Mirac’la alakalı analizimizin bu bölümünde de merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın Mirac mucizesinin gerçekleşmesindeki harikulade olaylar hakkındaki tespitlerinden bahsedeceğiz:
Mirac hadisesi ve mucizesi, Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“Mümtaz kulunu, ayetlerimizden bazısını kendisine gösterelim diye bir gece Mescid-i Haram’dan alıp, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya kadar götüren Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir, eksikliklerden uzaktır. Her şeyi işiten ve gören O’dur.” (İsra suresi / 1. Ayet).
Mirac mucizesinin gerçekleşme seyrine geçmeden önce, bu ayet-i kerimenin işaret ettiği sırları vurgulamak uygun olur: Onu, ona mâniasındaki “hu” zamirinde iki vecih, iki yön vardır. İlkine göre Miracın hikmeti, “O’na ayetlerimizden bazısını göstermek için” buyruğu gereğince, Hz. Peygambere Hakkın kudret ve azametini göstermektir.
Diğer açıdan ise, “O’nu, (âlemlere rahmet olan Allah Resulünü) ayetlerimizden olarak gösterelim için isra ettik” mânâsı hâkim olur ki, bu suretle Miracın hikmeti, Peygamberin (s.a.v.) Kendisini bir ayet olarak kâinata takdim etmek olarak ortaya çıkar.
Nitekim, Ibn Atiyye vb. müfessirler bu mânâyı tercih etmişlerdir. Ayetin devamını ise, “hakikaten O kuldur, ancak kelamımızı işiten ve Zatımızı gören” tarzında mânâlandırmışlardır. Ancak ru’yet kudreti, bir Hak tecellisidir. O kudreti, kuldan veya akıldan görenler yanılır. Allah göstere ki, görüle.
Buharî ve Müslim’in rivayetlerine göre; Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke’de hane-i saadetlerinde (bazı rivayetlere göre amcası Ebu Talib’in kızı Ümmühani’nin evinde) iken veya Harem-i Şerif’te bulunurken Cebrail (a.s.) gelmişler, mübarek kalplerini açmışlar, Zemzem ile yıkayarak içini hikmet ve iman nuru ile doldurmuşlardır.
İnşirah-ı Sadr” olarak bilinen bu vaka daha önce çocukluk yıllarında da Kutlu Nebi’ye uygulanmıştı. Hakikaten Rabbanî güzelliklerin galebe çaldığı, beşerî tabiatın kutsiyet âleminin esrarına tâbi olduğu arınmış kalp, Hakk’ın muhatabı olur. Allah sevdiği ve seçtiği insanların kalplerini böylece arındırır, katına layık kılar.
Nitekim, gönül sahiplerine Hak katından bir davet olan, “Ey arınmış, mutmain olan nefis! Rabbin senden razı ve sen de O’ndan razı olarak dön Rabbine!” (Fecr suresi /30. Ayet). Hitabı, ayet-i kerime ile kıyamete dek ebedilik kazanmıştır. Bir gün Hz. Peygambere soruldu: “Şerh-i Sadr nasıl olur, ey Allah’ın Resulü?” Efendimiz; “İnsanın kalbine öyle bir nur gelir ki, o nur kalbini açar” buyururlar. Ashab-ı Kiram (r.a.); “Bunun alameti nedir? diye tekrar bir soru yöneltirler.
Resul-i Ekrem şöyle cevap verir: “Onun alameti, insanın şu aldatıcı dünyanın gösterişine kapılmayarak cavidanî hayatı özlemesi, ölmeden önce ölüme hazırlanmasıdır.”
Bu cümleden olarak kul, Hakk’ın nurunun dolduğu kalplere gönlünü açar, Hakk’ın seçtiği insanları dost edinebilirse İlahi tecellilerin muhatabı olmaya başlar. Elçisinin kalbini Cebrail vasıtasıyla açan Hak Teâlâ, kullarının kalbini de dostları vasıtasıyla açar ve tecelli mahalli olarak seçer. (Devam edecek…)