Yunus Emre “mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi; mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” diye haber vermiş, dünyanın yalan olduğunu, bir şiirinde…
Dünyanın yalan olduğunu, insanoğlunun bu dünyada imtihan edildiğini, esas yurdun ahiret yurdu olduğunu; her nefesten, her lokmadan, her düşünce ve davranıştan hesaba çekileceğini bilmeyen yoktur hemen hemen…
Gel gör ki yalanın peşine koşanları görünce, insanın aklına; şayet bu dünya yalan olmasaydı, şayet ölüm denen bir gerçek olmasaydı; insanlar neler yapardı birbirine? Düşünmek bile istemiyor insan.
Bencillik ve cehaletin kol gezdiği, insanın kendi çıkarından başka bir şey düşünmediği bir dünyada, gerçekten de yaşamak çok zorlaştı. Trafiğin keşmekeşliği, toplu taşıma araçlarında insanların birbirine saygısızlığı, elindeki çöpünü istediği yere atması, ne kadar rahatsız ediyor, bunları yapmayanları değil mi?
Son zamanlarda moda olan kaldırım ihlalleri, bazı işletmelerin dükkânlarının önünü babasının malı gibi sergi alanına dönüştürmesi ayrı bir sorun. Kaldırım diye bir şey kalmadı, yollarda yürüyor birçok yerde insanlar.
İçini sızlatıyor insanın ama ne çare; belediyeler seçim derdinde, oy gelecek yerleri üzemez. Hele yandaşlara hiç dokunamazlar, oy depolarına dokunurlarsa, başlarına yıkılır devranları.
Bunlar hep geçici dünya saltanatının insana verdiği şımarıklık ve hadsizlikten kaynaklanıyor.
Kurduğunuz sistemin adına ne derseniz deyin. Adı ne kadar güzelliği, doğruluğu, inancı çağrıştırsa bile; göreve getirdiğiniz adamlar, adam gibi adam olmazsa; istenilen hayırlı neticeye ulaşamazsınız.
Bir göreve getireceğiniz adamı o göreve göre her yönden hazırlamazsanız, yine istenilen neticeye ulaşamazsınız.
Hatırlayın Ahiliği; bir işi yapacak kimse önce o işe çırak olur, kalfa olur, sonra usta olur. Gündüz iş eğitimi, gece gönül eğitimi alsın diye dergâhında, insanı kâmil mektebinde eğitim alırdı. Gereken sınavları geçince icazet alır. Sonra o işi yapmaya talip olmak hakkını elde ederdi.
Dindar diye iktidarı, belediyeleri verdiğiniz kimselere bir bakın Allah aşkına, Harun’a mı benziyor, Karun’a mı? Daha önce serveti, malı, mülkü, çevresi ne haldeydi, şimdi ne oldu, yarın ne olacak? Bir bakın, ne demek istediğimizi anlarsınız.
Prof. Dr. Haydar Baş, Bağımsız Türkiye Partisini kurmadan yıllar önce, kadrosunu “önce insan” metoduyla gönül mektebinde yetiştirdi. Bir görev icap ettiğinde, nefsine yenik düşmesin, dünyasını ahireti için yaşasın, ona yanlış bir iş teklif edildiğinde asla kabul etmesin; Allah’ın rızasını, vatanın ve milletin selametini her şeyin üstünde tutsun diye…
Haydar Baş ve kadrosu yapar derken, hamaset olsun diye değil, bunları göz önüne alarak diyoruz. Bağımsız Türkiye Partisinin (BTP) adaylarını tanımaya çalışın. Söylediklerini dinlemeye, anlamaya çalışın, siz de göreceksiniz. Aksi halde yandaşlık, yanlışlık, asalaklık sürer gider.
Uğur Kepekçi
8 Şubat 2019