Son yıllarda topraklarımız göç dalgalarıyla sarsılmaya, şehirlerimiz dünyanın her yerinden gelen göçmenlerle dolup taşmaktadır.
Özellikle Suriye göçünden sonra Afganistan’dan gelen son göç dalgası, milletimizi çok tedirgin etmektedir.
Yaşanan sosyal olaylar neticesinde, göç konusunda devlet olarak çok ciddi hazırlığımızın olmadığı da meydana çıkmıştır.
Göçlerle birlikte bazı sorular kafamızı kurcalamaktadır. Neler oluyor? Bu göç dalgaları ne zamana kadar bizi sarsacak? Daha kaç kişi ve kimler gelecek? Sonumuz nereye varacak? Düzensiz gibi görünen göçlerle, üzerimizde düzenli projeler mi uygulanmak isteniyor?
Küresel oyunların oynandığı dünyamızda, bu ve benzeri soruların aklımıza gelmesi hiç de yersiz değildir. Çünkü yeni işgaller, yeni savaşlar, buna benzer şekilde gerçekleşmektedir.
Dünyanın hemen her yerinde, her işgal olunan ülkenin vatandaşlarının, önce dini ve milli bütünlüğünü bozmuşlar, sonra da oraları işgal etmişlerdir. Bu bir realitedir.
Irakta, Libya’da, Suriye’de, Afganistan’da yaşanan işgaller, iç savaşlar, talanlar, vurgunlar; o milletlerin, vatanlarına sahip çıkamamasındandır.
Yaşananlar gösterdi ki; Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın ısrarla vurguladığı milli ve dini bütünlük vurgusu, sadece bizi değil bütün dünya halklarını ilgilendiren bir husustur.
İşgali düşünülen, kaynakları ellerinden alınmak istenen ülkeler, önce kültürel olarak işgal edilmekte, dini ve milli bütünlükleri bozulmakta, halkların aidiyet ve direniş duyguları yok edildikten sonra da fiili işgaller gerçekleştirilmektedir.
Özelikle Suriye ve Afganistan göçlerini sosyolojik olarak tahlil edince; ülkelerini terk edenlerin çoğu, kendi vatanlarını savunmada zafiyet gösterenler olduğunu görmekteyiz.
Bu sebeple, göçle gelenlerin ne milletimize ne devletimize ne kültürümüze katacakları bir faydası yoktur.
Esas itibariyle kendi topraklarını savunmaktan aciz olanların, zaten kaybolan aidiyet ve direniş ruhu sebebiyetiyle geldikleri durumda; bizim vatanımız tehlikede olduğunda, bizim için savaşacaklarını ya da bizim yanımızda yer alabileceklerini hayal etmek neredeyse imkânsızdır.
Yaşanan göç dalgalarıyla bir gerçek yine meydana çıkmıştır: Türk milletinin en büyük özelliği ne kadar işgale maruz kalırsa kalsın, ülkesini terk etmeden verdiği mücadeleyle, tekrar topraklarına ve hürriyetine kavuşmuştur. Tarih, Türk milletinin destansı mücadelelerine şahittir.
Tarihe yön vermiş, defalarca yıkılmış ama yıkıldığı yerden kalkmasını bilmiş bir milletin evlatları olarak, şayet bizim başımıza böyle felaketler gelse, bizler asla vatanımızı terk etmeyiz.
“Ya istiklal ya ölüm” diyen bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk’ün evlatları olarak, tehlikeyi görünce kaçan bir millet olmadık ve olmayacağız.
Ama maalesef ne Suriyelinin ne Afganlının Mustafa Kemal Atatürk gibi bir liderleri olmadığı için sıkışınca çareyi kaçmakta bulmaktalar.
İşte bu sebeple kendi vatanını savunmak, mücadele edip canını bu yolda feda etmek, şehitlik gibi yüce bir mertebeye talip olmak varken, kaçmayı kendilerine hal edinenlere; bizim de muhacir falan gibi dini rütbeler vermeye kalkışmaya asla hakkımız yoktur.
Böyle yapmakla, bu topraklar için canını seve seve veren ecdadımıza haksızlık etmiş oluruz. Kutsal vatan topraklarımız, kimsenin yolgeçen hanı değildir. İsteyen istediği zaman benim topraklarıma göç ya da başka sebeplerle gelememelidir.
Bizler de bu ve benzeri tehlikelere düşmemek için Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın evrensel çağrısını kulağımıza küpe edip, milli ve dini bütünlüğümüze sahip çıkmalıyız.
Bu düşünceleri dile getirmekle vicdan ve merhamet duygusundan yoksun olmadığımızı özellikle belirtmek isteriz. Her ülkenin sınırları, kaynakları, imkânları sınırlıdır. Bunu zorlamanın, topraklarımızı gelene geçene açmanın kimseye bir faydası olamaz. Bir de küresel oyunlara tezgâh açıp başımızı belaya sokmanın hiç de anlamı yoktur.