklerinden çok fikri yapısı üzerinde düşünülmüş ve bunda da istenilen başarı elde edilmiştir. Ancak bu konudaki başarı insanlığın hayrına olmamıştır.

Yüce Allah’ın biz kullarını yaratma gayesi içerisinde en temel olanları; bilinmek, kulluk ve ibadettir. İnsanoğlunun genetiği de bu gayeye uygun bir fıtratta yaratılmıştır. Allah’ı bilmeye, Allah’a kulluk ve ibadet etmeye uygun; ruh, beden, akıl dengesiyle yaratılan insanoğlu; dış müdahalelerle farklılaştırılmağa çalışılmıştır.

İlk müdahale şeytanla başlamış, ilk insan Hz. Âdem ve Havva annemiz şeytanın müdahalesiyle aldatılmış; böylece onlar da farklı düşünmüş, farklı davranmış ve böylece cennetten çıkartılmıştır.

Hatırlamaya çalışırsak Hz. Âdem ile Havva annemize yüce Allah sadece bir ağacın ya da bitkinin meyvesini yemeyi yasaklamıştı. Yasaklanan dışında her şeyden yemek içmek serbest bırakılmıştı. Şeytan onları sureti haktan görünerek, Onlara “bu meyveden yediğiniz taktirde ölümsüzlük sırrına ereceksiniz böylece sürekli cennete kalacak sürekli Allah ile birlikte olacaksınız” diyerek aldatmıştı.

Burada şeytanın gayesi Âdemle birlikte insanın fıtratını, iman genetiğini bozmaktır.

İnsanın ruh ve düşünce dünyası üzerinde şeytanla başlayan müdahale, şeytanca düşünce sahiplerinin de ilham kaynağı olmuş; bidat düşünce ve akımların başlamasına sebep olmuştur.

Her peygamberin ümmetlerinden bazıları, hatta yakınları dahi şeytan ve nefsin tuzaklarından nasibini almış, hak ve hakikatın karşısında yer alabilmiştir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’e(s.a.a.) yakınlığıyla tanınan sahabeler bile bu tuzağa düşmüş, Velayet ve hidayet kaynağı olarak ilan edilen İmam Ali’nin (a.s.) velayeti göz ardı edilmiş. Kıyamete kadar devam edecek olan fitnenin, bidat ve sapıklıkların kapısı aralanmıştır.

Nefse daha hoş gelen, dünyalık adına bazı kazanımlar elde edilmesine sebep olan bu yanlış düşünceler, gittikçe taraftar bulmuş, bu yolda korkunç katliamlar yapılmış, insanlık bugünkü duruma düşürülmüştür.

Zararlı fikirlerle adeta genetiği bozulan insanlar yaratılış gayesinin dışına çıkmış; doğru ve iyilik adına ne varsa kaybetme noktasına gelmiştir. Bugün insanlık imanını, ahlakını, merhametini, aklını, gönlünü, doğruluk adına neyi varsa kaybetmiş; yanlışa koşmakta, yanlışa hizmet etmektedir.

En acı olan, zararlı fikirlerle genetiği bozulan insanoğlu; farklılaştığının da farkında olmadan yanlışa hizmet etmektedir.

Yaratılış gayemize uygun bir hayat sürerek dünya-ahiret saadetine erişmek için; aslımıza dönmek, genetiğimizi düzeltmek, yaratılış gayemizi hatırlamak ve doğru olanı bulmak için doğru adreslerde, doğru kimselerle birlikte olmaktan başka çare yoktur. Doğru adres ve doğru lider Prof. Dr. Haydar Baş’tır.

Bu konuda insanlığın iman genetiğini tekrar düzelterek fıtratına, aslına dönüştürmek için Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın ortaya koyduğu gayretleri inkâr edilemez. Öncelikle kaleme aldığı Ehli Beyt Külliyatıyla İslam âlemi kaynak bir esere kavuşmuş oldu. Tevhidin merkezi Ehli Beyt konferanslarıyla panel ve sempozyumlarıyla toplumun hemen her katmanına Ehli Beyt bilgisi ve sevgisi ulaştırılmıştır.

İnsanlığın bozulan iman genetiğini düzelterek fıtratına dönüştürmek ve aslına uygun hale gelmesi için tek çare tevhidin merkezi Ehl-i Beyt’te buluşmaktır.

Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki: İnsanoğlunun bu dünyada sağlıklı ve mutlu hayat sürmesi için maddi ve manevi cephesi doğal yaşama dönmelidir. Yoksa hem bu dünyası, hem de ahiret hayatı berbat olacaktır.

Uğur Kepekçi

İCMAL DERGİSİ / NİSAN 2019

 

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …