Muharrem ayının 10’u Aşure günü Hz. Hüseyin ve kendisiyle birlikte 72 yareni şehit olunca, katliam sona erdi. Bu andan itibaren talan, yağma ve işkence, daha şiddetli hale döndü. Gerçekten bu andan itibaren yaşananlar da Ehl-i Beyt’in soyunun kırıldığı andan daha az şiddette değildir.
İmam Hüseyin ve yarenlerinin parmağındaki yüzüğünü, sırtlarında giydiklerini, hatta İmam’ın bütün giysilerini çıkarttılar, mübarek başını vücudundan ayırdılar, çıplak hale getirilen mübarek vücudunu atlara tepelettiler.
Bitmeyen bu kin, aslında Peygamberin soyunu ortadan kaldırmak için yapılmıştır.
Allah’ın lanetli kulu Yezidin emriyle birlikte kesilen başlarla birlikte, Hz. Zeynep anamız, daha çocuk yaşta ve hasta olan İmam Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin ve diğer mazlumlar, memleket memleket gezdirildiler.
Katillerin ellerindeki mızraklarda mübarek başlar, sağ kalan İmam yarenlerinden kadın ve çocuklar, elleri ayakları zincire vurulmuş vaziyette halka gözdağı vermek için teşhir edildiler.
Yaşanan manzaranın vicdanları sızlatan kısmından bir bölümü, Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın İmam Hüseyin eserinden aktaralım:
Kurre bin Kaysü’t Temimi der ki:
“Bu kadınların geçerlerken Hüseyin’in oğullarının ve ev halkının cesetlerine rastladıkları zaman ellerini yüzlerine vurarak feryat ettiklerini gördüm. At üzerinde olduğum halde, önlerine doğru vardım. Ben hiçbir zaman bunlarda görmüş olduğun kadar güzel kadın manzarası görmüş değilim! Vallahi, onların yüzleri güneşten daha parlak ve güzeldi. Gördüğüm ve duyduğum şeylerden hiç unutamayacağım şey de, Fatıma (aleyhisselamın)’ın kızı Zeyneb’in sözleridir. Zeyneb (aleyhisselam) kardeşi Hüseyin (aleyhisselam)’ın yanından geçerken; “Ey Muhammed’im! Ey Muhammed’im! Sana göklerdeki melekler selatü selam getiriyorlar! Hüseyin ise şu otsuz, bozkır çölde tozlara topraklara, kanlara bulanmış, azaları kesilmiş, biçilmiş, kırılmış, dökülmüş yatıyor! Ey Muhammed’im! Senin kızların esir edilmişler, zürriyetin hep öldürülmüşler! Sabah yelleri onların üzerlerine tozlar, topraklar savuruyor, saçıyor” diyordu. Vallahi o dost düşman herkesi ağlattı.”
Hz. Fatıma (aleyhisselam)’ın evladı, Hz. Zeyneb ve Ali b. Hüseyin (Zeynelâbidin aleyhisselam) ve beraberindekiler Kufe’ye ve sonra da Şam’a götürüldüler.
Zeyneb (aleyhisselam) Kufe sokaklarında karşılaştıkları getirilen kesik başlara ve esirlere ağlayan ve pişmanlık duyan Kufelilere, ‘Susun’ diye işaret ettikten sonra şöyle haykırdı:
“Ey Kufeliler! Ağlıyor musunuz? Gözyaşınız hiç kurumasın, çığlığınız hiç dinmesin. Sizin durumunuz iplerini sağlam eğirdikten sonra onu tekrar çözen koca karının durumuna benziyor. Yeminlerinizi aranızda oyuncak haline getirmişsiniz. Ne kötü bir vebalin altındasınız! Evet, Allah’a and olsun ki, çok ağlamanız ve az gülmeniz gerekiyor. Bu o olayın utancını ve şerefsizliğini üzerinizde taşıyorsunuz. Bundan da temizlenmeniz mümkün değildir. Peygamberliğin madeni, hüccetinizin ekseni, kanıtınızın aydınlatıcı ışığı olan son Peygamberin (s.a.v.) torununu, cennet gençlerinin efendisini öldürmek günahından nasıl temizlenebilirsiniz?”
Sonra Ali b. Hüseyin (aleyhisselam) şöyle dedi:
“Ey insanlar! Sizi Allah adına yemine veriyorum, babama mektup yazıp onu aldattığınızı, ona söz verdiğinizi, bütün güvenceleri verip biat ettiğinizi, sonra onunla savaştığınızı biliyor musunuz?
Kendiniz için ahirete gönderdiğiniz bu amelden ve ortaya koyduğunuz bu kötü görüşten dolayı yazıklar olsun!
Size “Soyumu öldürdünüz, saygınlığımı çiğnediniz. Siz de benim ümmetimden değilsiniz!” dediği zaman Resûlullah (s.a.v.)’e hangi yüzle bakacaksınız” (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin, Ekim 2010, 2. Baskı, sayfa 693-709)
Yazılanları şöyle bir tefekkür ettikten sonra, bu yapılan zulmün, ahlaksızlığın, imansızlığın timsali, Yezit ve yandaşlarına Müslüman olan birinin iyi nazarla bakması, imana sığan bir davranış olamaz. Yezit ve soyuna hala lanet okuyamayanlar, safını belli etmeyenler, imandaki samimiyetlerini sorgulamak zorundadırlar.