Hz. Mevlâna ve bazı felsefî akımlar (2)

Şimdi Mevlâna ile irtibatlandırılmak istenen felsefi akımlara geçelim:

Bu bölümü İslam ve Mevlâna eserindeki başlık altında aktaralım. “Hz. Mevlâna ve hümanizm”

Hz. Mevlana’nın istismar edilmesinin önüne geçmek için hakkındaki iftiralara verilen uzman görüşüne ihtiyaç vardır. Prof. Dr. Haydar Baş bu konuya girerken bir soru ile giriş yapıyor ve cevabını bakınız nasıl veriyor:

“Mevlâna, hümanist olabilir mi? Olamaz. Zira, hümanizm güya insanı esas alan ve insanlığa hizmeti o felsefe ekoldür. Bunu yaparken, bilmeden, insanı ilah yapan bir din hükmünde telakki edilir. Çünkü hümanizm, insanı her şeyin ölçüsü olarak kabul eder. Bu sebeple, bazı ilim erbabı hümanizm için “insana ibadet dini” tabirini kullanmışlardır. Hümanizme göre her şey insan içindir. Ve akıl gerçeğin kaynağıdır.

Hümanizmi, insanı merkez ve esas alması sebebiyle cazip kabul edenler çıkabilir. Ancak, gözden kaçırılan ana gerçek şudur ki, insanın kendisi bizzat gaye değil, gayeye giden bir yolcudur. Ve insan, gerçeğin ölçüsü de değildir. Gerçeğe yönelmek mecburiyetinde olan bir varlıktır. Ve insan mahluktur. Başıboş ve gayesiz değildir. Alemde her şey insana hizmet etmekte iken insan neye hizmet etmektedir? Yani niçin vardır? Hümanizm buna bir izah getirememektedir. Netice olarak hümanizm, hiçbir gerekçe göstermeden insanı putlaştırmaktadır.

Halbuki Mevlâna, inancı, düşüncesi, davası ve duygularıyla, “Her şey Allah içindir” prensibine sadık kalmıştır. Allah’ tan başka her şeyin fani, sadece O’nun bâkî olduğunu ifade eder. Bu ise insanın fâni bir mahluk olduğu, dolayısıyla başıboş ve gayesiz olamayacağı anlamına gelir. Bu, şu demektir:

Alemde en büyük gerçek, Hakk’ın varlığıdır. Bunun dışında her şey varlığı kendisinden olmayan ve Hakk’ın tecellisiyle var olan mahluklardır. Ve insan Hak içindir. Hak adına âlemi imar etmek ve insanlığı ihya etmekle mükelleftir.

Demek, Mevlâna’da hâkim unsur, Hakk’a teslimiyet yolunda mükellef insan gerçeğidir, yani kulluktur. Şimdi soruyoruz: “İnsanın şerefinin ancak kullukla olacağını temel alan Mevlâna’nın ‘tevhid’ görüşüyle, insanı putlaştırmak suretiyle şirki esas alan hümanizmin “insancıllık” görüşü benzerlik gösterebilir mi? Tam tersi her iki görüşte de konu insan olmakla beraber, bunlar, mânâ, mefhum ve gaye nokta-i nazarından birbirlerinin zıddı kâmilidirler.

Büyük insan Mevlâna, Hakk’ın varlığını yegâne gerçek diğer bütün varlıkları Hakk’ın tecellisiyle varolan mahlukat olarak görünce, dünya hayatının da fâni olduğunu, sanki bir rüya aleminin benzeri gibi olduğunu ve gerçek hayatın Hakk’ın varlığında fâni olmakla yaş anacağını her fırsatta ısrarla vurgular. Hattâ diyebiliriz ki, Mevlâna’nın hayatı ve eserlerinde hâkim unsur budur.

Mesela Mesnevî’ de şöyle bir hikâye nakledilir:

“Adamın biri mutantan, müzeyyen bir şehrin çok mükemmel bir köşkünde, mehtaplı bir gecede uykuya dalar. Rüyasında acayip manzaralarla, uçurumlarla ve de canavarlarla karşılaşır. Feryat eder, kimseye sesini duyuramaz. Tabiî adam uykudadır ve kendinden haberi yoktur. Zira kendinden haberi olsaydı, nasıl olsa rüyadayım, korkmama ve ürkmeme sebep yoktur der, kendini teselli ederdi. Kendinden haberdar olmadığı için kendini teselli edemez. Ne zaman gözlerini açarsa Elhamdülillah, gördüğüm rüyaymış” der ve sevinir.”

Bu hikâyeyi naklettikten sonra Mevlâna, Hz. Ali’nin “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” buyurduğunu nakleder ve ekler “Bir rüya kadar ömrü olan sen, geçici, fâni âleme aldanmışsın. Zira dünya oyun ve oyuncaktan ibarettir. O halde ebedi aleme hazırlan!” (Prof. Dr. Haydar Baş / İslam ve Mevlâna / Sayfa 15-36) (Devam edecek)

Uğur Kepekçi

Önerilen Makale

Hakkımı helal etmiyorum

Türk siyasetinde işler, hiç olmadığı kadar farklı mecralarda seyrediyor. Bu süreç ve gelinen nokta sizlere …