Batılılaşma sürecinin içimize sokmaya çalıştığı töre düşmanlığı, milletimizin birçok güzel hasletlerini ortadan kaldırdı. Milletimizin birlik ve beraberliğini paramparça etti. Özellikle televizyon dizilerinde son birkaç senedir işlenen töre düşmanlığı sayesinde milletimizin gelenek ve görenekleri yok edilmeye çalışılmaktadır.
Töre bir milletin inanç ve kültür harmanıdır. Uzun bir süreç içerisinde yaşanan olayların, söylenen sözlerin, neticesinde oluşan bir davranış biçimidir.
Türk Dil Kurumu, Töre hakkında şu ifadelere yer vermiştir:
1.“Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet: “Töre anlayışları bu bilinçlilikleriyle pekişmiştir.”- N. Cumalı.
- “Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri adap” olarak geçmektedir…
Demek ki töre bir toplumunun, inançlarından kaynaklanan, asla hukuk ve ahlak dışı olmayan, birliği, güzelliği, saygıyı, merhameti, dayanışmayı sağlayan otorite hükmündedir.
En eski çağlardan itibaren Türkün tarihini inceleyin, onun töresinde, merhametsiz ve ölçüsüz hiçbir davranışa rastlayamazsınız.
Bazı dönemlerde aile büyükleri olsun, toplumun idarecileri olsun, kendi nefsi görüşlerini törenin önüne koymuş, bazen güçlü olanlar haksız işler yaparak, millete zulüm etmiş, adına töre demiş, yanlışlarına kılıf uydurmaya çalışmıştır.
Bu doğru ama toplumsal işlev olarak törenin o kadar faydaları varken, ortadan kaldırmaya çalışıldığı zaman bu milleti millet yapan vasıfları nasıl koruyacaksınız?
Töre diye yutturulmaya çalışılan yanlış davranışlar sağlam inanç ve ahlak akidelerinin süzgecinden geçirilmeli, ıslah edilmeli, toplum eğitilmeli ama asla törelerimizden vaz geçilmemelidir.
Sözlerimizi temellendirmek için toplumun genel haline bakalım: Sosyal dokumuz öyle tahribatlar yaşadı ki; milletimizi ayakta tutan değerleri bir bir kaybederek toplumda ölçü diye, değer diye bir şey kalmadı.
Yeni Mesaj Gazetesi yazarımız Operatör Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi “Kaybolan değerlerimiz hayatımızı tehdit ediyor” makalesinde”: “Her kaybedilen bir değerimiz bünyeden kaybedilen bir uzuv gibidir. Bu bazen bir koldur, bacaktır, kulaktır, gözdür, bağırsaktır, akciğer, karaciğerdir; bazen kalptir, beyindir. Ezcümle kayıplar önce yaşam kalitesini bozar, ardından hayatı tehdit eder. Sağlık kuruluşlarındaki yoğun bakım ünitelerinde ölüm sebepleri çoğunlukla çoklu organ yetmezliğidir. Bir organdaki yetmezlik diğerini de tetikleyerek hayat kaybedilir. Aynen bunun gibi kaybolan değerlerimiz, çoklu değer kaybı olarak toplumsal ölüme neden olur. Bu konu teferruat değil, köklü bir sorundur. Bu bir milli güvenlik konusudur.” Tespitini yaparak meselenin önemine işaret etmiştir.
Ülke çapında “kaybolan değerlerimiz” panel ve konferans serisini başlatan Prof. Dr. Haydar Baş’a ne kadar minnet duysak azdır.
Uğur Kepekçi